Boğaziçi Üniversitesi’nde karşı-işgalden öğrenci kooperatiflerine uzanan bir sohbetin hikayesi
Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin, üniversite yerleşkesinde açılan Starbucks’taki karşı-işgal hareketi bugün 17. gününde. Bu eylem bir işgal hareketi olarak tanımlansa da, karşı-işgal kavramı önemini koruyor. Öğrenciler karşı-işgal vurgusunu, “Burası zaten bizim mekanımızdı. Üniversiteler, kampüsler biz öğrencilerin, eğitim emekçilerinin, çalışan personelindir. Asıl işgal, Starbucks gibi şirketlerin, sermayenin kampüse girmesidir. Starbucks, bizim yerimizi işgal etmiştir. Biz de bu işgale, karşı-işgal ile cevap veriyoruz. Madem buralar bizim yerleşkemiz, biz de yerleşiyoruz o zaman” sözleriyle açıklıyorlar.1 Öğrenciler, 16 gündür kağıt üzerinde “Starbucks’a ait olan” mekana yerleştiler, geceli-gündüzlü oradalar. Tüm aktivitelerini orada gerçekleştiriyorlar: Gündüz derslerini orada çalışıyor, toplantılar, söyleşiler, konserler düzenliyor, yemeklerini orada yapıp orada her beraber yiyorlar, geceleri de orada kalıyorlar. Sadece öğrenciler değil, mekanı yeniden kendilerine ait kılmak için adım atanlar: Bazı öğretim görevlileri derslerini karşı-işgal alanında veriyor, üniversite personeli de geliyor sohbete, kampüs dışından birçok örgüt ve grup da. İşte bu söyleşilerden bir tanesi de karşı-işgalin 9. gününde Çiftçi-SEN, BÜKOOP (Boğaziçi Üniversitesi Tüketim Kooperatifi) ve Tohum İzi Derneği’nin katılımıyla gerçekleşti. Öğrencilerin yoğun ilgisi ve katılımı sayesinde uzun saatler devam eden ve çok önemli fikirlerin ve hislerin beraberce ortaya çıkarıldığı bu toplantı, karşı-işgal hareketinden doğabilecek bir tohumu da yeşertti: Boğaziçi Üniversite’sinde, iyi, eşitlikçi ve karşılanabilir fiyatlardaki gıdanın varlığını mümkün kılacak bir öğrenci kooperatifi!
Mevcut tarım-gıda sistemini tartışmak ve buna karşı geliştirilebilecek alternatifleri paylaşmak için gerçekleşen bu toplantıda Çiftçi-SEN, BÜKOOP ve Tohum İzi Derneği deneyimlerini, birikimlerini çalışmalarını paylaştılar. Öncelikle, üniversite kampüsünde 2010 yılından beri varolan, ‘başka bir gıda, başka bir tüketim’i somut olarak hayata geçiren BÜKOOP’tan Suat Yalçın söz aldı. Kooperatifin, örgütlü küçük üreticiden örgütlü tüketiciye iyi, eşitlikçi ve temiz gıdayı ulaştırabilmek için çıktığı yolu ve bu yolda adım adım ilerleyişi anlattı. Suat Yalçın, BÜKOOP’un, sadece ürecilerle tüketiciler arasında, aracısız-direk pazar yaratarak ekonomik ilişkileri dönüştürme odaklı değil, mevcut gıda ve tarım sisteminin kendisine karşı bir sosyal, politik, kültürel bir alternatifi gerçekleştirme çalışması olduğunu dile getirirken, BÜKOOP deneyimi sırasında karşılaşılan somut zorlukları da öğrencilerin dikkatine sundu: Türkiye’de kooperatifleşmede karşılaşılan mevzuatla ilgili zorluklar ve engeller, egemen sistemin karşısında yol almaya çalışmanın zaman zaman yarattığı yorucu süreç, ayrılabilen emek ve zamanın azlığı, unutturulmuş dayanışma pratikleri, gündelik hayatımızın içine işlemiş gıda tüketim alışkanlıklarının baskınlığı ve onları değiştirme zorluğu… Yine de, tüm bu zorluklarla beraber ve onlara rağmen, yaklaşık 1 buçuk senedir çoğalarak, yayılarak, dönüşerek ve dönüştürerek devam eden BÜKOOP’un kampüsteki varlığının önemi ve verdiği umut paylaşıldı toplantıda.
Toplantıda daha sonra sözü Çiftçi-SEN Genel Başkanı Abdullah Aysu alarak bugünkü tarım ve gıda sisteminin sorunlarını özetledi. “Bu sisteme karşı neler düşünebilir”, “neler hayata geçirebilir” ve “köy-kent buluşması, içiçeliği beraberce nasıl kurulabilir” soruları üzerinde yaptığı konuşmasında şunları iletti: “Önceleri devletler, gıda üreten şirketleri denetleyebiliyorken, artık denetlenemiyorlar. Eskiden piramidin tepesinde insanlar vardı. Şimdiyse orada çokuluslu-küresel şirketler var. Ülkeleri de bu şirketler yönetmeye başladı. Çünkü artık şirketler ve onların güdümündeki devletler, hükümetler sadece iktidar değil muktedirler de. Ve artık bu kararlar bizlere sorulmuyor bile. Starbucks da burdaki insanlara sormadan ‘ben burada cafe açacağım’ diyebiliyor. Varolan bu sisteme karşı Çiftçi-SEN’in bağlı olduğu Uluslararası Çiftçi Mücadele Örgütü Via Campesina, ‘gıda egemeliği’ diye bir kavram ortaya çıkardı. Gıda egemenliği, üreticilerin neyi, ne şekilde, nasıl üretebileceklerine karar verebilme; tüketicilerin de neyi, kimden, nasıl alabileceklerine karar verebilme hakkıdır. Aynı zamanda bu kararların beraberce alınabilmesi hakkıdır. Gıda egemenliğini hayata geçirmenin yollarından biri de kooperatiflerdir. Şirketlere karşı üreticileri ve tüketicileri koruyabilmek için ekonomik olarak tek örgüt vardır; bu da kooperatiflerdir. Türkiye’de bu amaçla kurulmasalar da, tüm dünyada şirketlere rakip olan ekonomik örgütlerdir kooperatifler”.
Ardından, Tohum İzi Derneği’nden Olcay Bingöl söz alarak küçük çiftçilere destek vermek amacı ile kurulan derneğin nasıl bir kent-köy ilişkisi oluşturduğunu anlattı. Küçük çiftçilerin desteğe ihtiyaç duyduğu eğitim, toplantı, uluslararası ilişkiler alanlarında çalışan derneğin aynı zamanda kurulum aşamasından beri BÜKOOP’a üretici-tüketici iişkilerinin koordinasyonunda gönüllü destek verdiğini ekledi. Bu çalışmaları hayata geçirirken derneğin gıda ve tarıma dair sorunları, gerek üretim-tüketim gerekse kır-kent eksenininde ve ilişkisinde bütüncül bir yaklaşımla ele aldığını vurguladı. Boğaziçi Üniversitesi kampüsünde öğrencilerin kuracakları bahçelerde tarımsal üretim yapabilmeleri ile ilgili olarak Tohum İzi Derneği’nin bir grup öğrenci ile yaptığı ön çalışma ve toplantılardan bahseden Olcay Bingöl, oluşturulabilecek bu bahçelerin de kooperatifleşme sürecine entegre edilebileceğini, böylece üret-tüketim bütünlüğünün de hayata geçirilebileceğini belirtti. Daha sonra yine Tohum İzi Derneği’nden Tarık Nejat Dinç söz alarak üretici-tüketici kooperatifleri arasında direk ilişki ve pazar yaratmayı hedefleyen BÜKOOP çalışmasında kullanılan ürün kriterlerinin ve özelliklerinin hangi kategori ve prensiplere dayanılarak belirlendiğini özetledi.
Toplantının ikinci bölümünde, ilk bölümde aktarılan paylaşımlar ve fikirlerin de uyandırdığı heyecan ile beraber, Starbucks karşı-işgalinin kampüsün gündemine yerleştirdiği “üniversitede nasıl bir gıda istiyoruz ve bunu nasıl hayata geçirebiliriz?” sorusuna odaklanıldı. Bu somut soruya dair hep beraberce sohbet eden öğrenciler ve örgütler, ortak fikirler, heyecanlar, motivasyon ve umutlar geliştirdi. Böylece karşı-işgalden doğabilecek somut adım ve çalışmalardan çok önemli bir tanesinin, öğrenci kooperatifinin tohumları atıldı.
Karşı-işgaldeki öğrencilerin dertlerini anlatırken defalarca dile getirdiği gibi, dert sadece Starbucks’a tepki göstermek, salt ona karşı çıkmak değil. Tüm üniversite bileşenlerinin, daha ucuz ve besleyici yemekler yiyebilmesi talep ediliyor. Kampüste, küçük çiftçileri dev gıda şirketlerinin tahakkümüne bırakan gıda-tarım sistemini temsil eden gıdanın değil; eşitlikçi, ucuz ve iyi gıdanın varolması savunuluyor. Dert, sadece gıda da değil: kampüsteki karar alma mekanizmalarına erişim yollarının kapalı olduğunu, mekanların “iyileştirme” adı aldında soylulaştırıldığını, pahallılaştırıldığını, kampüste “çeşitlilik” adı altında eşitsizliğin arttığını vurguluyor öğrenciler. Ve karşı-işgalin 17. gününde yemek pişirmeye, pişirdikleri yemeği, demledikleri çayı tüm kampüsle paylaşmaya, ders çalışmaya ve hocaların anlattığı dersleri karşı-işgal alanında dinlemeye, birçok örgütle biraraya gelmeye devam ediyorlar. Ayrıca karşı-işgalde neler olup bittiğini bizlerle hergün paylaşıyorlar: http://starbuckssenligi.blogspot.com/
1 İşgal Gastesi, no:1