Önceki yazıda, 3. Gıda Rejimi’nin “şirketleşme” boyutunun temel unsurlarından bazıları- çokuluslu şirketlerin tarımsal gıda alanında tekelci güçlerini arttırmaları, 2. Yeşil Devrim, süpermarket devrimi ve sertifikalaşma- üzerinde durulmuştu. 3. Gıda Rejimi’nin “şirketleşme” boyutuna ilişkin temel unsurlar arasında yer alan biyoyakıt üretimi ve toprak gaspları konuları ise, bu devam
yazısında ele alınacaktır.
6-Biyoyakıt Ortaklıkları
Üçüncü Gıda Rejimi’nde başlayan biyoyakıt üretimi, tarımsal üretimi hem arz hem de talep yönünden etkilemektedir. Arz açısından bakıldığında, hem her yıl üretilen tarımsal ürünlerin bir bölümünün, artık gıda olarak değil, yakıt olarak kullanılmaya başlandığı, hem de gıda olarak tüketilecek ürünleri yetiştirmek için kullanılabilecek tarım alanlarının bir bölümünün, artık biyoyakıt üretimi için gerekli ürünlere ayrıldığı görülmektedir. Bu durum, dünya tarımsal gıda arzında bir daralmaya yol açmaktadır. Örneğin, mısır üretiminin artması, soya fasulyesi ve buğday üretiminde azalma pahasına gerçekleştirilmektedir.
Öte yandan, biyoyakıt üretimi, tarımsal üretim için yeni bir talep kaynağı niteliği taşımaktadır. Üretilen tarım ürünlerinin giderek artan miktarları, artık gıda olarak değil, biyoyakıt olarak kullanılmak üzere talep edilmektedir. Örneğin FAO verilerine göre, 2007 yılında mısır üretiminde gerçekleşen yaklaşık 40 milyon tonluk artışın 30 milyon tonu başlıca biyoyakıt olan etanol üretimine ayrılmıştır. Etanol üretiminde, en büyük mısır üreticisi ve ihracatçısı olan ABD başı çekmektedir. Onu Brezilya, Çin ve AB izlemektedir. Toplam dünya etanol üretiminde, söz konusu ilk beş ülkenin payı %95’i bulmaktadır. Bu ülkelerin koydukları hedefler ve önümüzdeki yıllara ilişkin projeksiyonlar, biyoyakıta olan talebin artarak süreceğini ortaya koymaktadır. OECD-FAO’nun verilerine göre, etanol üretimi 2000–2007 yılları arasında 3 katına çıkmış, 2008–2012 yılları arasında yaklaşık 1,5 kat daha artmıştır. 2012–2021 yılları arasında da etanol üretiminin 1,5 katından fazla artması beklenmektedir.
Buraya kadar değinilenleri özetleyecek olursak, biyoyakıt üretimi, hem tarım ürünleri arzının gıda olarak tüketilecek kısmını azaltarak, hem de tarım ürünlerinin gıda olarak tüketilmesine alternatif bir talep yaratarak, gıda fiyatlarının kalıcı olarak artmasına neden olmaktadır.
Ancak biyoyakıt üretimi, tarımsal üretimi ve gıda fiyatlarını hem arz ve hem de talep yönünden etkilemekle kalmamakta, tarım ürünleri ve enerji piyasalarını da birbirine eklemlemektedir. Biyoyakıta olan talebin artmasında, petrol fiyatlarındaki artışlar önemli rol oynamaktadır. Bunun sonucunda ise, gıda fiyatları, giderek petrol fiyatlarıyla birlikte hareket eder hale gelmektedir. Günümüzde başta mısır ve kolza olmak üzere, şekerkamışından şeker pancarı, buğday, arpa, soya fasulyesi, palmiye yağı ve kasavaya kadar pek çok tarımsal ürün biyoyakıt üretiminde kullanılmaktadır. FAO(2009), enerji piyasalarının tarımsal piyasalara göre çok daha büyük olduklarına dikkat çekmekte ve biyoyakıt sektörünün, yakıt olarak kullanılabilecek her türlü tarımsal üretimi emebileceğine işaret etmektedir. Bu durum, tarımsal ürün fiyatları üzerinde gıda talebinden çok, enerji talebinin etkili olmaya başladığını göstermektedir. Böylece, 3. Gıda Rejimi’nde, biyoyakıt üretimi nedeniyle, enerji güvenliği ve gıda güvenliği arasında bir karşıtlık doğduğu görülmektedir. Birleşmiş Milletler sözcüsü, yakıt ve gıda arasında ortaya çıkan bu karşıtlığı “insanlığa karşı işlenen suç” olarak nitelendirmiştir.
McMichael, Gelişmekte Olan Ülkeler’de bir biyoyakıt altyapısı oluşturmak üzere gıda, enerji ve finans Çokuluslu Şirketleri arasında ortaklıklar kurulduğuna dikkat çekmektedir. Biyoyakıt üreten şirketler, biyoyakıt üretiminin, bir biçimde gıda gereksinimleri nedeniyle sekteye uğramasını engellemek istediklerinden, tohumdan yüklemeye dek uzanan kendi tedarik zincirlerini oluşturmaya yönelmişlerdir. Bu durum, Çokuluslu Şirketlerin güçlerinin daha da yoğunlaşacağına işaret etmektedir ve “toprak gaspları” konusuyla yakından ilgilidir.
7-Toprak Gaspları
Toprak gaspları, bir sivil toplum kuruluşu olan GRAIN tarafından, zengin ülkelerin ve onların şirketlerinin, yoksul ülkelerin verimli topraklarından büyük alanları -yasal yollarla kamudan, ancak o yerlerde yaşayanlara ve ekip biçenlere sormaksızın- satın alması ya da bunların uzun süreli kullanım hakkını alması olarak tanımlanmaktadır.
2006 yılından itibaren, biyoyakıt için gerekli ürünlerin yetiştiril mesi, tarımsal üretime elverişli toprağı az ama parası bol olan ülkelerin tüketicileri için gıda üretimi ve toprak fiyatları üzerinden spekülasyon yapılması gibi nedenlerle toprak gaspları yapılmaya başlanmış ve giderek yaygınlaşmıştır. Peş peşe Gelişmekte Olan Ülkelerin hükümetleri, kanunlarında değişiklik yaparak, sözde tarıma elverişli olmayan alanlarını yabancıların kullanımına açmaktadır. Dünya Bankası da, bu konuda çekimser davrananları, kredi musluklarını açarak teşvik etmektedir.
2006’dan bu yana, Afrika’da yaklaşık olarak 19,5 milyon hektar ekilebilir alanın, toplam olarak Asya, Afrika ve Latin Amerika’da ise, 50 milyon aileyi besleyebilecek büyüklükte, en az 50 milyon hektar tarım alanının yabancı şirketlerin kullanımına geçtiği kaydedilmektedir. Çarpıcı bir örnek olarak, adalardan oluşan ve halkının %70’inin kırsal kesimde yaşadığı, işgücünün %50’sinin tarımda çalıştığı Filipinler gösterilebilir. Bu ülkede, toplam 13 milyon hektar tarım alanı bulunmaktadır ve 8 milyon hektar tarım alanı yabancı şirketlere tahsis edilmiştir. Açıktır ki bu durum, Gelişmekte Olan Ülkeler’de hızla ve görülmedik biçimde ciddi bir mülksüzleşme ve yoksullaşma dalgası yaratmaktadır.
Belirtmek gerekir ki, Zoomers, toprak alışverişinin, toprak gaspından daha geniş bir çerçevede, mekânın ya da toprağın “yabancılaşması” olarak ele alınması gerektiğini düşünmektedir. Bu çerçevede Zoomers, parası çok, kaynağı az ülkeler için gıda üretimi, biyoyakıt üretimi ve toprak üzerinden spekülasyonun yanı sıra, doğal kaynaklara el koyma, turizm ve Gelişmiş Ülkelerin emeklilerinin daha sıcak ve ucuz bölgelerde yaşama isteği vb. nedenlerle de toprak gaspı yapıldığına dikkat çekmektedir. Görüldüğü üzere, bu tanıma, madenlere ve su kaynaklarına el konması da girmektedir.
Zoomers, bu duruma, Afrika’da ticari biçimde “vahşi hayatı koruma” alanları oluşturulması ya da Arjantin’in Patagonya bölgesinin petrol, gaz ve su kaynakları dâhil Amerikalı zenginlerin özel mülkiyetine geçmesi, Costa Rika, Cape Verde ve Kamboçya’da yerleşiklerin mülksüzleşmesi ve göçe zorlanması pahasına tarım topraklarının turizm bölgelerine dönüşmesi vb. örnekler vermektedir.
Özetle, 3. Gıda Rejimi’nin şirketleşme boyutu, tüm yönleriyle “köylülüğün tasfiyesi” ve mülksüzleştirme süreçlerini görülmedik ölçüde derinleştirmekte ve yaygınlaştırmaktadır. Ancak, toprak gaspları, bütün hızı ve şiddetiyle resme eklendiğinde, Samir Amin’in “Peki bu milyarlarca insana ne olacak?” sorusu herkesi acilen üzerinde düşünmeye çağırmaktadır.