Güzel ülkemde kırın dönüşümü art arda patlayan yoğun gündem maddeleri arasında dikkat çekmeden, göze görünmeden, sessiz ama geri dönülemez biçimde sürüp gitmektedir. Eğer bir anlığına başımızı kaldırıp dikkatimizi bu meseleye odaklayacak olursak, başka türlü türlü mecralarda türlü türlü kılıklarda karşımıza dikilen piyasacılığın ve bundan hayli beslenen popülist politikaların kırdaki tezahürünü görebiliriz. Bu yazı ile artık parodi haline gelmiş AKP hukuksuzluğunun, piyasacılığının ve popülizminin kamuoyunda ‘2B’ diye tabir edilen Orman Vasfını Kaybetmiş Arazilerin satışları kapsamında nasıl işlevselleştirildiğin göz önüne serilmesi amaçlanmaktadır.
Malum olunduğu üzere Türkiye’de köylülüğü ve geleneksel üretimin devamını sağlamış yapıların başında toprak mülkiyet yapısı gelir. Küçük ve orta ölçekli arazilerde aile işletmeciliği şeklinde sürdürülen tarımsal üretim, en basit anlamıyla büyük ölçekli ve endüstriyel üretim yapan çiftliklerin oluşmasını engelleyerek kırda kapitalist üretimin yerleşmesini büyük ölçüde sekteye uğratmış, aynı zamanda geçimlik üretim de yapan köylüler için yaşamsal bir dayanak teşkil etmiştir. Ne var ki yıllardır gündemde olan ancak hiçbir hükümetin uygulamaya cesaret edemediği 2B arazi satışları, AKP hükümeti ustalık döneminde türlü hukuki, politik ve popülist ağlarla örülmüş şekilde yasalaşmıştır. Anadolu köylüsünü varoluşsal bir ikilem içinde bırakarak geniş çaplı bir mülkiyet transferinin önünü açmıştır.
Yasanın amacı Hazine adına orman dışına çıkarılan ve çıkarılacak yerlerin değerlendirilmesi, yeni orman alanlarının oluşturulması, nakline karar verilen orman içi köyler halkının yerleştirilmesi ve orman köylülerinin kalkındırılmasının desteklenmesi olarak özetlenmektedir. Orman vasfını kaybetmiş arazilerin hali hazırda onu işleyen köylülere güya cüzi meblağlarla satılmasını sağlamaktır. Çeşitli kredi imkânlarıyla, taksitli ödeme fırsatlarıyla piyasa jargonu içinde cazip hale getirilmeye çalışılan satışların anlamı arazilere sahip köylüler içinse çok bilinmeyenli bir denklemden başka bir şey değildir.
Peki, nedir bu denklemin bilinmeyenleri?
Bu yazının asıl öznesi olan orman köylüleri için hikâye köye arazilerin değerlerini tespit etmek için gelen Bedel Tespit Komisyonu üyelerinin gayrı resmi olarak telaffuz ettikleri fiyatların dudakları uçuklatmasıyla başladı. Hâlbuki teklif yasalaştığında ana akım medyada arazilerin değerlerinin emlak vergileri üzerinden belirleneceği, ödemede kolaylık sağlanacağı, kredi, taksit imkânları yaratılacağı gibi açıklamalar sonucu köylü orta halli fiyatlar beklemeye başlamıştı.
Bu noktada 2B satışlarıyla ilgili küçük bir noktayı hatırlamakta fayda var. Satışı öngörülen arazilerin çoğu Akdeniz, Ege ve Marmara bölgelerinde bulunuyor. Satışlardan 25 milyar dolar gibi bir gelir elde edilmesi planlanıyor. Emlak vergi değerleri düşük olduğu gerekçesiyle satışların rayiç yani piyasa bedelleri üzerinden hesaplanması öngörülüyor ve rayiç bedelin %70’inin fiyat olarak belirleneceği yönünde açıklamalar bulunuyor.
Bu demek oluyor ki devlet, bir emlakçı edasıyla, köylülere nesillerdir işledikleri toprağı piyasa bedelinin çok da altında olmayan rakamlarla satmayı planlıyor. Özellikle Akdeniz ve kıyı Ege bölgelerinde gelişen turizm gibi endüstrilerle değerlenen araziler, aynı zamanda dünyanın birçok yerinden sermayedarların iştahını kabartıyor. Yani toprak piyasa mantığı içinde değerleniyor ve devlet bu toprak parçalarını piyasada herhangi bir meta olarak görüyor. Ancak, bu “meta” nın anlamı belki de nesillerdir onu işleyen köylüler için çok farklı. Aslında tüm neoliberal politikalar sonucunda ağır darbe alan Anadolu köylüsü için artık tarım bir zamanlar olduğu gibi bir ailenin yıllık geçim giderini üretmekte yeterli olmuyor. Yine de bu toprak parçaları yine de onların geçimlik olarak üretim yapacakları, ürettiklerinin bir kısmını satarak ek gelirlerle hane ekonomisini destekleyebilecekleri ve tabii ki üzerinde yaşamlarını sürdürdükleri, şehrin daha çetin ve daha masraflı yaşam koşullarından kaçtıkları sığınaklar olarak karşımıza çıkıyor.
Peki, ne oldu bu görevlilerin köyleri ziyaretinden sonra? Bazı orman köylüleri araziler için telaffuz edilen fahiş fiyatları duymakla kalmadılar. Aynı zamanda her köylünün sahip olduğu her parsel için belirlenen bedelin kendilerine kapalı zarf ile verileceğini duydular. Devlet tarafından tayin edilen bedele itiraz edemeyeceklerini de duydular. Hatta ve hatta iktidar partisine oy veren komşu köylerde fiyatların kat be kat daha düşük çıktığını bile duydular.
Hâlihazırda hepsi tarım arazisi statüsünde olan araziler için fiyatların neye göre belirlendiği bir muamma. Denize ve turizm merkezlerine yakınlığın veya emsal emlak satışlarının belirleyici olduğu söyleniyor ki bu da satışların altında yatan piyasa mantığını gözler önüne seriyor. Kadastro ve toprak mülkiyetindeki muğlâk yapı da fiyatlandırmada standart bir norm oluşturulmasını engelleyen yapısal sorunlar arasında. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek de “Rayiç bedel, sokaktan sokağa, parselden parsele, semtten semte, ilden ile ilçeden ilçeye tabii ki değişir”1diyerek yasayı yürüten hükümet tarafından asıl bu durumun standart olarak kabul edildiğini gözler önünde sermiş; ayrıca zamanında başvurmazlarsa 2B alanlarındaki kullanıcıların doğrudan satın alma haklarının düşeceğini söyleyerek köylüleri uyarmayı da ihmal etmemiştir.2
Bütün bu bilgi kirliliği ve muğlâklığa Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in araziyi kaybetme korkularını besleyen açıklamaları da tuz biber eker niteliktedir. Devam eden süreçte 2B parsellerine sahip olan köylüler satın alacakları parseller için başvuruları, parsel başı 1000 TL olarak belirlenen hava parasının ödeyerek yaptılar ve sürekli uzatılmakta olan, belirsizliği ve güvensizlik hissini derinleştiren başvuru sürecinde atılacak en akıllıca hamleyi hesap etmek için kara kara düşünmeye başladılar. Bu bağlamda hane başı ödenen başvuru ücretini değerlendirirken toprak mülkiyetinin küçük ve parçalı olduğu göz önüne alarak, bir köylünün küçük ve birden fazla parsele sahip olduğunu hatırda tutmakta fayda var.
Kapalı Zarfta gelen Fiyat ve İtiraz Hakkı
Nedir bu çok bilinmeyenli denklemin değişkenleri demiştik ya, işte bu kapalı ve kişiye özel gelen zarf tüm korku ve kuşkuları tetikleyen öğelerin başında. Bu kapalı zarf muamması, belki bana düşük fiyat gelir umudu taşıyan köylüler için herhangi bir kolektif mücadele olasılığının önüne taş koyuyor. Ayrıca zaten AKP’li köylü ve köylere daha düşük fiyat geldiği söylentisiyle beslenen bu uygulama kişiler arası husumeti derinleştirerek zaten Türkiye kırsalında çok da güçlü olmayan kolektif mücadele pratiğini daha da zayıflatma potansiyelini içinde barındırıyor. Köylülerin siyasi parti aidiyeti temelinde karşı karşıya getirilmesi ise AKP’nin ödül-ceza temelinde kurguladığı ve uyguladığı popülist ve tehditkar politikaların küçük bir yansıması sadece. Bunun yanında fiyatlandırmada gerçekten bir çifte standart uygulanmayacağını düşünmek de günümüzde adam kayırmacılığın ve hukuksuzluğun vardığı boyutlar göz önünde bulundurulduğunda fazlaca iyimser olmak anlamına da geliyor olabilir.
Yasa arazi sahiplerinin kendilerine kapalı zarflarla bildirilecek olan fiyata herhangi bir itiraz hakkı öngörmüyor. Yani hak sahipleri, birkaç görevlinin büyük olasılıkla sübjektif değer algılarıyla belirlediği fiyatlara itiraz edecek herhangi bir merci ya da yol bulunmuyor. Köylülere de kendilerine bildirilecek meblağları koşulsuz kabullenmekten başka bir yol kalmıyor böylelikle.
Hani toprağın değeri piyasa mantığı içinde belirleniyor bu yasa çerçevesinde diyoruz ya, bahsi geçen arazilerin çoğu da değerli araziler tabii. Köylünün bu mantık içerisinde şu ya da bu şekilde bu satışlardan kâr ediyor ya da edecek olması gerekmez mi eğer piyasa kuralları geçerliyse? Görünmez elin düzenlediği bir piyasa düzeni bile kuruluyor olsa hadi bir nebze böyle olabilir diyenler olacaktır. Peki, serbest piyasa diskuru içinde AKP (devlet) eliyle tasarlanan ve düzenlenen bir piyasa oluşuyorsa, kanımca burada devlet ya da hükümet eliyle kolaylaştırılan mülkiyet transferi söz konusudur.
Çünkü zaten tarımın çözülmesi ve ülkede artmakta olan sosyoekonomik eşitsizlikle yoksullaşmış birçok köylü arazilerini alıp alamayacakları, hangi parselleri nasıl alacakları, devletin talep ettiği yekûnları nasıl bulabilecekleri ve nasıl davranırlarsa fiyatların yüksek çıkmasını engelleyebilecekleri gibi bir dizi soru arasında en mantıklı adımı atmaya çalışmaktadırlar. Ve tabi ki bu adımların başında, zaten satın alamayacaklarını düşündükleri arazileri satmak gelmektedir. Böylelikle ya başka parselleri alabilmek için nakit ya da zaten kaybedeceklerini düşündükleri arazilerden küçük gelirler elde etmek en akıllıca çözüm gibi görünmektedir.
Peki ya satılan arazilerin fiyatları? Özellikle rayiç bedellerin yüksek olduğunun ön görüldüğü bölgelerde arazi satışlarında tam anlamıyla haraç mezat yaşanmaktadır. Zaten hazineden tapu almak için büyük meblağlar ödeyecekleri argümanını öne süren alıcılar (hemen hepsinin büyük şehirlerin sermayedarları olduğunu bilmem belirtmeye gerek var mı?) köylülere rayiç bedellerin kat be kat altında kalan fiyatlar önermektedirler. Arazilerine talip olan kişilerin Bedel Tespit Komisyonu üyesi olabilecekleri ve eğer bu kişiye görece yüksek fiyat verirlerse rayiç bedeli yükseltip dolayısıyla 2B satış fiyatlarını da yükseltmiş olacakları paranoyası hâkim ama haksız da sayılmayacak bir korkudur. Zaten köylünün yukarıda anlatılan tüm nedenlerden ötürü iyice azalmış olan pazarlık gücü bir de bu korkudan beslenerek iyice yok olmakta, dolayısıyla bahsi geçen arazilerin henüz resmi satışlar başlamadan arazilerin komik olarak adlandırılabilecek fiyatlar karşılığında el değiştirmesinin önü açılmaktadır.
Basit bir hesap bile bize, hiçbir orta ya da büyük ölçekli sermayedarın, zaten hazineye yüklü miktarlar ödeyeceklerini hesap ettikleri arazileri köylülerden satın almak için sıraya girmeyeceğini gösterir. Bu sermayenin kârı maksimize etme refleksine aykırıdır. Dolayısıyla satışlar çerçevesinde telaffuz edilen fiyatların nicel gerçekliklerinden ziyade köyde oluşturdukları algı ve korku daha önemli bir değişken olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kanımca 2B satışlarının asıl esbabımucibesi kanunun yasalaşması ile resmi satışların başlaması arasında gittikçe uzayan bu arafta kalma halinden kaynaklanmaktadır. Bu aşama sayesinde hak sahibi köylüler akıl oyunlarının ortasında bırakılmakta ve kendi elleriyle mülklerini yok pahasına elden çıkarmaya itilmektedirler. Ve maalesef ki bu, kırda deneyimlenen yerinden edilme, mülksüzleşme ve yoksullaşma pratiklerinin sadece küçük bir yüzüdür.