2006 yılında buğday, mısır, pirinç, süt ve diğer temel gıda ürünlerinde rekor düzeyde fiyat artışları yaşandı. Bu eğilim 2007 yılında da sürdü.The Economist meta fiyatları indeksine göre, 2007 yılında gıda fiyatları yüzde 49 arttı. Dünya 2008’e, tüketim kapasitesine oranla en düşük hububat stoklarıyla girdi.
2008’de de artmaya devam eden gıda fiyatları küresel bir krize dönüştü; siyasi ve ekonomik istikrarsızlıklara, sosyal huzursuzlara yol açtı. Türkiye’de gıda kriziyle birlikte zamlar hızlandı. Artan un fiyatları gerekçe gösterilerek ekmeğe zam yapıldı. Pirinç fiyatlarında yüzde 130’a varan artışlar yaşandı. Bulgur ve makarna fiyatları da önemli ölçüde arttı. Buna karşın hükümetin aldığı önlemler gıda fiyatlarında azalmaya yol açmadı.
Dünyada açlık ve kıtlığın korkunç boyutlara ulaşmasının, gıda krizlerinin başta gelen nedeni uluslararası mali kuruluşların çokuluslu gıda-tarım şirketlerinin çıkarlarını koruyan politikalarıdır. Çokuluslu şirketler, DTÖ tarafından dayatılan serbest ticaret anlaşmalarıyla, küresel pazarlardaki gıda-tarım ürünlerini kontrol etmekte ve insanların gıdaya ulaşma hakkına engel olmaktadırlar. Kısacası, gıda fiyatlarındaki artış, tarımı piyasa güçlerine teslim etmenin bir sonucudur. Türkiye’de tarımın çökme aşamasına gelmesinin sorumluları da, yıllardan beri kesintisiz bir şekilde IMF-Dünya Bankası patentli tarım politikalarını sürdüren siyasi iktidarlardır.
2007’de tarıma IMF-Dünya Bankası destekli tasfiye programı ve küresel ısınmanın yol açtığı kuraklık egemendi, birçok üründe rekolte düştü, yükselen fiyatlar tüketicileri de zor durumda bıraktı. 2008 yılında ise gıda krizinin etkileri sürerken, ABD’de başlayan ve tüm dünyayı saran mali kriz tarımı da vurmaya başladı.
Kuraklık Güneydoğu’da tarım ve hayvancılığı bitme noktasına getirdi
2007 yılında yaşanan meteorolojik kuraklık daha sonra tarımsal kuraklığa dönüşmüş, bu nedenle çiftçiler birçok üründe çok önemli zararlara uğramışlardı. TÜİK’in ürün bazında yaptığı çalışmaya göre; üretim kaybı buğdayda yüzde 13,3; arpada yüzde 22,4; kuru fasulyede yüzde 18,2; mercimekte yüzde 10,1; ayçiçeğinde yüzde 22,8; şekerpancarında yüzde 10,9, pamukta yüzde 10,5; fındıkta yüzde 19,8’i bulmuştu. Bu yıl ise Güneydoğu Anadolu aşırı kuraklık nedeniyle zor günler yaşadı. Özellikle Mardin, Batman, Şanlıurfa, Adıyaman ve Şırnak illerinde, son 20 yılın en büyük kuraklığı görüldü. Uzmanlar bölgede tarım ve hayvancılığı bitirme noktasına getiren kuraklığın toplumsal bir soruna dönüştüğünü, göçlerin yaşanan kuraklıkla birlikte ivme kazandığını belirtiler.
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası 27 Nisan’da yaptığı açıklamada, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin 2007–2008 tarım yılına ait yağış ortalamalarında, olağan yıllara göre yüzde 70’lere varan düşüşler nedeniyle yaşanan kuraklıktan dolayı normal üretim yıllarına göre buğdayda 2,5 milyon tonluk, arpada 1 milyon tonluk; kırmızı mercimekte ise 271 bin tonluk üretim düşüşü olacağını öngördü.
Kriz yılını başka bir kriz yılıyla kıyaslamak genel eğilimi yansıtmıyor
TÜİK bitkisel üretime ilişkin son tahminini 4 Aralık’ta yayımladı. Buna göre, hububatta üretim miktarlarının bir önceki yıla göre binde 2; sebzelerde yüzde 6; meyvelerde ise yüzde 7,3 oranında artış olacağı tahmin edilmiştir.
Ancak bu karşılaştırmanın geçen yılın aynı dönemiyle yapıldığını ve 2007’de dünyada ve Türkiye’de sıcak ve kuraklığın çok etkili olduğunu belirtmek gerekir. Bu nedenle 2008 yılına ait üretim verilerini 2006 yılıyla karşılaştırmak daha doğru olacaktır:
- 2006 yılında 35 milyon ton olan toplam hububat üretimi 2008’de 29 milyon tona gerilemiştir.
- Önceki yıllarda 20–21 milyon ton dolayında gerçekleşen buğday üretimi, 2007 ve 2008 yıllarında 17–18 milyon ton dolayında sabitlenmiş gözükmektedir.
- 2006 yılında 9,6 milyon ton dolayındaki arpa üretimi 2008’de 6 milyon tona düşmüştür.
- Hububat ürünlerinden mısır ve (bir ölçüde) çeltik üretiminde istikrarlı bir artış gözlemlenmektedir.
- Patates, baklagiller, yağlı tohumlar ve pamuk üretimi gerilemektedir. 2006 yılında 580 bin ton olan kırmızı mercimek üretimi 2008’de 110 bin tona; 42 bin ton olan yeşil mercimek üretimi ise 26 bin tona düşmüştür.
- Tütün ve şeker pancarı üretimi, 2006 yılındaki üretim düzeyini ancak yakalayabilmiştir.
- Turunçgiller ve zeytin üretimi 2006’daki seviyesinin oldukça gerisindedir.
- Yumuşak (elma, armut) taş çekirdekli (kayısı, vişne) ve sert kabuklu kimi meyvelerdeki (fındık, ceviz) üretim artışı sürmektedir.
- Kuru soğan, domates üretiminde önemli düzeyde artış; buna karşılık hıyar, pırasa, patlıcan üretiminde ise gerileme görülmektedir.
Gelelim ürün bazında değerlendirmelere:
Mercimek üretiminde çöküş
Dünyada mercimek üretiminin yaklaşık yüzde 70’i Hindistan, Kanada ve Türkiye tarafından gerçekleştiriliyor. 1990’lı yıllara kadar mercimek üretiminde dünya pazarına hakim olan Türkiye, günümüzde ithalatçı bir ülke konumuna geldi.
Kırmızı mercimek üretiminin yüzde 86’sı kışlık olarak Güneydoğu Anadolu’da (yoğun olarak Şanlıurfa, Diyarbakır, Mardin, Gaziantep, Adıyaman, Batman ve Şırnak’ta) gerçekleştiriliyor. 2008 mercimek üretimi açısından bugüne dek yaşanan en verimsiz yıl oldu. 2007–2008 üretim yılında Güneydoğu’da normalden yüzde 70 daha az düşen yağışlar, kırmızı mercimekte yüzde 78 oranında üretim düşüşüne yol açtı.
Bu durumda 2008 yılı kırmızı mercimek rekoltesi 110 bin ton dolayında gerçekleşecektir. Önceki yıllarda iç tüketimin 340 bin ton dolayında olduğu dikkate alındığında, üretimin iç tüketime yetecek düzeyde olmayacağı anlaşılmaktadır. Nitekim TMO’ya, 4 Temmuz 2008 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 2008/13833 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla gümrük vergisiz 100 bin ton kırmızı mercimek ithalat yapma izni verilmiş; söz konusu Karar çerçevesinde 45 bin ton kırmızı mercimek ithal edilmiştir.
TMO buğday için müdahale fiyatı açıklamadı
Türkiye’nin yıllık buğday üretim ortalaması 20, tüketimi ise 18 milyon ton dolayında. Yaşanan kuraklık nedeniyle buğday rekoltesi 2007’de 17,2 milyon tona geriledi; 2008 yılında ise 17,8 milyon ton olarak tahmin ediliyor. Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) geçen yıl piyasanın çok altında bir fiyat açıkladığı için buğday alamadı.
Üstelik dünya piyasalarında buğdayın tonu 200 dolarken yaşanan krizi göremedi ve 500 dolardan buğday ithal etmek zorunda kaldı. 1938’den bu yana savaş ve kriz dönemlerinde bile her yıl buğday için alım fiyatı açıklayan TMO ilk kez bu yıl fiyat açıklamadı. Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker’ “Fiyatların düşmemesi için hububat alım fiyatlarını açıklamıyoruz” diyor; ancak TMO’nun hasat döneminde ithalat yaparak üreticiyi zarara uğrattığını unutuyor.
Arpa ihracatçısı Türkiye artık ithalatçı ülke
Türkiye arpa üretiminde AB, Rusya, Ukrayna, Kanada ve Avustralya’dan sonra 6. sırada yer alıyor. 2000’li yıllara dek arpa ihraç eden Türkiye, uygulanan yanlış politikalar nedeniyle arpa ithal eder hale geldi. 2005 ve 2006 yıllarında 9,5 milyon ton olan üretim, kuraklığın da etkisiyle 2007’de 7,3; 2008’de ise 5,9 milyon tona geriledi. Türkiye’de buğdaydan sonra en fazla ekimi yapılan hububat olan arpa yem sanayiin en önemli girdilerinden birisi ve dolayısıyla hayvancılık açısından yaşamsal öneme sahip. Bu nedenle Türkiye önümüzdeki yıl önemli miktarda arpa ithal etmek durumunda kalacaktır.
Pamukta ekim alanları daralıyor
1980’li yıllara kadar pamuk ihracatçısı olan Türkiye, artık ithalat ülkesi oldu; yıllık 1 milyon tonluk ithalatı ile Çin’den sonra ikinci sırada yer alıyor. Kuraklığın etkisiyle son iki yılda pamuk üretimindeki gerileme yüzde 24’ü buldu.
Bundan 10 yıl önce pamuk denildiğinde akla gelen yerler arasında olan Amik Ovası’nda girdi fiyatlarına yapılan zamlar, su sıkıntısı ve ürünün para etmemesi nedeniyle yaklaşık 100 bin hektarlık pamuk ekim alanları 63 bin hektara düştü, pamuktan istediği geliri sağlayamayan çiftçi buğday ekimine yöneldi. Ege’de geçen yıl 120 bin hektar olarak gerçekleşen pamuk ekili alanlar bu yıl 74 bin hektara geriledi. Ege’de pamuk yerine başta mısır olmak üzere domates, ayçiçeği, yonca ve biber tercih ekimi yapılıyor.
Pamuk üretimdeki gerilemenin Ege’de yüzde 20–25, Çukurova’da yüzde 40, Güneydoğu Anadolu’da ise kuraklığın da etkisiyle yüzde 40–45’i bulacağı ve ithalatın 1 milyon tonun üzerine çıkacağını tahmin ediliyor.
Fındık fiyatları kasıtlı olarak geç açıklandı
Fındık özellikle Ordu ve Giresun illerinin ekonomisine yön veriyor, bu iller için ekmek, emek, alınteri, yani her şey demek. Dünya fındık üretimin ve ihracatının dörtte üçünü tek başına gerçekleştiren Türkiye, 2008’de yüksek rekolte sorunuyla karşı karşıya kaldı. TÜİK’e göre üretim 769 bin ton dolayında gerçekleşti. Hükümet, 2006 ve 2007’de Fiskobirlik’i devre dışı bırakarak asıl görevi hububat piyasasını düzenlemek olan Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO)’ne fındık alımı yaptırdı. Hükümetin yağlık kararnamesi çıkarmasına karşın TMO yeni sezona 300 bin ton stokla girdi.
2007 seçim yılı olduğu için hükümet fındığa enflasyonun üzerinde (yüzde 29’luk) bir artışla 5 YTL fiyat verdi. Fındık hasadı 1 Ağustos’ta başladı. Ancak hükümet fındık fiyatını bir ay gecikmeli olarak, tüccarı ve ihracatçıyı memnun edecek şekilde açıkladı. İktidar böylelikle fındık üreticilerinin refahı yerine yerli ve yabancı tarım-gıda şirketlerinin beklentilerini tercih etti. Üreticinin satın aldığı birçok malın fiyatının artmasına karşın, fındık fiyatları 200’te göre yüzde 20–25 oranında geriledi, üretici ürününü çaresizlikten yok pahasına sattı.
Karadeniz’de çay üretimi tehlikede
2007 verilerine göre Türkiye’de çay üretimi 766 bin dekarlık alanda 204 bin üretici tarafından yapılıyor. Yılda ortalama 1,1–1,2 milyon ton yaş çaydan 200–220 bin ton kuru çay elde ediliyor. Önemli bölümü 1938’de kurulan çay bahçelerinin ekonomik ömrü 65-70 yıl dolayında. Bu nedenle çaylıkların en az yarısının yeniden oluşturulması gerekiyor, ancak yenileme için gerekli olan kaynak milyar YTL.
Öte yandan, AB Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin 2008 Yılı Ulusal Programı’na göre “Devlet, özelleştirme vizyonu çerçevesinde önümüzdeki dönemde, et-balık ürünleri piyasası, şeker, tütün ve çay ürünlerinin işlenmesi alanlarından tamamen çekilecektir”. ÇAYKUR’un özelleştirilmesi halinde yaşanacak durum çayın tümüyle değersizleşmesi ve üreticinin çayını toplamaktan bile vazgeçmesi olacaktır. Sermaye daha çok kar ve ucuz emekten yanadır. Bu durumda işçilik maliyeti daha düşük ülkelerden çay getirip Türkiye’de pazarlamak daha mantıklı olacaktır. Böylelikle Karadeniz’de çay tarım ve sanayi bitirilecek; kendi insanımızdan esirgenen kaynaklar çokuluslu çay tekellerine akıtılacak; çay üreticisine ise yoksulluk ve göç yolları kalacaktır.
Tütün üreticiliğinde yıkım
2001 yılında çıkarılan Tütün Kanunu hükümleri gereğince TEKEL’in destekleme alımlarından çekilmesi ve sözleşmeli üretime geçilmesi tütüncülük için yıkım oldu. Dünyanın en kaliteli şark tütününü üreten Türkiye çiftçisi üretimden hızla uzaklaştı. 2002–2007 döneminde ekici sayısı 410 binden 180 bine, ekim alanı 195 bin hektardan 140 bin hektara, üretim de 163 bin tondan 75 bin tona geriledi.
Çokuluslu sigara şirketleri fabrikalarını Ege Bölgesi’nde kurdular, ancak üretimlerinde yerli tütün yerine ithal tütün kullanıyorlar. Son 10 yıllık ortalamalara göre yılda 60 bin ton tütün ithal ediliyor ve 260 milyon dolar yabancı ülkelerin üreticilerine aktarılıyor.
TEKEL’in özelleştirilmesiyle birlikte tütün üretimi politikasını artık çokuluslu sigara şirketleri belirleyecek; on binlerce tütün ekicisi ise bunların insafına terk edilecektir. Dışarıya kar transferi ise bu yağmanın başka bir yönünü oluşturacaktır.
Özelleştirilme süreci TEKEL’in pazarını bitirdi
1999 yılında TEKEL’in sigara pazarında yüzde 70 olan payı 2003 yılında yüzde 55’e düştü, kuruluşun özelleştirilmesi sürecinin başladığı bu dönemden sonra kaybı hızlandı. TEKEL’in pazarda 1997–2003 yılları arasındaki kaybı yüzde 16 düzeyindedir. 2004–2006 dönemi değerlendirildiğinde ise, iki yıl içerisinde yaklaşık yüzde 11 oranında pazar payı kaybettiği görülmektedir. TEKEL’in pazar payı kaybı, pazara yeni giren kuruluşlar kadar mevcut rakiplerinden özellikle Philip Morris lehine sonuçlandı. 2004 yılında TEKEL pazarda hala lider konumdayken, bu yıldan sonra Philip Morris lider konuma geçti. 2007 yılında TEKEL’in payı yüzde 31 dolayında idi.
TEKEL’in sigara pazarındaki payının düşmesine paralel bir gelişme de şark tipi sigaraların pazardaki paylarının hızla gerilemesi oldu. Şark tipi sigaraların toplam pazardaki payları, Amerikan harmanlı sigaraların pazara girmelerinden itibaren düşmekle birlikte 2004 yılı öncesine kadar yüzde 35–40 aralığında istikrarlı bir pazar payını korudular. Ancak, bu pay 2004’te yüzde 22’ye, 2005’te yüzde 14’e ve 2007 yılında yüzde 9’a geriledi.
TEKEL sigara İngilizlere satıldı, yerli tütün tta’ya kaldı
146 yıllık bir geçmişe sahip olan TEKEL (Tütün, Tütün Mamulleri, Tuz ve Alkol İşletmeleri Genel Müdürlüğü), 5 Şubat 2001 tarihinde Özelleştirme Yüksek Kurulu kararı ile özelleştirme kapsam ve programına alınarak 1 Ocak 2003’te sigara ve alkollü içkiler birimi şeklinde yeniden yapılandırıldı.
TEKEL’in bağlı ortaklığı olan Sigara Sanayii İşletmeleri için biri blok satış, diğeri de varlık satışı yöntemi olmak üzere daha önce iki kez ihale açılmış, ancak sonuç alınamamıştı. Özelleştirme İdaresi’nin (ÖİB) TEKEL Sigara için 24 Ekim 2003’te “blok hisse satış” yöntemiyle açtığı ilk ihalede Japan Tobacco’nun verdiği 1 milyar 150 milyon dolarlık en yüksek teklif yetersiz bulunmuş ve ihale iptal edilmişti. 13 Aralık 2004’te “varlık satışı” yöntemiyle açılan ihalede ise son teklif verme süresi 8 Nisan 2005 tarihine kadar uzatılmasına karşın hiç teklif gelmemişti.
TEKEL’e ait üretilen sigara markalarıyla birlikte sigara fabrikaları ve taşınmazların, “varlık satışı” yöntemiyle özelleştirilmesine ilişkin üçüncü ihale, 22 Şubat 2008 tarihinde yapıldı; şirket hisselerinin 1 milyar 720 milyon dolar peşin bedelle en yüksek teklifi veren British American Tobacco’ya (BAT) satılmasına karar verilerek hisse devri 24 Haziran 2008 tarihinde gerçekleştirildi.
Şirket ile BAT arasında imzalanan sözleşme uyarınca, özelleştirme ve devre konu olan markalarla “TEKEL” logosunun 24 Aralık 2008 tarihinden itibaren ürün/mal/tabela üzerinde kullanılmaması kabul edildi. Bu çerçevede şirketin yeni logosu ve işletme adı “TTA” olarak değiştirildi. Böylelikle tütünde son yerli kale olan TEKEL’in BAT’a satılmasıyla 2008’de sektörün tümü yabancı şirketlere devredilmiş oldu.
AKP: Devletin tarım işletmesi kurması doğru değil
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın 2002–2008 dönemine ilişkin faaliyetlerinin anlatıldığı dokümanda; verimliliğini yitiren bazı Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM) işletmelerinin kiralama yoluyla özel sektöre açıldığı; son 4 yılda 13 işletmenin (toplam TİGEM arazisinin yüzde 4’ü) kiraya verildiği belirtiliyor.
Özelleştirme İdaresi Başkanı (ÖİB) Metin Kilci, özellikle tarım sektöründeki kuruluşların özelleştirilmesi gerektiğini, devletin tarım işletmesi kurarak, tarımı desteklemesinin doğru ve kabul gören bir yöntem olmadığını açıklıyor. Bu açıklamanın ardından TBMM Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu Başkanı ve AKP Adana Milletvekili Vahit Kirişçi, TİGEM arazilerini kiralayan özel sektör şirketlerinin, bu alanları değerlendirmeleri ve taahhütlerini yerine getirmeleriyle ilgili bazı eksikliklerin olduğunu; bu konuda bir yasal düzenlemeyi gündeme getireceklerini belirtiyor.
TİGEM’ler özellikle küçük ve orta ölçekli çiftçilere çağdaş tarım uygulamalarını göstermek; onlara tohumluk, damızlık hayvan, fide-fidan gibi girdileri sağlamak amacıyla kurulmuşlardır. Günümüzde tarımın tohumluk ve damızlık gereksinimini karşılayan en önemli kuruluşlar olup; sertifikalı hububat tohumluğunun yüzde 80′ini, yem bitkileri tohumluğunun yüzde 75′ini, damızlık hayvan gereksiniminin yüzde 10′unu karşılamaktadırlar. Bunların özelleştirilmesi, çiftçiyi çokuluslu şirketler ve onların yerli ortaklarının insafına tek etmek anlamına gelmektedir.
2008’de Tarım II: Türkiye Tarımda da İthalat Ülkesi
Tarım Kanunu’nun yüzde birinden az olamaz şeklindeki hükmüne karşın destekler GSYH’nin yüzde 0,6’sı dolayında kaldı. Faizcilere ise milyonlarca çiftçiye ödenenin 9 katı kaynak aktarıldı.
Başbakan’ın 2008 yılından itibaren DGD ödemelerinin kaldırılarak, ürüne destek verecekleri yönündeki açıklamasına karşın 2008’de de DGD uygulaması sürdürüldü. Ancak 2007 yılında çiftçiye dekar başına 10 YTL olarak ödenen DGD, 2008’de 7 YTL’ye düşürüldü.
Tarımsal destekleme ödemelerindeki kanuna aykırılık sürüyor
5488 sayılı Tarım Kanunu; 25 Nisan 2006 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Hükümet, Kanunun çıktığı 2006’dan beri 2007, 2008 ve 2009 yıllarına ilişkin bütçeleri yaptı. Her üç yılda da Tarım Kanunu’nun 21. maddesine aykırı hareket edildi. Çünkü Tarım Kanunu’nun “Tarımsal desteklemelerin finansmanı” başlıklı 21. maddesine göre “Tarımsal destekleme programlarının finansmanı, bütçe kaynaklarından ve dış kaynaklardan sağlanır. Bütçeden ayrılacak kaynak, gayrisafi milli hasılanın yüzde birinden az olamaz”.
Faiz ve Tarım Destek Ödemeleri |
2007 |
2008* |
2009** |
GSYH (cari fiyatlarla milyon YTL) |
853.636 |
994.315 |
1.111.438 |
Bütçe giderleri (milyon YTL) |
204.068 |
229.535 |
259.157 |
Faiz giderleri (milyon YTL) |
48.753 |
54.500 |
57.500 |
Tarım destekleri (milyon YTL) |
5.555 |
5.911 |
4.950 |
Faiz giderinin GSYH’deki payı, yüzde |
5,7 |
5,5 |
5,2 |
Tarım desteğinin GSYH’de payı, yüzde |
0,65 |
0,59 |
0,45 |
Faiz giderinin bütçedeki payı, yüzde |
23,9 |
23,7 |
22,2 |
Tarım desteğinin bütçedeki payı, yüzde |
2,7 |
2,6 |
1,9 |
Faiz gideri/Tarım destekleri (kat) |
9 |
9 |
12 |
*Gerçekleşme tahmini, **Bütçe başlangıç ödeneği |
Tarımsal desteklemeye 2007 bütçesinden gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYH) binde 65’i (5 milyar 555 milyon YTL); 2008 bütçesinden GSYH’nin binde 59’u (5 milyar 911 milyon YTL) ödendi. 2009 yılı bütçesinden ise GSYH’nin binde 45’i (4 milyar 950 milyon YTL) kaynak ayrıldı. (Tarımsal destekleme ödeneği 2009 Bütçe Kanunu Tasarısında TBMM’ye 5,5 milyar olarak sunulmuştu. Görüşmeler sırasında IMF ile yeni bir stand by anlaşması yapmaya hazırlanan hükümet yüzde 10’luk (548,7 milyon YTL) kesinti yaptı).
Son üç yıldır tarımsal destekleme ödemelerinin GSMH’ye oranı düşüyor; dolayısıyla Hükümet Kanunun 21. maddesini (Bütçeden ayrılacak kaynağın GSMH’nin yüzde birinden az olamayacağı hükmü) hiçe sayıyor.
Rantiyeye 10, çiftçiye 1
Tablodan da görüldüğü gibi, para-sermaye sahiplerine bütçeden yapılan faiz ödemeleri 2007 yılında 48,8 milyar YTL’yi bulurken, bu toplam bütçe giderlerinin yüzde 23,9’una tekabül ediyordu. Aynı yıl işgücünün yüzde 26’sını oluşturan 5,6 milyon kişiye verilen destek bütçe giderlerinin yalnızca yüzde 2,7’si idi. 2008 yılında bütçenin yüzde 23,7’si faize; yüzde 2,6’sı ise tarıma verildi. Bu iki yılda bütçeden bir avuç rantiyeye aktarılan kaynak, milyonlara çiftçiye verilenin 9 katını aştı. 2009’da ise bütçenin yüzde 22’si faiz ödemelerine gidecek; tarıma ayrılan pay yüzde 2’yi bile bulmuyor.
2008’de destekleme primleri yalnızca 1 kuruş artırıldı
2007’de yaşanan kuraklığa karşın yağlı tohum destekleme primleri artırılmamış; zeytinyağı primi kilo başına 11 kuruştan 20 kuruşa çıkarılmış, dane mısır primi ise 6,7 kuruştan 2 kuruşa düşürülmüştü.
2008 ürünü destekleme primleri uygulama tebliği 25 Ekim 2009 tarihli Resmi Gazete’de yayımlandı. Söz konusu tebliğe göre, 2008 yılı ürünü destekleme primi miktarları kilogram başına; kütlü pamuk için 30 YKr, yağlık ayçiçeği için 21 YKr, soya fasulyesi için 23 YKr, kanola için 23 YKr, dane mısır için 4 YKr, aspir için 23 YKr ve zeytinyağı için 21 YKr olarak belirlendi. Bu durumda yağlı tohum ve zeytinyağı primleri 1 YKr artırılırken; dane mısır primi 2 YKr artırılmış oldu. Türkiye’nin yaklaşık 2 milyar dolar ithalat yaptığı yağlı tohumlarda prim desteğinin artırılmaması dışa bağımlılığı daha çok artıracak.
Üretimle bağlantılı destekler Türkiye’yi AB’den uzaklaştırır
5 Kasım’da Avrupa Komisyonu tarafından yayımlanan Türkiye 2008 İlerleme Raporu’nda: “Hükümetin, üretimden bağımsız alan ödemelerini kaldırarak, yerine üretimle bağlantılı ödemeler getirilmesine ilişkin niyet beyanı, endişe kaynağı olmaya devam etmektedir. Böyle bir gelişme, Türkiye’nin tarım politikasının; reforme edilen OTP, rekabetçilik ve pazar yöneliminden uzaklaşmasına yol açabilir” denildi. Raporda ayrıca Türkiye’nin, AB’den sığır eti ve canlı hayvan ithalatı yasağını sürdürdüğü; bu engellerin ikili yükümlülüklerle uyumlu olmadığı; bunların ortadan kaldırılmasının bu fasıldaki katılım müzakerelerinin başlaması için kilit bir unsur olduğu belirtildi. Yoruma ihtiyaç var mı?
Tüketim azalınca fabrikalar gübre üretimini durdurdu
2007 yılında kimyasal gübre fiyatlarındaki artış yüzde 54’e ulaşmış; bu nedenle gübre tüketimi yüzde 4 oranında azalmıştı. 2008 Ekim ayı itibarıyla son bir yılda gübre fiyatlarında yüzde 150’ye varan fiyat artışları oldu.
Bu artışlar sonucu 2008 Ocak–Ağustos döneminde gübre tüketimi bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 12 oranında düştü. Çiftçinin gübre alım gücü buğdayda yüzde 45, şekerpancarında yüzde 48, ayçiçeğinde yüzde 58, fındıkta yüzde 60, mısırda yüzde 66, pamukta ise yüzde 70 oranında geriledi.
Çiftçilerin çoğu sonbahar ekimini gübre kullanmaksızın yaptılar. Bilimsel araştırmalara göre gübre verimliliği yüzde 50–60 arasında artırıyor. Bu durum kuşkusuz bitkisel üretimde kalite ve verim sorunlarını da birlikte getirecek.
Bu arada Tekfen Holding, mevsimsel nedenler ve mali krizin etkilerinden dolayı sonbahar gübrelerine olan talebin azalması nedeniyle, bağlı kuruluşu olan Toros Tarım’ın Ceyhan ve Samsun tesislerinde üretimi Aralık ayı itibariyle geçici süreyle durdurduğunu açıkladı.
Öte yandan Gemlik Gübre doğalgaz fiyatlarının yüksekliği gerekçesiyle 330 bin tonluk amonyak 10 yılı aşkın süredir çalıştırmıyor. Daha önce bir kamu kuruluşu iken 2004 yılında özelleştirme kapsamında Yıldız Entegre AŞ’ye satılan İstanbul Gübre Sanayi (İGSAŞ) ise yıllık 396 bin tonluk amonyak üretim kapasitesine sahip olmasına karşın aynı gerekçeyle gübre üretimi yapmıyor.
Gemlik’te gübre fabrikası arazisinde termik santral
Gemlik’te 940 dönümlük arazi üzerine kurulu bir kamu kuruluşu olan TÜGSAŞ Gemlik Gübre Sanayi, Şubat 2004’te özelleştirilmiş ve üzerindeki amonyak ve gübre üretim tesisleri, sosyal tesisler, zeytinlikler ve lojmanların bulunduğu deniz kıyısındaki bu alan, bedelinin çok altında olduğu belirtilen bir para karşılığında Yıldırım şirketler grubuna satılmıştır.
Şubat 2008’de bu şirketin öncülüğünde Gemlik Elektrik Üretim AŞ kurulmuş ve adı geçen şirket Eylül 2008 tarihinde Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’na gübre fabrikası arazisinde 500 MW gücünde termik santral kurmak ve elektrik üretmek üzere lisans başvurusunda bulunmuştur.
Bu tesisin yapımı halinde çıkan gaz ve kül parçacıkları bölgenin doğal bitki örtüsünü ve tarım alanlarını olumsuz etkileyecek, çevre sağlığı ve insan başta olmak üzere canlı yaşamı için büyük riskler oluşacaktır. Çıkan gazlar radyoaktif olabiliyor ve bu çok daha büyük sorunların kapısını aralıyor. Tüm toz, kül ve zararlı gazlar süzülse bile büyük oranda -küresel ısınmanın temel nedeni olan- karbondioksit havaya karışıyor.
Türkiye’de üretilen elektriğin iki katı yalnızca rüzgâr santralleri kurarak, çevreye ve doğaya hiçbir zarar vermekten elde edilebilecekken, ithal kömürle elektrik enerjisi elde etmenin enerjide dışa bağımlılığı daha da artıracağını belirmek gerekir.
Trakya’da küçük üreticilik tasfiye oluyor
Ayçiçeği, buğday ve çeltik ağırlıklı bir üretim desenine sahip olan Trakya’da 100 dönümün, kimi yörelerde ise 150 dönümün altında toprağa sahip çiftçiler ekonomik krizin etkisiyle üretimden çekilmeye ve tarlalarını satmaya başladılar. Bir yandan küçük üreticilik tasfiye olurken öte yandan bu arazileri toplayan büyük çiftlikler oluşuyor. Trakya’da gidiş 1950’lerdeki büyük çiftlik modeline doğru.
Öte yandan bankalar aldıkları kredileri geri ödeyemeyen çiftçiler hakkında icra takibi başlattılar. Son olarak Çanakkale Bayramiç Ziraat Bankası Şubesi, kredi borcunu ödeyemeyen 11 çiftçinin tarlasının icrayla satılacağını duyurdu.
Gıdada tekelleşme ve yabancılaşma artıyor
Türkiye 1990’lı yıllardan itibaren geleneksel perakendecilikten organize perakendeciliğe geçişin başlamasıyla birlikte hızlı bir süpermarketleşme sürecine girdi. Süpermarketlerin sayısı 1998–2008 dönemini kapsayan 10 yılda yaklaşık 4 kat arttı. Nielsen’in araştırmasına göre, 1998’de 2 bin 135 olan büyük market sayısı 2008’de 8 bin 252’ye çıktı.
Bu süreçte küresel zincirlerin (Carrefour, Tesco, Metro) Türkiye’ye yönelik yatırımlarıyla yerli zincirlerin (Migros, BİM) sayılarını artırmaları önemli rol oynadı. Son 10 yılda bakkal sayısı ise yüzde 23 oranında azalarak 155 binden 113 bine geriledi. Öte yandan süpermarketlerin sigara hariç tüm hızlı tüketim ticaretinden aldığı pay 10 yılda 26 puan artarak yüzde 54’e yükselirken, orta market ve bakkalların payı yüzde 36’ya düştü.
Organize perakende son yıllarda birbiri ardına gelen satın almalarla yeniden şekillendi. 2008’de sektörün lideri Migros’un İngiliz BC Partners’a satılması, dengeleri yabancı şirketler lehine çevirdi. Migros’un pazar payı yüzde 20,5; ardından yüzde 13,6’lık pazar payı ile CarrefourSA ikinci sırada yer alıyor. Diğer güçlü yabancı oyuncular Metro Grup ve Tesco-Kipa ile yabancı ortaklı şirketlerin pazar payları yüzde 60’a yaklaşıyor.
GAP için yeni Eylem Planı
Enerji ve sulama ağırlıklı bir proje olan GAP’ta günümüze kadar enerji yatırımlarının yüzde 70’i; sulama projelerinin ise 15’i tamamlandı. Projenin nihai sulama hedefi 1,8 milyon hektar. Bugüne kadar ancak 270 bin hektar alan sulamaya açılabildi. Hükümet GAP için Mayıs 2008’de yeni Eylem Planı açıkladı. Bu plana göre; 2012 yılına kadar 790 bin hektarlık yeni alan sulamaya açılacak; 1.649 kilometre sulama ana kanalı yapılacak. Cizre ve Silvan barajları bitirilecek; Ilısu Barajı’nın inşaatına başlanacak.
Açık kanalet sistemi kaldırılacak, damlama ve yağmurlama projelerine ağırlık verilecek. Sınır boyundaki 30 bin hektarlık mayınlı arazi temizlenerek organik tarıma açılacak. Plan, beklendiği gibi, Bölge’nin sorunlarına odaklı değil, Türkiye genelinde sıkıntısı duyulan enerji ve gıda krizine dönük sulama yatırımı, ancak dünyada başlayan ve hızla yayılan bir dünya krizi konjonktürüne denk düştüğü için gerçekçi değil. Enerji yatırımları hem yapım aşamasında hem bittikten sonra istihdam yaratmazlar. Sulama yatırımların tamamlanması ve işletmeye açılması da uzun zaman alacak.
Türkiye artık tarımda da ithalat ülkesi
Tarımda uygulanan IMF-Dünya Bankası patentli yanlış politikaların yanı sıra küresel ısınmanın neden olduğu kuraklık, birçok üründe rekolte kayıplarına yol açarak çiftçi gelirlerini düşürmüş, tarım alanında da dışa bağımlılığı artıran etmenlerden biri olmuştur.
2007 yılı bütününde tarım ürünleri ihracatı 3 milyar 724 milyon dolar, buna karşılık ithalat ise 4 milyar 640 milyon dolar idi; dış ticaret açığı 916 milyon dolar olarak gerçekleşmişti.
2008 Ocak-Ekim döneminde 2007 yılının aynı dönemine göre tarımsal ihracat yüzde 9,8 artarak 3 milyar 96 milyon dolar, ithalat ise yüzde 46,2 artarak 5 miyar 566 milyon dolar olarak gerçekleşmişti. 2007 yılının Ocak-Ekim döneminde 986 milyon dolar olan tarım ürünleri dış ticaret açığı, 2008 yılı Ocak-Ekim döneminde yüzde 150 oranında artarak 2 milyar 470 milyon dolar ile 85 yıllık Cumhuriyet döneminin en yüksek değerine ulaştı.
İthalattaki en yüksek artış hububat; hayvansal, bitkisel katı ve sıvı yağlar; yağlı tohum ve meyveler ile gübrelerde tütün mamullerinde gerçekleşti. Geçen yıl 804 milyon dolar olan hububat ithalatı bu yılın aynı döneminde yüzde142,1’lik bir artışla 1 milyar 946 milyon dolara ulaştı. Yağ ithalatı 623 milyon dolardan 1 milyar 404 milyon dolara, yağlı tohumlar ise 793 milyon dolardan 1 milyar 322 milyon dolara yükseldi.
Yaş meyve ve sebze ihracatında Rusya krizi
Türkiye’de yıllık ortalama 40 milyon ton yaş meyve ve sebze üretiliyor ve bunun yüzde 5’i doğrudan ihraç ediliyor. 2007 verilerine göre bu ihracattan sağlanan gelir 1,5 milyar dolar dolayında. En çok ihracat yapılan ülke ise yüzde 33 payla (510 milyon dolar) Rusya. 2005 yılında Rusya ile Akdeniz sineği nedeniyle yaşanan kriz, 2008 Yazında yeniden yaşandı.
Rusya nitrat ve tarım ilacı kalıntısının yüksek olduğunu öne sürerek 7 Haziran itibariyle Türkiye’den üzüm, limon, patates, domates ve patlıcan ithalatını durdurdu. Krizin iç piyasaya yansımasıyla fiyatlar düştü, üreticiler zor durumda kaldı. Kriz, Rusya ile ithalat kısıtlamasının kaldırılmasına ilişkin anlaşmanın imzalanmasından sonra ancak aşılabildi.
Artık Avrupa’dan da canlı hayvan ithal ediliyor
5 Kasım’da Avrupa Komisyonu tarafından yayımlanan Türkiye 2008 İlerleme Raporu’nda “Türkiye’nin AB kaynaklı sığır eti ve canlı hayvan ithalatı yasağını sürdürdüğü; bu engellerin ikili yükümlülüklerle uyumlu olmadığı, bunların ortadan kaldırılmasının bu fasıldaki katılım müzakerelerinin başlaması için kilit bir unsur olduğu” belirtildi.
Türkiye yaklaşık 10 yıldan beri deli dana hastalığı (BSE) nedeniyle ABD ve AB’den canlı hayvan ithalat yapmıyordu. 2003’ten beri yalnızca Avustralya, Uruguay gibi ülkelerden sınırlı olarak yapılan gebe düve ithalatına, 2007’de kendilerini denetlenebilir risk grubuna aldıran ABD ve Kanada’dan da başlandı.
Dünya Hayvan Sağlığı Örgütü (OIE) 25–30 Mayıs 2008 tarihli toplantısında AB ülkelerini de BSE açısında belirsiz risk grubundan çıkartarak, denetlenebilir risk grubuna dahil etti. Böylelikle AB’den de ithalat serbest hale geldi. 2009’da gebe düve ithalatı patlayacak gibi gözüküyor. Ancak 2007’de ABD’den alınan düveler gibi, 2008’in sonlarında AB’den alınmaya başlanan düveler de BSE riski taşıdığı için, Türkiye’yi risk grubuna sokacaktır.
Kriz süt üreticilerini vurdu
TZOB’nin belirlemelerine göre, çiğ süt fiyatları sanayiciler tarafından Kasım 2008’den geçerli olmak üzere yüzde 10 dolayında düşürüldü. Buna neden olarak sütün marketlerde satılamaması, stokların oluşması, dış piyasadan çok daha ucuza süt tozu ithal edilebilmesi ve stok maliyetlerinin artması gösterildi. Oysa süt arzının düşük olduğu bu dönemde fiyatlar 2001 krizinde bile düşmek bir yana yüzde 21 oranında artmıştı.
Çiğ süt fiyatları düşerken üreticilerin maliyetleri artmakta, sağlanan gelir maliyeti karşılamamaktadır. Süt üreticisi 1980’den beri bu denli kötü bir duruma düşmemiş; son 30 yıllık dönemde süt/yem paritesi yalnızca 2007 ve 2008 yıllarında 1’in altına gerilemiştir. Yani üreticiler bu yıllarda 1 kg süt satarak 1 kg yem alamamışlardır.
İklim koşullarına bağımlı üretim yapısı kırılmalı
Türkiye gerek coğrafi, gerekse iklim göstergeleri açısından çok çeşitli tarım ürünlerinin yetiştirilmesine uygun bir ülke. Ancak uygulanan yanlış politikalarla bir yandan çiftçi tarımdan uzaklaştırılıyor öte yandan da ihracat kısıtlanıyor, üstelik ithalat yoluyla döviz kaybediliyor. Örneğin 1989’da 24,3 milyon hektar olan tarla alanları 2007’de 21,3 milyon hektara geriledi, Yani son 20 yılda çiftçi, 2 milyon hektar alanı ekmekten vazgeçti.
Son 10 yılda tarımdan kopan çiftçilerin sayısı 3,5 milyona yaklaştı. Ayrıca hava koşulları yine tarımda en belirleyici unsur olma özelliğini sürdürüyor. Ekonomik olarak sulanabilir 8,5 milyon hektarlık arazinin ancak 5,2 milyon hektarlık kısmı sulamaya açılabilmiş. Kuraklık üretimi hızla düşürürken, seyirci kalınarak sonuçlarına katlanılıyor.
Sorunun çözümü için, sulama yatırımları hızlandırılmalı ve salma sulamadan damlama sulamaya; daha az su tüketen üretim modellerine geçilmelidir. Bunun yanı sıra çiftçi girdi ve teknoloji kullanımı açısından desteklenmeli; büyük ölçekli ve sanayiye dayalı tarım yerine sürdürülebilir küçük ölçekli tarım ve doğa dostu üretim yöntemleri teşvik edilmelidir. (NO/TK)
31 Aralık 2008- Bianet