Söyleşi: Abdullah Aysu, Aslı Öcal
Bu görüşme 28 Ekim 2014’de İtalya-Roma’da gerçekleştirilen “Toplumsal Hareketler Bulusmasi”nda yapılmıştır.
Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?
Adım Francisca Rodríguez ama herkes beni Pança (Pancha) diye çağırır. Şili’de adı Francisca olan kadınlara kısaca Pancha, Francisco adındaki erkeklere de Pancho denir. Santiago bölgesinde çiçek yetiştiricisiyim, eşim de tohum toplayıcısıdır. Artık çiçek yetiştirmiyoruz sadece geleneksel/yerel tohumları yeniden yaşatmaya çalışıyoruz. Aynı zamanda Şili’deki ANAMURI (Yerli ve Kırsal Kadınlar Ulusal Derneği) örgütünün üyesiyim.
Sanırım Paul ile birlikte, şu an toplantıya katılanlar arasında Via Campesina’nın kuruluşundan bu yana en eski üyelerinden biriyiz. Via Campesina’nın doğuşu Latin Amerika’daki toplumsal hareketlerin kendilerini yeniden ürettiği döneme denk geldi. Yeni siyasi bir dönem çıktı karşımıza. Bu da İspanya’nın Latin Amerika’yı keşfinin 500. yıl kutlamalarına denk geliyordu. Yıldönümü nedeniyle, İspanya beş yıl boyunca şenlikler düzenlemeye hazırlanıyordu. Biz de beş yıllık başka bir kampanya başlattık. Kutlanacak bir şey olmadığını ve asıl kendimizi keşfetmemiz gerektiğini vurgulayan bir kampanya başlattık. Birbirimizi ancak direniş ve mücadelelerimizi tanırsak keşfedebileceğimizi savunduk. Zor zamanlardı.
Sosyalizm sona ermişti. Latin Amerika için ayrıca zor bir dönemdi. Nikaragua gibi ülkelerde karşı devrim süreci başlamıştı. Içinde bulunduğumuz siyasi süreç yüzünden hepimiz endişeli ve üzgündük. Güney Amerika ülkelerinde askeri rejimler ve diktatörlük kol gezerken Orta Amerika’da gerilla savaşları sürüyordu.
Tam da bu süreçte Via Campesina ortaya çıktı ve yine aynı dönemde Latin Amerika’da CLOC (Latin Amerika Kır Örgütleri Koordinasyonu) hareketi doğdu. O günden bugüne 21 yıl geçti, hareketimiz büyüdü.
Bugün artık Via Campesina küresel bir hareket ve bana göre şu ana kadar üç temel katkısı oldu. Birincisi, köylü tarımını savunan çiftçiler olarak dünyaya bir öneri getirdik, o da Gıda Egemenliği’ydi. İkincisi, biz kadınlar olarak II.Latin Amerika Kadın Meclisi’nden itibaren Via Campesina ve CLOC’un tohumla ilgili bir kampanya başlatması gerektiğini vurguladık. FAO’nun düzenlediği I. Dünya Gıda Zirvesi’nde Vía Campesina Gıda Egemenliği bayrağını yükseltti. II. Dünya Gıda Zirvesi’nde ise, bu kez Vía Campesinalı kadınlar dünya çapında yürütülecek olan tohum kampanyasını başlattılar. Via Campesina’nın içindeki bu yeni hareket kadınların katılımıyla güç kazandı. Ve böylecekadınlar Vía Campesina içinde kendilerine alan açmaya başladılar.
Tüm bu gelişmeler çok büyük bir özgüven sağladı ve bütün ülkelerde en azından Latin Amerika’da kadınların harekete dahil olmasını sağladı. Via Campesina da buna zamanla adapte oldu. Örneğin, biz kadınlar olarak Latin Amerika’daki hareket içerisinde kadın-erkek eşitliğini önerdik ve Vía Campesina onayladı. Kadına yönelik şiddete karşı kampanya başlattık, Via Campesina da başlattı. Böylelikle dünya çapında çiftçi/köylü kadın hareketinin güçlenmesini sağladı. Ve çok önemli kadın örgütleri ortaya çıktı… Başlangıçta, kadınlar olarak Via Campesina’dan dışlanmamak için çok büyük mücadele verdik.
II. CLOC Konferansı düzenlendiğinde pozitif ayrımcılık talebinde bulunduk. Kadınların katılımını teşvik etmek için yüzde 30 kota uygulanmasını istedik. Yoldaşlarımız bize “Hiç sorun değil, isterseniz yüzde 50 olsun” dediler. Ama esasında bunu hiç düşünmeden söylediler. Ve biz de bu %50 için çok çaba sarf ettik, çok çalıştık. Kadın-erkek eşitliği asında böyle ortaya çıktı, biz daha öncesinde %50’yi hiç düşünmemiştik bile.
Hindistan’da yapılan III. Via Campesina Kongresi’nde, kadın erkek eşitliği ilkesi hareketin bütün yapıları içerisinde uygulanmak üzere benimsendi. Kadınların %50’yi oluşturması hem Via Campesina’nın dışarıya dönük imajını hem de iç dinamiklerini dönüştürdü tabii ki de. Kadınların katılımından ürkmemeleri gerektiğini anlattık. Kadınlarla birlikte örgütün daha da güçlendiğini göstermeye çalıştık. Bizimle birlikte daha geniş, daha demokratik, ve daha kapsayıcı bir harekete dönüştüğünü anlattık çünkü topluluk ve aile vizyonunu katarak harekete farklı bir boyut getirdik. Ve böylece daha bütünlüklü bir projeye dönüştük. Hâlâ da bu alanda mücadeleye devam ediyoruz.
Sonuç olarak, tohumların Dünya Mirası olmadığını kavrayabilmemiz ve bunu ifade edebilmemiz bir sene sürdü. Tohum esasında yerli ve köylü halkların bize bıraktığı bir miras ve bizler yani kadınlar da onları üreten ve saklayanlarız. Tohumları insanlığın hizmetine sunan bizim halklarımız köylüler ve bunu da dünyayı beslemek için yapmışlar ve yapmaya devam ediyorlar. Bu mücadele de 12 yıldır devam ediyor. Bugün gelinen noktada, tohumların patentlenmesine, tohum yasalarına, UPOV’a karşı önemli bir yol kat ettik. Ve halen de tohumların patentlenemeyeceği, kayıt altına alınamayacağını dair birçok faaliyet sürdürülüyor. Çünkü tohumlar bizimdir, homojen değildir, bir yıldan öteki yıla farklılık gösterir. Onları saklayan, paylaşan, eken biziz. Eğer tohumlar yok olursa biz de yok oluruz, bütün gıda sistema yok olur. Tohum olmazsa Gıda Egemenliği’nden ve tarım reformundan söz edemeyiz. Başka bir deyişle, toprağı ekmek için pazarın tuzağına düşmüş olurdu ki bugün maalesef köylülerin büyük bir çoğunluğu pazarın kıskacında…