Ahmet Atalık *
Amerika ve tütünün keşfi
Tütünün anavatanı Amerika kıtasıdır. Tütün yerliler tarafından önceleri dini törenlerde tütsü olarak ve ağızda çiğnenerek kullanılıyordu. Daha sonra çeşitli yöntemlerle içilmeye başlandı.
Kristof Kolomb’un 1492 yılında Amerika kıtasını keşfinin ardından kıta yerlilerinin sadece dini törenlerde kullandığı tütün, 1518 yılında gemiciler tarafından Avrupa’ya getirildi. Tütün girdiği ülkelerde önceleri bir süs ve şifa bitkisi olarak tanındı. Sonraları pipo, puro, nargile, enfiye, çiğneme tütünü ve sigara şeklinde keyif verici olarak kullanılmaya başlandı. Bu noktadan sonra tüm dünyaya çok hızlı bir şekilde yayıldı.
Osmanlı tütünle tanışıyor
Osmanlı topraklarına tütün İngiliz ve Venedik gemiciler vasıtasıyla 1600-1605 yılları arasında girdi. Anadolu’da tütün üretimi ilk defa İzmir’in Selçuk ilçesinde yapıldı.
Resmen 1612 yılında kullanılmaya başlandı. 1621 yılında tütün üretimi Genç Osman tarafından yasaklandı. Yasaklamalar, IV Murat döneminde büyük bir baskıya dönüştü, binlerce insan tütün nedeniyle öldürüldü. Kendisi de tütün tiryakisi olan Bahai Efendi, 1646 yılında şeyhülislam olunca bir fetva ile tütün kullanımını serbest bıraktı.
Yasaklamayla tütün kullanımının önüne geçemeyen Osmanlı, 1688 yılında ilk resmi vergilendirmesini yaptı. 1690 yılında ülkedeki tütün ekim alanları kayıt altına alındı.
Zamanla Avrupa’da aranır hale gelen Osmanlı tütünü ilk kez 1696 yılında ihraç edildi ve önemli bir gelir kapısı oluşturdu. Gelirde görülen artışa paralel olarak üretici sayısında görülen artışla birlikte tütün ekimi ülke çapında hızla yayıldı.
Osmanlı’nın ilk dış borcu
1768-1774 yılları arasında yapılan Osmanlı-Rus Savaşı’nda Osmanlı Devleti yenik düştü. İki devlet arasında 1774 tarihinde imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması ile Kırım’a bağımsızlığı verildi. Rusya aslında Kırım’ı kendi topraklarına katmak istiyordu ve 1783 tarihinde bu amacına ulaştı.
Kırımı tekrar geri almak isteyen Osmanlı Devleti ile Rusya arasında 1853-1856 yılları arasında Kırım Savaşı yaşandı. Rusya’yı Avrupa ve Akdeniz’den uzak tutmak isteyen İngiltere ve Fransa bu savaşta Osmanlı tarafında yer aldı.
Sonuçta, kağıt üzerinde bu savaştan galip çıkan Osmanlı Devleti, aslında bu savaştan büyük bir zararla çıktı. Zayıflayan ekonomisi nedeniyle, çok pahalı olan bu savaşı yürütebilmek için 1854 yılında ilk dış borcunu aldı.
Kötüye giden mali konuları düzeltmek amacıyla 1859 yılında İngiltere ve Fransa’dan bürokratlar getirtildi.
Osmanlı Devleti ile Fransa ve İngiltere arasında imzalanan Ticaret Antlaşmasıyla tütün ithalatı yasaklanarak, tütün için ilk defa 1862 yılında “inhisar = tekel” kuruldu, tütün işleri devletleştirildi.
Tüm çabalara karşın mali durum bir türlü düzeltemeyince savaş sonrasında da borçlanma sürdürüldü. 1874 yılına kadar 15 ayrı dış borçlanma yapıldı. Osmanlı Devleti, yaşanan her ekonomik sıkıntıda dış borç almayı alışkanlık haline getirdi. Bu süreçte 239 milyon lira borç alındığı halde hükümetin eline yalnızca 127 milyon lira geçti.
Düyun-u Umumiye İdaresi ve Reji Şirketi kuruluyor
Osmanlı Devleti aldığı borçları verimli kullanamadı. Zamanla borçlarının ana parasını ödeyemediği gibi faizlerini de ödeyemez duruma geldi. 1874 yılında devlet iflasın eşiğine geldi. Çıkarılan bir kararname ile Osmanlı Devleti vadesi gelen borç taksitlerinin ancak yarısını ödeyeceğini açıkladı. Ancak, bu sözünü de yerine getiremedi.
Osmanlı Devleti, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında yeni bir mali krize sürüklendi. Yenilgi sonrasında, savaş tazminatı olarak 35 milyon Osmanlı lirası ödemesi kabul edildi. Bu gelişmeler neticesinde Osmanlı Devleti, İngiliz ve Fransızların 1863 yılında kurdukları Osmanlı Bankası (2001 yılında Garanti Bankası’na katıldı) ile Galata Bankerleri’nden aldığı iç borçları da ödeyemeyeceğini açıkladı. Sonuçta alacaklılarla masaya oturan Osmanlı Devleti, 1879 yılında çıkarılan Rüsumu Sitte kararnamesiyle damga, alkollü içki, balık avı, tuz ve tütünden alınan vergi gelirlerini 10 yıl boyunca iç borçlarının karşılığı olarak alacaklılara bıraktı.
Osmanlı’dan alacaklı olan Avrupa devletleri bu uzlaşıya karşı çıktılar ve sonuç olarak damga, alkollü içki, balık avı, tuz, tütün ve ipekten alınan vergileri toplama ve alacaklılara ödeme yapma görevi 1881 yılında Muharrem Kararnamesi ile kurulan Düyun-u Umumiye (= Genel Borçlar) İdaresi’ne verildi.
Osmanlı tütünlerinin ve gelirlerinin idaresi Avusturya, Almanya, İngiltere ve Fransa kökenli yabancı sermaye ile 1883 yılında kurulan ve Nisan 1884’te faaliyete geçen Reji Şirketi’ne 30 yıl süreyle devredildi.
1884 yılında Cibali ve İzmir Sigara Fabrikaları, 1895’te Adana Sigara Fabrikası ve 1897’de Samsun Sigara Fabrikası kuruldu.
Kuruluşundan itibaren ilk üç yıl zarar eden Reji Şirketi, kaçakçılığını öne sürerek silahlı kolluk güçleri oluşturdu. Kolcular, tütün kaçakçılığını önlemek bahanesiyle halka türlü işkenceler yaptı ve sonu ölümle biten pek çok silahlı çatışmada yer aldı. Kolcular köylerde, Reji patronları ise sigara imalathanelerinde çalışanlar üzerinde tam bir sömürü düzeni kurdular. Reji Şirketi’nin topraklarımızda görev yaptığı 42 yıl boyunca 60 bin insanımız yaşamını yitirdi.
Yapılan bu baskılar üzerine Osmanlı tarihinin ilk grevleri başladı. 1906 yılında Cibali’de 3 bin kişi, 1908’de Kavala-Drama’da 12 bin kişi ve Samsun vilayetinde binlerce kişi Reji İdaresi’ni protesto mitingleri düzenlediler.
1911 yılında Reji Şirketi’nin kaldırılması ve 7 yıl süre ile bir “Devlet İnhisarı”nın kurulması kararlaştırıldı. Bunun üzerine 1912 yılında bir “Tütün Tekeli” kanun tasarısı hazırlandı. Ancak Trablusgarp ve Balkan Savaşlarının başlaması ile yeni mali zorlukların ortaya çıkması sonucu, Reji Şirketi’nin Osmanlı Devleti’ne 1,5 milyon Osmanlı lirası borç vermesi koşuluyla şirket ayrıcalıkları 1914 yılından itibaren 15 yıl süreyle yine uzatıldı.
Düyun-u Umumiye ve Reji’ye son veriliyor
Birinci Dünya Savaşı sonrasında İtilaf Devletleri ile Türkiye arasında 1923 yılında imzalanan Lozan Antlaşması ile Osmanlı Devleti’ni yarı sömürge seviyesine indiren Düyun-u Umumiye İdaresi’nin vergi gelirlerini denetlemesi sona erdirildi. Bu kurum sadece borçların alacaklılara paylaştırılması görevini sürdürmeye devam etti.
Lozan Antlaşması ile Osmanlı Devleti’nin borçları Osmanlı toprakları üzerinde kurulan devletlere bölüştürüldü. En büyük borç yükü Türkiye’ye verildi. Türkiye, Düyun-u Umumiye İdaresi’ne olan borcun son taksitini, Osmanlının ilk dış borcunu almasından tam bir yüz yıl sonra 1954 yılında ödedi.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulmasının ardından 1925 yılında Reji Şirketi 4 milyon liraya satın alınarak tüm hak ve yükümlülükleri devlete devredildi.
Reji Şirketi kaldırılmasından bir yıl önce, 1924 yılında 4 bin ton-10 milyon liralık tütün satabilmişken, devletleştirildikten bir yıl sonra, 1926 yılında 9 bin ton tütün satıldı. 1928 yılında tütün satışının devlete kazandırdığı net kazanç 22 milyon lira oldu. Reji Şirketi’nin faaliyetini sürdürdüğü 30 yıl boyunca Osmanlı Devleti’ne ödediği para sadece 1,5 milyar liradır, kazancını sürekli Osmanlı’dan saklamıştır.
Genç Cumhuriyet KİT’lerle kalkınıyor
16. yüzyıldan beri az gelişmiş dünyayı emperyalist emellerle sömürmüş ve sanayi devrimini yapmış, güçlü sermaye birikimi olan Avrupa ülkeleriyle boy ölçüşebilecek bir ülke yaratabilmek amacıyla Osmanlı’nın yıllarca ihmal ettiği Anadolu’nun artık tarım topluluğu olarak kalmamasına karar verilerek KİT’ler (Kamu İktisadi Teşekkülleri) kurulmaya başlandı.
Bölgesel kalkınmayı sağlamak, gelir dağılımındaki dengesizliği gidermek amacıyla KİT’ler aktif bir şekilde birbiri ardına faaliyete geçirildi. Bu girişimler sonucu kısa sürede gelişen Türk tütüncülüğü hak ettiği yere gelerek Amerika’ya sigara ihracatına başlandı. Anadolu insanı artık Reji Şirketi için değil, kendi ülkesi için çalışıyordu.
Tütün, alkollü içkiler, tuz, barut ve patlayıcı maddelerle ilgili “inhisar-tekel” hizmetlerini yürütme görevi 1932 yılında kurulan İnhisarlar Umum Müdürlüğü’ne verildi.
Gözler Tekel’in üzerinde
1925 yılında Reji Şirketi’ne son verilmesi ve yerine devlet tekelinin kurulmasından sona bile batılı şirketler ve yerli işbirlikçileri tütünün ekimini, denetimini ve pazarlamasını tekrar ellerine geçirme hayal ve umutlarını hiç kaybetmediler. Ta ki İsmet Paşa’nın 8 Kasım 1928’de TBMM’de yaptığı konuşmaya kadar. İsmet Paşa özetle, “… Beş yıl önce ülkeye 4-5 milyon lira gelir bırakan Reji, devlet elinde, içinde bulunduğumuz yılın gelirini 22 milyona bağlamak durumundadır. Görülüyor ki, devlet tekeli konusu bizim için çözüme kavuşturulmuştur. Durum böyle iken, Tekel’in geleceğinin belirsiz olacağı sanısı ile yararlı çalışanları sekteye uğratmak anlamsız ve zararlı oluyor.” diyordu.
Bu sözler üzerine, Tekel üzerinde arzu ve emelleri olan yabancıların ve onların yerli işbirlikçilerinin umutları kırıldı, ama hiçbir zaman tükenmedi.
Çokuluslu sigara şirketleri dünya pazarlarını ele geçiriyor
Tütün, sadece 120 ülkede üretilen, ama dünyanın her köşesinde tüketilen cazip bir tarım ürünüdür.
İkinci Dünya Savaşı’na kadar Avrupa ülkelerinde tüketilen sigaraların %90’ı, ülkemizde de yaygın olarak üretilen şark tipi tütünlerden üretiliyordu. Savaş süresince Amerikan askerleri vasıtasıyla Amerikan kökenli Virginia ve Burley tütünlerinin ağırlıklı olduğu sigaralar Avrupa’da yaygınlaştırılmaya çalışıldı. Bu amaçla, Amerikan uçaklarının Avrupa’ya attığı yardım paketlerinden Amerikan harmanı sigaralar çıkıyordu. Savaş sonrasında da bu politika devam ettirildi. Avrupa ülkelerinde Amerikan sigaraları çok ucuza ve hatta bazen bedava dağıtılmaya devam edildi.
1965 yılına kadar birçok ülke tütün-sigara üretim ve ticaretini devlet tekelleri aracılığıyla yapıyor ve kontrol altında tutuyorlardı. Ancak, bu yıllarda bağımlılık yapıcı özelliği gizli olarak kuvvetlendirilmiş sigaralar dünya pazarlarında görülmeye başlandı. Bu bağımlılığın nikotin bağımlılığı temelinde gerçekleştirildiği günümüzde kanıtlanmış durumdadır.
Philip Morris, R.J. Reynolds ve British American Tobacco bu yolla 35 yıl gibi kısa bir sürede dünya sigara pazarının 2/3’sini ele geçirdiler. Bu üç çokuluslu sigara şirketinin 1974 yılına kadar pazarlarına resmi olarak giremediği sadece dört ülke kalmıştı; İtalya, Fransa, Avusturya ve Türkiye. İlerleyen süreçte diğer üç ülke direnemedi. Geriye bir tek Türkiye kalmıştı!
Çokuluslu sigara şirketleri devlet tekeli ile korunan ülkelerin pazarına girmek için çeşitli yöntemler kullanıyorlardı. Öncelikle kaçakçılığı teşvik ediyor, tütün kullanıcılarını kendi ürünlerinin damak tadına alıştırıyor, ardından da sigara ithalatının serbest bırakılması amacıyla ulus devlet hükümetlerine kendi hükümetleri, IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslararası finans kuruluşları aracılığıyla baskı yapıyorlardı. Bunların yanında lobi faaliyetleri ile ülke içinde tanınmış yerli sanayiciler ya da devlet tekeli ile ortaklıklar oluşturuyorlar, aşırı reklam kampanyaları ve çeşitli sosyal etkinliklere sponsor olarak tüketici kitlelerini genişletiyor, reklam yasaklarını kaldırmaya ya da yasakların konmasını tehditle engellemeye çalışıyor, bulundukları ülkeye ileri teknoloji getirmek, istihdam sağlamak ve ülkeye vergi geliri artışı sağlayacağı vaatleriyle artık devlet tekeline gerek kalmadığı gerekçeleriyle özelleştirilmesi için baskı yapıyorlardı.
Bu vaatlerde bulunan çokuluslu sigara devleri, ülkeye girdikten sonra ise hükümetten vergi indirimi talep ediyorlar, vergi indirimi gerçekleşmez ise uluslararası suç örgütleriyle birlikte sigara kaçakçılığı yaparak vergi kaçırıyorlardı.
Amerikan sigaraları Türkiye pazarında
Çokuluslu sigara şirketleri 1970’lerin başında mafya marifetiyle Amerikan sigaralarını yurdumuza kaçak yollarla soktular. Türk sigara tüketicisinin damak zevkinin Amerikan tütünlerine doğru değiştirilmesi gerekiyordu ve bu konuda büyük ölçüde başarı sağladılar.
Türkiye’yi önce mafya ile muhatap edenler, bu kez bizi mafyadan kurtarmak için devreye girdiler ve vergi kaybımızın olduğunu ileri sürüp, sigara ithal yasağının kaldırılmasını talep ederek, kaybolan vergi gelirlerinin de böylelikle hazineye kalacağını belirttiler.
Tütünümüzü, üreticimizi ve Tekel’i yok edecek politikalar başlıyor
İlk olarak 1979 yılında Süleyman Demirel hükümetinin programında yerli ve yabancı özel teşebbüse sigara üretimi ve dağıtımı izni verileceği belirtildi. Gerekçe olarak da çokuluslu sigara şirketlerinin istekleri doğrultusunda sigara kaçakçılığının ve döviz kaybının önlenmesi gösterildi.
Tekel yatırımları 1980 sonrasında yavaşlatıldı, 1984 yılında tamamıyla durduruldu. Amaç, Tekel’in boşalttığı alana çokuluslu şirketleri ve yabancı sigaraları doldurmaktı.
1983 yılında sigara sektöründe ilk kez Tekel haricinde, hisselerinin çoğunluğu Rothmans Şirketi’ne azınlık hisseleri ise Bitlis’teki girişimcilere ait olan ve üreteceği sigaraları ihraç etmesi şartıyla “Bitlis Entegre Sanayi AŞ-BEST” kuruldu. 1988 yılında Tekel %25 hisse ile bu kuruluşa ortak edildi ve BEST tarafından üretilen sigaraların yurt içinde pazarlanmasına izin verildi.
1984 yılında yabancı sigara ithalat yasağı kaldırıldı.
1985 yılında Tekel’e Düzce, Gönen, Hendek ve Trakya’da yabancı tütün ürettirildi.
1986 yılında TBMM görüşmelerinde 3291 sayılı KİT Özelleştirme Kanunu, Merkez Bankası Değişikliği Kanunu’na eklenerek sabaha karşı saat 03:00’de oldu bittiye getirilerek kabul edildi. Bununla Türk tütünü tekeli kaldırıldı ve tütüncülüğümüz tarihinin ikinci ağır darbesini aldı. Yerli ve yabancı sermayenin Tekel ile ortaklık kurarak tütün mamulleri üretmelerine imkan tanındı.
1988 yılında yabancı tütün ithal yasağı kaldırıldı.
1989 yılında %85 oranında Amerikan, %15 oranında Türk tütününün kullanıldığı Tekel 2000 sigarası üretilerek, kapılar sonuna kadar Amerikan tütününe açılmış oldu.
1990 tarihinde DPT’den izin alan Philip Morris-Sabancı Holding birlikte İzmir-Torbalı’da Philsa Sigara Fabrikası’nı kurmaya başladı.
1991 yılında Tekel’in katılımı olmaksızın tütün mamullerinin üretimine izin verildi.
1992 yılında Philsa Sigara Fabrikası Torbalı’da üretime başladı. Aynı yıl, çokuluslu sigara şirketi R.J. Reynolds (2000 yılında JTI tarafından satın alındı) da Torbalı’da üretime başladı. Yine aynı yıl Düzce, Adapazarı, Gönen ve Kırklareli’nde özel sektör tarafından Amerikan kökenli tütünlerin üretimine yaygın olarak başlandı.
1995 yılında Tekel’in Amerikan sigaralarıyla rekabet etmesi için Tekel 2001 sigarasının üretimi yapıldı. Tekel 2000 sigarasında olduğu gibi bu sigarada da %85 Amerikan, %15 Türk tütünü kullanıldı. Tütün ihracatçısı Türkiye, daha fazla tütün ithal eder duruma geldi.
1993, 1994 ve 1996 yıllarında görev yapan Çiller hükümeti Türk tütününe kota koydu, yabancı tütüne teşvik verdi. Çiller’den sonra görevi devralan Refah Partisi’de 1996 yılında aynı uygulamayı sürdürdü.
1997 yılında BEST, üretim tesislerini Tekel’e satarak üretim faaliyetinden çekildi. Aynı yıl Tekel’in kendine ait sigara markaları, fabrikaları ve diğer varlıklarını tahsis etmek suretiyle ortaklıklar kurulabileceği yönünde Bakanlar Kurulu Kararı yayımlandı.
İlk Meclisin kovduğu yabancı tekeller, Meclisimizin bu kararıyla yeniden Anadolu topraklarına adım attılar. Yeni hedefleri, ülkemizde sigara fabrikaları kurarak tütün ve sigara pazarını tümüyle ele geçirmekti ve bu amaçla Sakıp Sabancı ile ortak olarak ilk fabrikalarını İzmir’de kurdular.
Ülkemizde faaliyet gösteren çok uluslu sigara şirketleri, kendilerine sağlanan tüm olanaklara karşın Pazar paylarını %17’lerin üzerine bir türlü çıkaramayınca sıra en son hedeflerine geldi; Tekel’in özelleştirilmesi ve pazarın şirketler arasında paylaşılması.
DSP, MHP ve ANAP koalisyon hükümeti tarafından 2001 yılında çıkarılan, ancak Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in vetosu sonucu 2002 yılında yürürlüğe giren 4733 sayılı Tütün Yasası ile alanı düzenleyici ve denetleyici kurum olarak “Tütün, Tütün Mamulleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu (TAPDK)” kuruldu.
Tekel’e ait sigara fabrikaları birbiri ardına kapatılırken, TAPDK’nın yaptığı düzenlemeler sonucu 2002 yılında British American Tobacco (BAT), 2004 yılında EUROPEAN ve 2005 yılında da IMPERIAL firmaları sigara sektöründe üretime başladı.
Özelleştirme halkımıza nasıl anlatıldı
Ülkemizde özelleştirme süreci öyle mantık dışı ve akıl almaz suçlamalarla dayatıldı ki, özelleştirmeye karşıyım demek isteyen vatandaş adeta vatan haini damgasını yemekten korktu ve diyemedi.
Sabah gazetesinde 1994 yılında yazdığı bir yazısında iktisat profesörü Asaf Savaş Akat, özelleştirmelere karşı çıkacakları daha ilk adımda şöyle suçluyordu; “… Özelleştirmeye karşı çıkanların aslında Türkiye’nin demokratikleştirilmesini engellemeye çalıştıkları sonucu ortaya çıkıyor.” Sadeleştirirsek, demokrat olmak demek özelleştirmeden yana olmak demektir. Özelleştirmeye karşı olanlar demokrat değildir!
Bu açıklamaya göre demokrasinin beşiği olarak bilinen İngiltere’de Başbakan Clement Attlee (1945-1951), Başbakan Harold Wilson (1964-1969), Başbakan James Callaghan (1974-1979) demokrat değillerdi, çünkü bu başbakanlar özelleştirmeyi değil devletleştirmeyi uygulamışlardı.
Zamanın İzmir Anakent Belediye Başkanı Burhan Özfatura özelleştirmeye karşı çıkacaklara, işi daha da ileri götürerek şu suçlamada bulunuyordu; “KİT’ler bir hırsızlık yuvasıdır. Özelleşmeye karşı çıkmak, hırsızlık ve sömürü düzeninin devamını istemektir.”
Şayet Asaf Savaş Akat ve Burhan Özfatura, kamu kurumlarını hedef alan bu sözlerini özelleştirmenin en şiddetli uygulandığı bir ülkede söyleseler, özelleştirmeden yana olanlarca dahi ayıplanırlardı.
DYP-SHP koalisyon hükümetinin başbakanı Tansu Çiller, özelleştirmeyi nasıl uygulayacaklarını halka şöyle anlatıyordu; “Ya olacak, ya olacak.”
Çiller’in sağ kolu Necmettin Cevheri’nin üslubu ise şöyleydi; “Kellemiz gitse de özelleştirme yapılacak.”
Türkiye’nin en büyük işverenlerinden biri olan Sakıp Sabancı, İstanbul Sanayi Odası’nda yaptığı ve televizyondan yayınlanan konuşmasında masayı yumruklayarak şöyle haykırıyordu; “KİT’ler canavardır, özelleştirmeye karşı çıkan da vatan hainidir!”
Dolayısıyla vatandaş Türkiye’nin demokratikleşmesi önünde bir engel olmak istemedi. Hırsızlık yuvası olarak tanıtılan yere tabi ki sahip çıkamazdı, ya kendisi de hırsız damgası yerse! Zaten özelleştirme mutlaka yapılması gereken bir şeydi, koca bakan kellesini ortaya koymuştu. Hele hele vatandaş özelleştirmeye hayır deyip de vatan haini olma hiç mi hiç istemezdi.
İşi daha da ileri götürenler ödül aldı
Ekim 1994’te özelleştirme işlerini yürütmek üzere kurulmuş Kamu Ortaklığı İdaresi’nin Başkanı Tezcan Yaramancı, Anayasa Mahkemesi’nin oybirliği ile verdiği iptal kararını hiçe sayarak, Ereğli Demir Çelik Fabrikalarının hisselerinin %51,66’sını, “Kaça satarsanız satın, kabul ediyoruz” kaydıyla bir İngiliz firmasına devretti.
Bu yasadışı satışı gerçekleştirmek üzere, hisse senetleri çantasında, İngiltere’ye uçmadan önce havaalanında gazetecilere konuşan Tezcan Yaramancı, “Anayasa Mahkemesi kararları bizi bağlamaz!” diyerek, açıktan meydan okuyordu.
Özelleştirmenin öncülüğünü yapmış İngiltere’de bile böyle bir kanunsuzluğun olması mümkün değildi. Ancak, aynı İngiltere, 20 Nisan 1996 tarihinde, İstanbul’da, büyük bir törenle, Tezcan Yaramancı’ya İngiltere’nin en önemli unvanlarından birini, “Britanya İmparatorluğu’nun Şeref Kumandanı” unvanını vererek bir de madalya taktı.
Şimdi de başımızda “BABALAR GİBİ” her şeyi satacağını söyleyen bir Maliye Bakanı ile “BEN ÜLKEMİ PAZARLAMAKLA MÜKELLEFİM” diyebilen bir Başbakan var.
Peki KİT’ler konusunda şu gerçekler biliniyor mu
Yukarıda sayılan ve gerçeği kesinlikle yansıtmayan onca haksız söylemden sonra KİT’ler hakkında bazı gerçeklerin de bilinmesi gerekir.
KİT’ler vergi kaçırmazlar. KİT’ler SSK primi kaçırmazlar. KİT’ler kaçak işçi çalıştırmazlar. KİT’lerin özelleştirilmesinin zeminini hazırlayan haksız söylemlerin ortalarda uçuştuğu dönemlere denk gelen 12 Mayıs 1994 tarihinde, Çalışma Bakanı Moğultay, SSK prim alacaklarının gecikme zamlarıyla birlikte 15,5 trilyon liraya ulaştığını belirterek, dökümü şöyle veriyordu; belediyelerin borcu 6,6 trilyon lira, KİT’lerin borcu 1,3 trilyon lira, özel sektörün borcu 7,6 trilyon lira. Ayrıca şu da bir ülkemiz gerçeğidir; özel sektörde çalışan işçilerin çoğu asgari ücretle çalışır gösterilmektedir. Şimdi sormak gerekiyor: o kaba söylemlerde geçtiği üzere burada hırsız KİT’ler mi oluyor?
KİT’ler hayali ihracat yapmazlar. Tekel’in ve tütüncülüğümüzün sonunu hazırlayan düzenlemelerin birbiri ardına yapılmaya başlandığı ANAP iktidarını kapsayan 1983-1991 yılları arasında 256 özel sektör firması hayali ihracat adı altında Türk halkının 500 trilyon lirasını çaldılar. Yine düşününüz! KİT’leri savunmak “vatan hainliği” mi oluyor?
KİT’ler “zarardayım” diyerek, bazı borçlarının silinmesi konusunda bankalarla pazarlık etmezler. Yine 1994’lere dönersek, dönemin Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı Yalım Erez, “Eğer önlem alınmazsa, Haziran sonunda, sanayici bankaya olan kredi borcunu ödemeyecek” tehdidinde bulunuyordu. KİT’leri kötülemek, bu tehditleri mi savunmak Türkiye’nin demokratikleşmesi oluyor?
Başarısız KİT’ler ya kapatılsın ya da özelleştirilsin propagandası yapanlar, başarısız özel sektörü devletin kurtarmasını beklerler. Bunlar hem devletçiliğe hem de KİT’lere karşıdırlar, ama kendi kuruluşları zarar edince hemen devletten yardım beklerler.
Özel sektör, sadece kazancı yüksek cazip bölgelere yatırım yapar. Devlet ise KİT’leri kurarken bölgesel dengeleri düşünür. Bu nedenle KİT’ler öncelikle halka hizmeti hedefler, şirket gibi kazanmayı değil!
Tekel’in özelleştirilme süreci 4 bakanımızı istifa ettirdi
1980 askeri darbesi sonrası ülkemizde hızla uygulamaya konan neoliberal politikaların uygulanmasının ortaya çıkardığı sorunlardan sadece bir tanesidir, Tekel ve tütünümüzün içinde bulunduğu durum.
Bu süre zarfında Tekelin özelleştirilmesine, tütün ve sigara pazarının çokuluslu şirketlere açılmasına karşı çıkan Ulusu hükümetinin Gümrük ve Tekel Bakanı Recai Baturalp, Özal’ın ilk Gümrük ve Tekel Bakanı Vural Arıkan, 1989 yılında dönemin Sağlık Bakanı Bülent Akarcalı ve Bülent Ecevit’in Başbakan, Mesut Yılmaz’ın Başbakan Yardımcısı olduğu hükümette Devlet Bakanı olarak görev yapan Yüksel Yalova bakanlıklarından oldular.
Tekel’in özelleştirilmesi başlıyor
2001 yılında Tekel, Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun 2001/06 sayılı Kararı ile özelleştirme kapsam ve programına alındı.
2003 yılında Tekel’in sigara bölümünün özelleştirilmesi için ihaleye çıkıldı. Hisselerinin %65’i Japon devletine ait olan Japan Tobacco International (JTI) tarafından verilen 1 milyar 150 milyon dolarlık teklif yetersiz bulunarak iptal edildi. Allah muhafaza, JTI birkaç kuruş fazla verseydi Tekel’i alacak, Japon Devleti’nin işletmesine giren Tekel’e de Türk Devleti’nin elinden çıktığı için özelleşti diyecektik.
2005 yılında yapılan ikinci ihalede ise hiçbir firma teklif vermedi.
AKP hükümeti Tekel’in sigara fabrikalarının özelleştirilmesi sürecini 26 Ekim 2007 tarihinde üçüncü kez başlattı. Tekel’in sigara bölümüyle ilgili olarak şirketlerin son teklif verme tarihi olarak da 18 Şubat 2008 tarihi belirlendi.
Özelleştirmeye karşı sıkı bir mücadele veren Tekel işçisinin tepkisinden çekinen AKP hükümeti, Tekel’in sigara fabrikalarını şirketlere ancak Kurban Bayramı tatilinde, işçiler tatildeyken gösterebildi.
Tekel’in sadece adı “TEKEL” olarak kaldı
Günümüzde tütün ve mamullerinde bir devlet tekelinden bahsetmek artık mümkün değildir. Bir Amerikan çokuluslu sigara şirketi olan Philip Morris’in ülkemizdeki pazar payı %42’ye ulaşırken, Tekel’in payı artık %33’lere gerilemiş durumdadır.
Bugün, Tekel hariç 50 şirket tütün ticareti yetki belgesine sahiptir.
Bugün, Tekel hariç 15 şirket tütün ürettirmek için sözleşme yapabiliyor.
Bugün, Tekel hariç 16 şirket tütün alımı yapabiliyor.
Bugün, Tekel hariç 10 şirketin tütün işleme tesisi var.
Bugün, Tekel hariç 17 şirket tütün ihracatı yapabiliyor.
2007 yılında yaprak tütün alımının %65’ini özel sektör yaptı.
Amerika’nın keşfinden bu yana devletlerin, çokuluslu şirketlerin ve kapitalizmin kaleleri-üç kız kardeşi olarak anılan IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü’nün sürekli gündemini meşgul eden tütün ve tütün mamullerinin üretim ve ticareti ülkemizde serbest hale gelince her şey daha mı iyi oldu, bir bakalım!
Devlet Denetleme Kurulu Raporu’ndan
Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu Raporu 11 Nisan 2006 tarihinde yayımlandı. Çok ilginçtir ki, tütün ve sigara sektörüyle ilgili olarak AKP hükümetinin göremediği birçok noktanın altı bu raporda çizilmiştir.
Kısaca özetlersek; tütün üreticisi sayısının ve tütün üretim miktarının düştüğü, tütün fiyatlarının artan girdi fiyatlarının gerisinde kaldığı, tütün tarımından boşalan araziler üzerinde kentleşmenin yayıldığı, sözleşmeli üretimde birçok üreticinin mağdur olduğu, tütün üreticisinin şirketlere karşı örgütlenmesinin gerekliliği, tütünün AB’de olduğu gibi kg başına primle desteklenmesi gerektiği, yine AB’de olduğu gibi ürününü satamayan üreticiden ürününü alacak bir kuruluş olması gerektiği, tütün sektöründe güçlü bir kamu denetim ve gözetiminin olması gerektiği açıkça vurgulanıyor.
Raporda sigara sektörü ile ilgili olarak da yerli tütünden ziyade Amerikan tütünüyle yapılan sigaraların tüketiminin arttığı, nüfusumuzun artmasına karşın sigara tüketiminde düşme görüldüğü, bunun da ülkemize kaçak sigara girdiğini gösterdiği açıkça ortaya konmaktadır.
Rapordaki tespitler de öneriler de tam doğru. Ama anlayana!
Halkımızın, özellikle çocuklarımızın sağlığı için Tekel özelleştirilmemelidir!
Kendi ülkelerinde açılan tazminat davaları nedeniyle zora giren çokuluslu sigara şirketleri gelişmekte olan ülkelere doğru pazarlarını kaydırıyorlar. ABD mahkemelerinde açılan davalar aracılığıyla yaklaşık 35 milyon sayfayı bulan belgeler de kamuoyu bilgisine sunuldu. Sigara şirketlerinin başkalarının hiçbir zaman göremeyeceklerini düşünülerek yaptıkları yazışmaları gösteren bu belgeler ibret verici bilgiler içeriyordu.
Belgeler, çok uluslu sigara şirketlerinin özellikle çocukları hedef alan acımasız pazarlama politikaları uyguladıklarını, pasif sigara içme konusundaki gerçekleri bilimsel raporlarla çarpıttıklarını, tüketicileri düşük katran ve düşük nikotin tanımlarıyla aldattıklarını, gelişmekte olan ülkelerde saldırgan politikalar izlediklerini ve bu amaçla sigara kaçakçılığına yardımcı olduklarını gösteriyordu.
Sigara içenlerin yaklaşık %90’ı sigaraya 18 yaşından önce başlıyor. Dolayısıyla sigara şirketlerinin kendi markalarının seçilmesini sağlamak için 18 yaş altı çocuklara çalışmaları gerekiyor. Aksi taktirde piyasada varlıklarını devam ettirmeleri mümkün değil. Bu cazibeyi yaratabilmek için de yıllarca gençlerin en çok ilgisini çeken spor yarışmalarına sponsor oldular ve reklam verdiler, Formula 1 yarışlarında boy gösterdiler. Sigara markasını yayan şirketin sonraki hedefi ise ürünün kullanımını yaygınlaştırmasıdır.
Şirket toplantılarına birçoğumuz mutlaka katılmışızdır, her yıl satışların bir önceki yılın üzerinde gerçekleşmesi hedeflenir, bunu başaramayanın işine ise son verilir.
Burada satılan ürünün sigara olduğu dikkate alındığında doğal olarak sağlık sorunu ön plana çıkıyor. Yapılan araştırmalar ABD’de her yıl 440 bin kişinin sigarayla bağlantılı hastalıklara yakalandığını gösteriyor. Tedavi masrafı 75 milyar dolar, hastalığın yarattığı verim kaybının da yaklaşık 80 milyar dolar olduğu göz önüne alındığında toplam kayıp 150 milyar doları buluyor. İşte bu yüzden gelişmiş ülkeler sigara tüketimini azaltmayı hedefleyen yasaklamaları birbiri ardına getiriyor.
Sigara üretimi özelleştirilen tüm ülkelerde kısa sürede sigara içen sayısında %20 oranında artış tespit edildi.
Devlet tekelinin etkili olduğu 1980-1985 yılları arasındaki beş yılda ülkemizde sigara satışlarında artış görülmezken, bir sonraki beş yılda artış %21 civarında gerçekleşmiş, 1999 yılına gelindiğinde ise artış düzeyi %81’lere ulaşmıştır. Bu hızlı artışta çokuluslu sigara şirketlerinin yurdumuzdaki faaliyetleri inkar edilemez bir gerçektir.
Ülkemizde sigarayla bağlantılı hastalıklar nedeniyle her yıl 200 bin kişi yaşamını kaybediyor. Bunlardan 40 binini sigara içmediği halde içilen ortamda bulunan bebek ve çocuklar oluşturuyor. Ülkemize çokuluslu sigara şirketlerin girmesiyle günümüzde çocukların sigaraya başlama yaşı 9-10’lara kadar düştü.
Ülkemizde TEKEL sadece mevcut tüketimi karşılamak üzere üretim yapıyor. Tüm bunlar göz önüne alındığında öncelikle çocuklarımızın sağlığı için TEKEL özelleştirilmemelidir.
Toplum sağlığımız için tütün ve tütün mamulleri üretimi ile ticareti Cumhuriyetin ilk kadrolarının yaptığı gibi devletleştirilmelidir.
Türk tütünü ve üreticimizin korunması için Tekel özelleştirilmemelidir!
1980’li yılların ortalarında Turgut Özal hükümeti tütün ve tütün mamulleri üretimi ve ticareti ile ilgili yasakları birbiri ardına kaldırırken, DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit bu uygulamalar sonucu devlet tekelinin yerini yabancı sermaye tekeli veya tröstünün alacağını, bunun gereksiz döviz kaybına neden olacağını, ancak bunlardan daha da önemlisi tütüncülüğümüzün telafisi mümkün olmayan büyük bir darbe yiyeceğini belirtiyordu.
Muhalefetteyken böyle konuşan Ecevit, 2001 yılında iktidardayken ve başbakanken, eleştirdiği konuların son noktasını oluşturan Tütün Yasası’nı çıkarmak ne ilginçtir ki kendisine kısmet oldu.
Tütün Yasası destekleme alımlarına son verdi ve sözleşmeli üretim modelini devreye soktu. Bu gelişmelerin hızlı bir sonucu olarak, yasanın yürürlüğe girmesinden önce 583 bin olan tütün üreticisi sayısı, günümüzde 207 bine geriledi.
Tütün üreticisi sayısında en büyük azalma %70 oranla Marmara, %60 ile Ege, %55 ile Karadeniz Bölgelerimizde görüldü. Burada dikkat edilmesi gereken çok önemli bir nokta var. Ege Bölgesi tütünlerimiz en kaliteli tütünlerdir ve ihraç edilir. Karadeniz Bölgesi tütünlerimizin de yaklaşık yarısı ihracata uygundur. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi tütünlerimizin kalitesi pek iyi olmadığından ihraç edilme şansı yoktur. Bu ürünlerin en büyük alıcısı Tekel’dir.
Tekel özelleştirilir ise Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki tütün üreticilerimizin göç etmekten başka çaresi yoktur. Çünkü, tütünün alternatifi yoktur. Tütün çok ince toprağı bulunan kıraç arazilerde yetiştirilmektedir. Ortalama tarla büyüklüğü 6,8 dekar olan tütün üreticisi diğer üreticiler içerisinde en fakir olanlardır. Bu verimsiz topraklarda tütünden başka bir kültür bitkisi de zaten yetiştirilemez.
Tütün üretiminde değerlendirilmediği taktirde başka bir ürün yetiştirme şansı olmayan bu arazilerin aşırı erozyon sonucu sahip oldukları ince toprak tabakasını da kaybettikleri ya da yapılaşmaya açılmak suretiyle tarım dışı amaçlı kullanıldıkları görülmektedir.
Tütün üretimimiz 1990’lı yılların başında 300 bin ton, o yılların sonlarında 200 bin tonun üzerinde iken 2000’li yıllarda 130-150 bin tonlar civarında gerçekleşti. 2006 yılında ise 1962 yılından bu yana ilk kez 100 bin tonun altına düşerek 98 bin ton oldu. TÜİK’in verilerine göre 2007 yılı tütün üretimimiz 118 bin ton oldu.
Çokuluslu sigara şirketlerinin ülkemize girmesi ve Tekel’in 17 milyar dolarlık sigara pazarındaki payının azalmasına bağlı olarak tütün üretimimizin de hızla azaldığı açıkça görülmektedir.
Amerikan sigaralarında %85 oranında Virginia ve Burley tipi (Amerikan) tütün, %15 oranında Şark tipi tütün kullanılmaktadır. bu da Tekel özelleştirilir ise şark tipi tütünümüzün ekiminin %85 oranında azalacağı anlamına gelmektedir. Bizim tütünümüzle verimsiz araziler değerlendirilebilirken, Amerikan tütünleri sulama isteyen ve taban arazilerde, yani başka ürünleri rahatlıkla yetiştirebileceğimiz arazilerde yetiştirilebilmektedir.
Her fırsatta tarımsal üretimle bağlantılı desteklerimizin sürdüğü eleştirisinde bulunan AB kendi tütün üreticisine kg başına 2,15-4,13 euro prim vermektedir. Sadece bu destek bizim türün üreticimizin eline geçen tüm paraya eşdeğerdir. Komşumuz Yunanistan ise kg başına 7 YTL prim desteği veriyor ki, bizim çoğu üreticimizin eline geçen kazancın üzerindedir. Bizim tütün üreticimiz ton başına 5-7 bin YTL arasında kazanırken, komşumuz Yunanistan’daki üretici 14-16 bin YTL kazanmaktadır.
Tarım ürünleri ihracatımız içinde önemli bir yer tutan tütün, 1960’lara dek dış satış gelirimizin yaklaşık %25-40’lık bölümünü karşıladı. 1960 sonrasında genel tarım ihracatındaki payı %15-25 civarında seyrederken, son yıllarda izlenen yıkım politikaları sonucu bu oran %2’lere kadar geriledi. Türkiye yılda ortalama 500 milyon dolarlık tütün ihraç ederken 2006 yılında 250 milyon dolarlık tütün ithal etmek zorunda kaldı.
Şark tipi tütün üretimimizin baltalanmaması, özellikle Doğu ve Güneydoğu Bölgelerimizdeki tütün üreticilerimizin göçünün önlenmesi için Tekel özelleştirilmemelidir.
Hazineye kaynak aktarımının devamı için Tekel özelleştirilmemelidir!
Tekel kurulduğu günden beri kamuya kaynak aktaran en önemli KİT’lerden biri olmuştur. Buraya kadar izah edilmeye çalışılan tüm olumsuzluklara karşın Tekel’in 2006 yılında devlete olan katkısı 4 milyar 159 milyon 659 bin 991 YTL oldu. Hazineye olan bu katkı bizlere kamu hizmetlerinin sunulması olarak geri dönmektedir.
Yapılan tüm itirazlara karşın, yapılan özelleştirmeleri hep birlikte hayretler içerisinde izliyoruz. Ancak bir gerçek var ki, Türkiye’nin borcu sürekli yükseliyor. Demek ki satılan KİT’lerden elde edilen gelir borç yükümüzün azaltılabilmesine yaramıyor. Çünkü onlardan gelen paralar ancak borçların faizlerini ödemede kullanılıyor. Bir diğer önemli nokta da KİT’ler özelleştirildiği halde hala borç miktarımızda artma oluyor. Demek ki oluşan bu borçların asıl sorumlusu KİT’ler değil!
KİT’ler özelleştirildikçe Hazine’nin geliri azaldığı için kamu hizmetlerini alma ücreti her geçen gün daha da artıyor, sosyal devlet ortadan kalkıyor.
Özelleştirilen birkaç kurumdan örnekler verelim.
Petrol Ofisi 1 milyar 250 milyon dolara bir yerli konsorsiyuma satıldı. Konsorsiyum, zarar eden şirketleri ile birleştirerek devleti her yıl 150 milyon YTL vergi kaybına uğrattı. Daha sonra da bu kuruluş 5 milyar dolara yabancılara satıldı.
Bir de çimento sektöründen örnek verelim. 1992’de 27 milyar TL kar eden Şanlıurfa Çimento 1993 Şubatı’nda yılında satıldı. Bu kar 1993 yılı sonunda 15 milyar TL zarara dönüştü.
IMF, Dünya Bankası ve çokuluslu şirketler ülkemizdeki KİT’lere karşı çıkıyor, onların kapatılmasını istiyorlar. Çünkü KİT’ler bir ülkenin ekonomik bağımsızlığını temsil ederler. Günümüz işgallerinin artık askerle değil, ekonomiyle yapıldığı göz önüne alınırsa KİT’lerin böylesine yoğun bir saldırıya niçin maruz kaldıkları sanırım daha iyi anlaşılacaktır.
İnsanca yaşamamız, kamu hizmetlerinden yararlanabilmemiz ve ekonomik bağımsızlığımızı devam ettirebilmemiz için TEKEL özelleştirilmemelidir!
“Efendiler, görülüyor ki bu kadar kesin ve yüksek bir zaferden sonra bile, bizi barışa kavuşmaktan engelleyen nedenler, doğrudan doğruya ekonomik nedenlerdir, ekonomik düşüncelerdir. Çünkü bu devlet, bu ulus, ekonomik egemenliğini sağlarsa, o kadar güçlü bir temel üzerinde yerleşmiş ve gelişmeye başlamış olacaktır ki, artık bunu yerinden oynatmak mümkün olmayacaktır. İşte düşmanlarımızın, gerçek düşmanlarımızın bir türlü rıza gösteremedikleri, onaylayamadıkları budur…”
Mustafa Kemal Atatürk, 17 Mart 1923
Kaynakça
Abdullah Aysu, Tütün, İçki ve Tekel, 29 Ocak 2003 (www.bianet.org)
Ali Bülent Erdem, Tekel’in Özelleştirilmesi Kimin Yararına, ZMO İstanbul Şube Konferans Sunumu, 15 Ocak 2008
Necdet Oral, Tekellerin Tarımda Özelleştirme Vurgunları, 30 Mayıs 2002 (www.bianet.org)
Tayfun Özkaya, Japon Devleti İyi De Türkiye Devleti Mi Kötü: Tekel’in Yağmalanması (www.uzumsen.org)
Tülay Özerman, 4733 Sayılı Tütün Kanunu İle Beş Yıl, Tekgıda-İş Sendikası Dergisi, Sayı: 98, Temmuz 2007
Tülay Özerman, Özelleştirme ve Tekel, Ölçü Dergisi, Ağustos 2004
Yılmaz Dikbaş, Satılık Vatan, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul, Ekim 2003
DPT, İçki, Tütün ve Tütün Mamulleri Sanayii ÖİK Raporu, Yayın No: 2724-ÖİK: 677, Ankara, 2007
TMMOB, Tekel Raporu, 20. Yılında Türkiye’de Özelleştirme Gerçeği Sempozyumu, 26-27 Mayıs 2005
Çiftçi Sendikaları 2007 Yılı Tarım Raporu (www.karasaban.net)
www.ssuk.org.tr
www.tuik.gov.tr
www.tutuneksper.org.tr
*TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı