Ülke 24 Haziran Seçimleri’ne kilitlenmiş durumda. AKP’nin 16 yıllık hukuksuz uygulamalarından, Olağanüstü Hal’i gerekçe göstererek yapmış olduğu keyfi tutumlardan bıkmış ve yapmış olduğu rejim değişikliğinden rahatsız olmuş olanlar TAMAM! da birleşiyor ve bu nedenle de gözler daha çok Cumhurbaşkanı adaylarının söylem ve performanslarına çevrilmiş durumda. Ama üreticileri, emekçileri, ekolojistleri ilgilendiren bir başka yan daha var; O da seçime giren partilerin hükümet olduklarında nasıl bir tarım politikası, nasıl bir enerji ve su politikası, nasıl bir ekoloji politikası uygulayacaklarıdır.
Bizim açımızdan TAMAM! da birleşebilmiş olmak, adayların ve partilerin doğa, ekoloji ve üreticiler aleyhine olan söylem ve politikalarına karşı sessiz kalınmasını gerektirmez. Adayların ve partilerin uygulamak istedikleri doğa, ekoloji ve üreticiler aleyhine olan politikalarına muhalefet şerhlerimizi bugünden belirterek yarının mücadelesini örebiliriz.
Son söyleyeceğimizi baştan söyleyerek işe başlayalım; Partilerin seçim beyannameleri “IMF, Dünya Bankası, AB ve DTÖ’nün istediği neoliberal politikaları en iyi ben uygularım, bunun için bana yetki verin!” yarışı içinde.
Peki Siyasi Partiler ve Cumhurbaşkanı adayları seçim beyannamelerinde neler söylüyorlar? (veya söylemiyorlar?) Hangi söylem ve politikalarına muhalefet şerhlerimizi koyuyoruz? (1)
Bildiğiniz gibi son yıllarda sermayenin, “sera gazı salınımını düşürme, fosil yakıt kullanımını azaltma” gerekçesiyle “Yenilenebilir enerji, Temiz enerji” yatırımları adı altında lanse ettiği, havanın ve suyun meta haline getirilmesine yol açan enerji yatırımları politik alanda destek bulmuş ve bu söylemle doğa sömürüsünün boyutu gizlenmeye çalışılmıştır.
21.yüzyılda sermayenin politikaları “Enerji, Su kaynakları ve Gıda” üzerinde tam hakimiyet kurabilmek üzere şekillenmektedir. Küresel gıda şirketleri gıda üretimini ve pazarını, atalık-yerel tohumları tamamen ele geçirebilmek için üreticilerin ‘Gıda Egemenliği’ni yoğun bir saldırıya tabi tutmaktadırlar. “Tarımda kendine yeterli ülke” konumundaki ülkeleri farklı iş bölümlerine zorlayarak, teşvik ederek, yeterliliklerini ellerinden almakta, gıda da kendilerine bağımlı ülke haline getirmektedirler. Uluslar arası sermayenin bu çerçevede Türkiye’ ye biçtiği rol de; tarım arazilerinde tarımsal üretim yapılması yerine, RES, GES, Jeotermal Elektrik Santralleri kurdurmak ve bunları kendi ihtiyaçları için kullanmaktır. Bunu da “Yenilenebilir enerji, Temiz enerji” yutturmacasının sağ ve sol birçok siyasi anlayış tarafından destek politik olarak destek bulması, gerekse de, “yenilenebilir enerji” kaynaklarına verdiği teşvik ve kredilerle, “karbon borsası” gibi araçlarla rahatça gerçekleştirebilmektedirler. Bu nedenledir ki Cumhurbaşkanı adaylarının ve Partilerin seçim beyannamelerinde de Enerji Politikaları önemli bir yer tutmaktadır. Bu Seçim Beyannamelerini tek, tek incelersek:
AKP seçim beyannamesinde “enerjiyi stratejik bir sektör” olarak gördüğünü belirterek; canlıların ortak müştereklerinden olan suları hapseden HES’lerin yarattığı ekolojik ve sosyal problemler ortada dururken HES’leri övmek için her “4 ampulden birini HES’lerden elde edilen temiz enerji ile aydınlatıyoruz” diyebilmektedir. Bununla da yetinmeyerek “Yerli kömür kaynaklı elektrik enerjisi üretiminin artırılması” ve nükleer teknolojinin elektrik üretiminde kullanılması için çaba sarf edeceklerini, “Güneş, rüzgâr, jeotermal gibi yenilenebilir enerji alanında envanterimizi yenileyip, kapasitemizi geliştirecek çalışmaları” hızlandıracaklarını söylemektedir.(2)
MHP ise “Enerji hammaddelerinde dış bağımlılığının azaltılması amacıyla kömür ve yenilenebilir enerji kaynaklarının azami seviyede değerlendirilmesi”nden, “Nükleer enerji santrali projelerinin hızla tamamlanması”ndan bahsetmekte ve “Kamu enerji yatırımlarıyla birlikte yerli ve yabancı özel sermayenin enerji sektöründeki yatırımları için uygun zemin oluşturulmalıdır. Konvansiyonel petrol ve doğal gazın yanı sıra, ikili işbirlikleri yoluyla bitümlü şeyl, gaz, hidrat, sığ biyojenik gaz, kömür gazı ve özellikle kaya gazı aramalarına da hız verilmeli” demektedir. (3)
Saadet Partisi, “Enerji temininde kaynak çeşitlendirmesini esas alarak yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarını mümkün olan en üst düzeyde değerlendirilecektir”,”Nükleer teknolojiyi elektrik üretiminde kullanmayı öngören, yenilebilir kaynaklarla ekonominin enerji yoğunluğunu azaltan uygulamalara ağırlık verilecektir” demektedir. (4)
İYİ Parti; “Enerji kurumlarını çağın ihtiyaçlarına göre yeniden tasarlayacağını, bürokratik süreçleri basitleştireceğini, çoklu izin/onay süreçlerini ortadan kaldıracağı”nı, “Biyoyakıt enerji üretim merkezleri kurarak, özellikle kentsel ve kırsal atıkların elektrik üretiminde etkin şekilde kullanılmasını sağlayacağı”nı. “Bu amaçla faaliyet gösterecek, özel sektör, belediyeler ve ilgili kurumları” destekleyeceğini, “Deniz tipi rüzgâr santralleri için altyapı çalışmaları yapacağını, sahalar belirleyeceğini. Tüm yasal süreçler çözülmüş halde imtiyaz hakkı devri ihalesine” çıkacaklarını ve “Elektrik ve Doğalgazda serbest piyasa mekanizmasını güçlendireceklerini, kamunun müdahalesini sınırlandıracaklarını, Küresel karbon piyasalarına hazırlık ve düşük karbon ekonomisine geçiş amacıyla Türkiye Karbon Borsa’sı kuracaklarını “ yazarak havanın da meta haline gelmesi için ellerinden geleni yapacaklarını vaat etmektedir. (5)
CHP, (bir Termik santral nasıl çevre dostu olabilecekse?)“Termik santrallerin, çevre dostu ve yüksek verimlilik sağlayan teknolojilerle kurulmasını yasal zorunluluk haline getireceklerini, Şeker pancarı üretimini artıracaklarını, gıda fazlası şekeri, akaryakıtla harmanlanacak biyoetanole dönüştürerek, enerji ithalatını azaltacaklarını, Biyoyakıtları ÖTV ve KDV’den muaf tutacaklarını, elektrik enerjisini kullanan taşıma araçlarından KDV ve ÖTV dahil olmak üzere tüm vergileri kaldıracaklarını ve elektrikli araç üretimi için gerekli teşvikleri sağlayacaklarını” söylemektedir. (6)
HDP ise seçim beyannamesinde “Sermaye birikimi için yapılan HES, termik, nükleer vb. enerji projelerine, ekolojik yıkıma yol açan maden işletmeciliğini” son vereceklerini “Enerjinin yerel halkın ihtiyacı için, yerinde üretilmesi”ni sağlayacaklarını ve bu amaçlı projeleri destekleyeceklerini belirterek fazla ayrıntıya girmeden “yenilenebilir enerjiye öncelik verilecek” diye bitirmektedir.(7)
Sonuç itibariyle baktığımızda bu partilerin enerji politikaları “enerji ihtiyacı sürekli artmaktadır ve bu ihtiyacı çözmemiz gerekir” mantığı üzerinden ve “Kimin için Enerji?” sorusuna cevap aramadan şekillenmektedir.
Hepsi önerdikleri çözümlerin çevreye zarar vermediğinden, çevreye duyarlı olduklarından bahsetmektedir. Gerçekten öylemi? “Yenilenebilir enerji” sistemleri gerçekten temiz mi? Doğaya ve ekolojiye zarar vermiyor mu? (8) “Ekolojik Anayasa” hazırlayacağını söyleyen CHP’nin önerdiği enerji politikaları bu iddiasıyla çelişmiyor mu?
“Yenilenebilir enerji” yatırımlarına baktığımızda ise görünenin hiç de söylendiği gibi olmadığı bu yatırımlarında doğada telafisi olmayan zararlara yol açtığını görürüz. Peki hangi enerji türleri sermayenin literatüründe “Yenilenebilir enerji” kavramı içine girmektedir?
Suları hapseden, canlıların suya erişim haklarını elinden alan HES’ler “Yenilenebilir Enerji”dir.
Toprağı, havayı, suyu kirleten, ekolojik dengeyi bozan, bitkisel üretimde onarılmaz zararlara yol açan, çıkarttığı kükürdioksit v.b gazlarla insanlarda sağlık sorunları yaratan Jeotermal Elektrik Santralleri “Yenilenebilir Enerji”dir.
Tarım arazileri, kuşların göç yolları ve denizler üzerine kurulan çıkarttığı ses dalgalarıyla yaban hayatını olumsuz etkileyen, bitkisel üretimin ekolojik döngüye uygun, sağlıklı yapılmasını sağlayan canlıların yaşadıkları alanları terk etmesine neden olan, bu nedenle de bitkisel üretimde yeni hastalıklar ve zararlılar oluşmasına yol açan, dev kuleleri ve kanatları ile iklim dengesini etkileyen RES’ler (9) “Yenilenebilir Enerji”dir. Hele İYİ Parti’nin dediği gibi bir de RES’ler denizlerin üzerine kurulursa bu deniz ekosisteminin, atmosfer için oksijen üreten alglerin zarar görmesi anlamı taşır ve ekolojik dengeye vereceği zarar daha da büyür.
Güneş enerjisinden yararlanmak için yüzlerce dekar tarım arazisi üzerinde kurulan, güneşin toprağa erişimini engelleyerek toprağın karbon ve ısıyı emmesini engelleyen, gerekse de güneşi yakıt olarak kullanırken türbinleri çevirmek için buhar yaratarak elektrik üreten, buharı soğutmak için ise binlerce ton su kullanan “yoğunlaştırılmış güneş enerjisi sistemleri” olarak da adlandırılan “güneş termik santralleri” de “Yenilenebilir Enerji” sınıflandırması içindedir. Ve bu santrallerin bazıları nükleer veya kömür enerji santrallerinden daha fazla su kullanmaktadırlar.
Yeni Parti ve CHP enerji politikalarında diğer partilerden farklı olarak bir de tarım arazilerinde gıda üretimi için bitki yetiştirilmesi yerine biyoyakıtlar için bitkisel üretim yapmayı da gündemlerine almışlardır. Ve biyoyakıtlar da“Yenilenebilir Enerji”dir.
Dünya da insanlar açlıktan ölürken, Türkiye gıda da dışa, uluslar arası gıda şirketlerine bağımlı hale gelirken bu ne derece doğrudur? Üretici gıda üretme yerine enerji üretimi için bitki üretmeye başladığında insanların gıdaya ulaşımı zorlaşmayacak mıdır? Afrika’da açlıktan insanların ölmesi tarım arazilerinin olmaması değil tarım arazilerinin şirketlerin elinde olması ve şirketlerin !gıda üretimi yerine ihracata yönelik kahve üretimi yapmalarıdır. RES’lerle, GES’lerle, JES’lerle, Termik santrallerle, sanayi ile, konut inşaatlarıyla ve madenlerle yağmalanmış tarım arazilerinden geride kalanları birde biyoyakıt üretimi için bitki üretimine ayırdığımızda Türkiye’yi nasıl bir gelecek bekleyecektir? Bunu hiç düşünmüşler midir?
Uluslar arası Enerji Ajansı “Dünya enerji üretimi hakkındaki raporu”nda 2035 yılı itibariyle “biyoyakıtların, temel enerji üretimi için kullanılan suyun yüzde 72’sinden sorumlu olacağını” açıklamaktadır.(10) Ayrıca CHP’nin “elektrikli araç üretimi için gerekli teşvikleri sağlama” ve İYİ Parti’nin “elektrikli bisiklet kullanımını teşvik etme, Belediyeler tarafından şarj istasyonları kurma” vaatleri de ekolojinin korunması için sorunlu vaatlerdir.
Bu partiler programlarına bu vaatleri koyarken acaba “karbon ayak izi, su ayak izi” denilen kavramlardan, biyoyakıt üretim sürecinde harcanan enerjiden, sudan ve bu süreçte ortaya çıkan karbon salımından haberleri var mıdır? Elektrikli araç kullanımında veya biyoyakıtların tüketilmesinde karbon salımı düşük olsa bile elektrik enerjisi üretimi sürecinde kirletilen topraktan, sudan, havadan ve bu kirletilme nedeniyle ekolojik dengenin bozulmasından haberleri var mıdır? Haberlerinin olmadığı elbette düşünülemez. Ama taahhütleri arasına bu konuları da alarak neoliberal enerji politikalarının yılmaz savunucusu olacaklarını deklere etmeye çalışmaktadırlar.
MHP ise “bitümlü şeyl, gaz, hidrat, sığ biyojenik gaz, kömür gazı ve özellikle kaya gazı aramalarına da hız verilmeli” diyerek toprağı, suyu, ekolojiyi daha hızlı yok edecek olan enerji yatırımlarını savunarak “uluslar arası sermayenin istediği enerji politikalarını en iyi ben uygularım” imajı vermeye çalışmıştır. Kaya petrolü ve kaya gazı çıkarmak, işlemek, rafine etmek için çok miktarda su, kum ve kimyasal kullanılmakta ve bu kum ve kimyasallar sadece yerüstü sularını değil yer altı sularını da hızla kirletmektedir.Bu da canlıların yaşamı için oldukça tehlikelidir.!
HDP’yi diğer partilerden bu konuda ayıran en önemli söylem “enerji yatırımlarının sermaye birikimi için yapılmaması” ve “yerel halkın ihtiyacı için, yerinde üretilmesi” yaklaşımıdır. Elbette bu yaklaşım önemlidir ancak ister kamu eliyle yapılsın isterse sermaye birikimi için özel şirketler tarafından yapılsın, “yenilenebilir enerjiye öncelik verilecek” dediği anda diğerlerinden farkı kalmamakta, ayrıntıya girmeyerek, enerjiye bağımlılığı sürekli arttıran politikaları sorgulamamış ve “Yenilenebilir Enerji” olarak ifade edilen enerji sistemlerinin de toprağa, suya, havaya, ekolojik sisteme fosil yakıtlar kadar, hatta bazılarının daha fazla zarar verdiğini göz ardı etmiş ve masumlaştırmış ve sermayenin yutturmacalarına politik olarak destek vermiş olur.
İklim Değişikliğini ve ekolojik dengeyi bozan yatırımların varlığını bütün partiler kabul etmektedir. Ancak hiçbirisi iklim değişikliğine ilişkin gerçekçi çözümlerden ve ekolojik dengeyi bozan sistem ve yatırımların ne olduğundan bahsetmemektedirler. Halbuki enerji ve sanayi yatırımlarının yanı sıra endüstriyel tarım ve gıda sistemi de iklimi ve ekolojik dengeyi bozan en önemli unsurlardandır. Endüstriyel tarımda kullanılan kimyasallar toprağı, suyu, havayı kirletmekte, ekolojik dengeyi bozmaktadır. Kirletilmiş toprakta tutunamayan karbon sera gazı olarak atmosferde dolaşıma girmekte sonra da iklimsel değişiklikler ortaya çıkmaktadır. İklimsel değişiklikleri yavaşlatabilmek için enerji ve sanayi politikalarının gözden geçirilmesinin yanı sıra endüstriyel tarım ve gıda sisteminden vazgeçerek köylü agroekolojisini uygulayacak olan aile tarımını korumak ve teşvik etmekte gerekir. Endüstriyel gıda sisteminin ortaya çıkarttığı mevsiminde yetiştirilmeyen, dondurularak saklanmış, mevsiminde ve yerelinde tüketilmeyen gıdalar ise sürekli enerji kullanımına yol açmaktadır. Bu yeni enerji üretimini ihtiyaç(!) haline getirmektedir. Ancak seçime giren siyasi partiler bunu göz önünde bulunduran bir noktadan değil sermayenin neoliberal politikalarına ve onun yansımalarını kabullenip “iklim değişikliğine nasıl uyum sağlarız” üzerinden politika belirlemeye çalışmaktadırlar. Bu nedenle tarım politikaları da neoliberal politikaların izlerini taşımaktadır.
Cumhurbaşkanı adaylarının ve Partilerin seçim beyannamelerinde Tarım:
AKP’nin 16 yıllık iktidarı boyunca tarımsal üretime ve üreticilere verdiği zararları anlatma yerine sadece seçim beyannamesinde ne tür vaatlerde bulunmuş onları değinmekle yetineceğim. (11) AKP tarım politikaları konusunda yeni bir şey söylememekte bu güne kadar yapmış oldukların devam ettireceklerini Tarımsal desteklerin sayısını azaltarak ve sertifikalı tohum kullanımına destek vererek “daha etkin bir destekleme politikası izleyeceklerini” söyleyerek , aslında ürün desenini daraltmayı ve artık daha da dar bir kesime destek vermeyi önlerine koyduklarını “TİGEM ile Sudan Hükümeti ortaklığında kurulan şirket aracılığıyla Sudan’da kiralanan 780 bin hektar tarım arazisini Türk girişimcilerin yatırımına açacağız” ifadesinin de gıda üretim ve denetimini daha dar bir kesime/şirkete vereceklerinin, kendilerine yakın gıda şirketlerine yeni olanaklar sunacaklarının mesajını vermektedir. Aynı mantık “Uzun süreli kiralama garantisi kapsamında özel sektöre lisanslı depo yaptıracakları” vaadinde de yatmaktadır.
MHP’nin tarıma ilişkin söylediklerinde de AKP’nin söylediğinden farklı bir yan yoktur. “Ülkemiz şartlarına uygun yüksek verim ve kalitede tohum, fide ve fidan üretimi desteklenerek dışa bağımlılığa son verilmelidir” söylemi, çiftçilerin bin yıllarda geliştirdikleri tohumların şirketler tarafından patentlenmesini ve sahiplenilmesini olanak tanıyan tohumculuk yasasından vazgeçmeyeceklerinin, aksine şirketleri destekleyeceklerinin ifadesidir. Gıda şirketlerinin tüketicilerin “sağlıklı gıda” algısını değiştirmek amacıyla, kendi ürettikleri gıdaları pazarlamada reklam sloganı olan “gıda güvenliği ve güvenilirliği”nin çağdaş normlara ulaştırılma ve tüketicinin korunması ve bilinçlendirilmesini sağlama hedefi de şirket tarımını desteklemeyi hedeflemektedir. Bu söylem köylü agroekolojisini uygulayacak olan aile tarımını koruma ve teşvik etmeyi önermez.
MHP serbest piyasa koşullarında önemli bir fiyat baskılandırma aracı olan Borsa’ları “fiyat istikrarının aracı” olarak görmektedir. “Tarım ürünlerinde fiyat istikrarının sağlanmasında önemli bir araç olan vadeli işlem borsaları etkinleştirilerek, ürün borsaları geliştirilmeli, lisanslı depo kullanımı yaygınlaştırılmalı” derken amacı şirketleri öne çıkartmak, sermayeye “neoliberal tarım politikalarını en iyi ben uygularım” demektir. Bunun anlamı “tarım ürünlerinde fiyat istikrarı’ndan anladığım tarımsal ürünlerin üreticilerin ailesini geçindirebileceği ve üretimini devam ettirebileceği bir fiyat seviyesinde olması değildir” demektir.” MHP’nin seçim beyannamesinde mevsimlik tarım işçileri de yok sayılmıştır. Tarım arazilerinin amaç dışı kullanımı da görmezden gelinmiştir.(12)
Saadet Partisi’nin beyannamesindeki önce olumlu yanlardan söz edelim: “Tarımsal üretim; bitkisel üretim ve hayvansal üretim birbirini tamamlayan özelliğe sahiptir. Her iki alandaki üretim birlikte ele alınacak ve gerek bitkisel üretim yapan çiftçilerimiz ve gerekse hayvansal üretim yapan yetiştiricilerimiz ve besicilerimiz desteklenecektir. Tarım arazilerinin amaç dışı kullanımı engellenecektir. Üreticiyi güçlendirmenin ve üretimi artırmanın yolu kooperatifçilikten geçmektedir. Tarımsal ürünlerde kooperatifçilik güçlendirilecek ve bunun için kooperatifçilik yeniden yapılandırılacaktır. Tarımsal sanayinin en önemli unsuru olan şeker fabrikaları özelleştirme kapsamından çıkarılarak şeker sektörü ülke ihtiyacının yanında ihracat odaklı olarak yeniden yapılandırılacaktır. Fındık, çay, tütün, zeytin, pamuk, pancar ve yaş sebze gibi stratejik ürünler için ürün bazında politikalar geliştirilecektir. Türkiye’nin markası haline gelen Antep fıstığı, fındık, üzüm, kayısı, incir, narenciye, ceviz, pamuk, zeytin gibi tarım ürünlerinin hak ettiği değeri görmesine özel önem verilecek, aynı bakışla sebze ve meyve üreticiliği desteklenecektir. Mera ve otlaklar ıslah edilecek, meralardan ve otlaklardan çiftçi ücretsiz yararlanacaktır. Mera ve otlaklar amacı dışında kullanılmayacaktır.” demektedir bu yönüyle sunduğu politikalar tabii ki olumludur.
Ancak diğer vaatleri ise bu söylediklerini inkar eder niteliktedir. Şöyle ki; “Tohumculuk sektöründe asıl katma değer hibrit sebze tohumlarının üretimindedir. Türkiye tohumculukta arzu edilen düzeyde değildir. Tohumculuk yabancı tohum firmalarının tekelindedir. Yerli tohum firmaları dış rekabet karşısında devlet tarafından desteklenecektir” diyerek tarımın olmazsa olmazı olan tohumu şirketlerin denetimine bırakacak, gıdanın geleceğini tohum şirketlerine bırakacak demektir. Bu da yukarıda yazdığımız vaatlerini gerçekleştiremeyeceği anlamını taşır. Üreticilerin ürünlerini hak ettiği değerden pazarlayamamasını da Borsaların yokluğuna bağlamakta, “İhracat değeri olan çoğu ürünümüzün borsası olmadığından, fiyatlarda dengesiz artış ve azalışlar meydana gelmektedir. Kurulacak ürün borsaları ile tarımsal ürünlerin fiyatlarında istikrar sağlanarak, üretici mağduriyeti önlenmiş olacaktır.” demekte aynı MHP gibi serbest piyasa koşullarında önemli bir fiyat baskılandırma aracı olan Borsa’ları “fiyat istikrarının aracı” olarak görmektedir. Üretici mağduriyetini önleyebilmek için üreticilerin ailesini geçindirebileceği ve üretimini devam ettirebileceği bir fiyat seviyesinde olması ve bunun içinde devletin destekleme alımları yapması gerektiğinden hiç bahsetmemektedir. Mevsimlik tarım işçilerinin sosyal güvence ve örgütlenme problemini de görmezden gelmekte, onların problemini sadece “çalışma ve ulaşım şartlarının kötülüğü” olarak görmekte ve bu şartların iyileştirilmesinden bahsetmektedir.(13)
İYİ Parti’nin olumlu denilebilecek vaatlerine gelince: “tarımsal sulama suyunun kullanım hakkının özelleştirilerek Sulama Birlikleri’ni tasfiye eden kanun maddelerini iptal edeceği (14), Büyükşehirlerin kırsal kesiminde mahalleye dönüşen köylerine tekrar köy statüsü vereceği, mera, yaylak ve kışlakları köy tüzel kişiliğine tekrar devredeceği,toprak, sulama ve tohum araştırma ve geliştirme çalışmalarına hız vereceği, Ülkemize ait geleneksel tohumlardan yararlanılarak genetik teknolojilerinden azami düzeyde faydalanmak suretiyle (15), insan sağlığına uygun, verimli ve hastalıklara karşı dirençli tohumlar geliştireceği, fındık, kayısı, üzüm, pamuk, tütün, şeker pancarı gibi tarım ürünleri ile yem bitkisi üretim alanlarının geliştirerek verimliliklerini arttıracağı, Çiftçilerimizin mazotu %50 indirimli kullanmasını sağlayacağı, çiftçilerimizin borçlarını faizsiz şekilde yeniden yapılandıracağız ve uzun vadeye yayacağı,Şeker Fabrikalarının Satış İşlemlerini iptal edeceği, TÜRKŞEKER’i yeniden yapılandıracağı, pancar üretimini destekleyeceği” vaatleri olumludur.
Ancak “Organize Hayvancılık Bölgelerini yeniden düzenleyeceği ve hayvancılıkta işletme toplulaştırması yapacağı” önerisi büyük hayvan ahırları kurmak, hayvanın çiftçi ile ve bitkisel üretim ile bağını kopartarak hayvan yetiştiriciliğini profesyonellere(!) devretmek, yani hayvan yetiştiriciliğini şirketleştirmek anlamını taşır. Çiftçinin hayvan yetiştirdiği değil parası olanın bu çiftliklere para yatırdığı bir sistem oluşur. Yakın zaman önce yaşanan “Çiftlik Bank” dolandırıcılığı da bu tür bir mantıktan oluşmuştur.
“Gıda güvenliğini temin etmek üzere cezaları caydırıcı hale getireceğiz” demekle aslında geleneksel üretim yapan küçük üreticinin pazara erişimini zorlaştırıp vergilendireceğiz anlamını taşımaktadır. Çünkü şirketlerin ortaya attığı “gıda güvenliği” kavramının anlamı ürünün hijyen(!) koşullarda paketlenmesi ve “izlenilebilirlik” adı altında ürünün barkodlanmasından başka bir şey değildir. Bakkallarda bile artık barkodlanmamış yumurta satışının yasaklanmış ve satış yapanların da cezai yaptırımlara maruz kalacak olması düşünüldüğünde bu politikanın küçük üreticilerin pazara ulaşımını engelleyeceğini, pazarın tamamen şirketlerin denetimine geçeceğini söylemek için kain olmaya gerek yoktur. Bu gıda egemenliğine saldırıdır. Bu politikada gıda güvencesi yoktur. “Ürün pazarlanmasında ve ürün fiyatlarının oluşmasında önemli işlevi olan Ürün Borsalarını destekleyerek etkinlik kazandıracağız. ” demekle de üreticileri serbest piyasaya teslim edeceğini deklere etmiş olmaktadır. Destekleme alımlarından hiç bahsetmediği gibi üreticilerin örgütlenmesinin önündeki engelleri kaldıracağından, üreticilerin dolandırılmasını engelleyici yasaları v.b çıkartacağından da hiç söz etmemektedir.
Mevsimlik tarım işçilerini ise İYİ Parti tamamen görmezden gelmiştir.(16)
CHP’in Seçim Beyannamesi’ndeki vaatlerine gelince: “Tarımsal üretimde kullanılan tohum, gübre ve tarım ilacı gibi girdilerin vergilerini düşürme, çiftçilerin tarımsal kredi borçlarının faizlerinin tamamını silme, tüm tarımsal KİT’lerin özelleştirme süreçlerini durdurma, Şeker fabrikalarının özelleştirme ihalelerini iptal etme, Meraların köyün ortak malı olarak kalmasını sağlama, ıslah edecekleri meraların amaç dışı kullanımına izin vermeme, yerel tohumlarımızı geliştirecek ve biyoçeşitlilik koruyacak gen bankaları, laboratuvarlar ve üretim istasyonları kurma, üzüm üreticilerinin kooperatifler ve kuracakları sosyal işletmelerle, sirke ve alkollü içki üretebilmelerini sağlayacak kapasite düzenlemelerini hayata geçirme, Çay-Kur’un ihtiyaç duyduğu finansmanı bütçeden sağlama, Çay-Kur’u kesinlikle özelleştirmeme, zeytinlikleri koruma, Tütün üreticilerinin kooperatif çatısı altında örgütlenmelerini destekleme, tarım, doğa ve sosyal politikalarının merkezine, doğaya ve ekolojik aile çiftçiliğine dönüş temelli nüfus hareketlerini koyma” gibi vaatleri tabii ki eksik olmasına rağmen olumlu vaatlerdir.
“Fındık Borsası’nı Karadeniz’de kurma” vaadi örgütsüz fındık üreticisini serbest piyasa koşullarına daha fazla uyumlu hale getirmeyi ifade eder. Tütün, fındık, üzüm, incir v.b stratejik ürünleri destekleme alımları ve taban fiyat uygulaması yapmaz, AKP’nin yaptığı gibi bu ürünlere depolama, işleme ve pazarlama aşamalarında devlet ve yerel yönetimler olarak destek sunmazsan üreticiler üretimi bırakmak, kendilerine vasıfsız işçi sıfatıyla asgari ücretle iş aramak zorunda kalırlar. Piyasayı Borsaların ve özel şirketlerin insafına bırakan bir anlayış iddia ettiği gibi “doğaya ve ekolojik aile çiftçiliğine dönüş temelli nüfus hareketlerini” gerçekleştiremez. Çünkü tarımsal üretimi terk eden insanların doğaya ve ekolojik aile çiftliğine geriye dönüş yapabilmeleri için tarımsal üretimden ailelerini geçindirebilecek parayı kazanabiliyor olmaları gerekir.
Mevsimlik tarım işçilerinin “sosyal güvenceye kavuşması, Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu kapsamına alınması, aynı işi yapan mevsimlik tarım işçileri arasındaki ücret farklılıklarını giderme, ulaşım, barınma ve güvenlik koşullarını iyileştirme, sağlık hizmetlerine erişimini güvence altına alma” vaatleri oldukça önemli vaatlerdir, ancak beyannamesinde mevsimlik tarım işçilerinin örgütlenmesi, sendikalaşması önündeki engellerin kaldırılmasından v.b hiç söz etmemiştir.
“Uluslararası koruma altında olan alanlarda maden araması ve HES yapmayacağız.” demek uluslar arası koruma altında olmayan alanlarda bu izinleri vermeye devam edeceğiz anlamı taşımıyor mu? Tüm canlıların yaşam alanlarını, ekolojiyi, su kaynaklarını koruya bilmek için uluslar arası koruma altına mı girmemiz gerekiyor? Böylesine bir anlayış “Ekolojik Anayasa” hazırlayabilir mi?
CHP de diğer partiler gibi (AKP,MHP,YENİ Parti,Saadet Partisi,HDP) aynı yolu izlemiş vatandaşlarının Gıda Güvencesi ve Gıda Egemenliği’nden bahsetmeden; gıda şirketlerinin tüketicilerin “sağlıklı gıda” algısını değiştirmek amacıyla, kendi ürettikleri gıdaları pazarlamada reklam sloganı olan “gıda güvenliği ve güvenilirliği” üzerinde durmuştur.
CHP,AKP,MHP,YENİ Parti,Saadet Partisi’nin beyannamelerinde bazıları çiftçilerin kooperatifleşmesinden bahsetmiş, ama hiçbirisi hak arama örgütü olan sendikalardan bahsetmemiş, çiftçilerin/üreticilerin örgütlenmesinin, sendikalaşmasının önündeki engelleri kaldıracaklarından bahsetmemişlerdir. Üreticilerin sömürülmesini engellemenin önemli bir gerekliliği olan şirketlerin tek tek üreticilerle değil, ancak üretici örgütleri ile sözleşme yapmaları gerektiğine ilişkin olarak hiçbirinin beyannamesinde herhangi bir ibare yoktur. Çiftçilerin/üreticilerin bağımsız hak arama örgütleri olan Çiftçi Sendikaları’nın olmadığı bir demokrasi Gerçek Demokrasi olabilir mi?
HDP Seçim Beyannamesindeki “Çiftçilerin kurdukları ve kuracakları üretici köylü sendikalarını destekleyecek. Kooperatifler bağımsız ve demokratik yapılar haline getirilecek, Kooperatifler Yasası geçimlik tarımdan yana olacak biçimde yeniden düzenlenecek” vurgusu ile diğer partilerden önemli ölçüde farklılaştırmaktadır. Ayrıca “ Küçük çiftçiler için üretim girdilerinden kullandıkları mazottan ve gübreden vergi alınmaması, su ve elektriğin küçük çiftçilere ücretsiz verilmesi, küçük üreticilerin elektrik borçlarının silinmesi, mera, otlak ve yaylakların koruma altına alınarak, yeniden ortak varlık olarak köylere verileceği, bugün ucuz emek işgücüne dönüşmüş olan topraksız köylülerin ya da yerlerinden edilmiş yurttaşlarımızın kendi topraklarında yaşamlarını idame ettirebilmeleri için hazine arazilerinin, eski mayınlanmış arazilerin tarımsal üretime açılması için hukuki temel oluşturulması, gıda üretimi, işlemesi ve ithalinde, genetik olarak değiştirilmiş unsurlar (GDO) yasaklanacağı, Küçük çiftçiler için üretim girdilerinden, kullandıkları mazottan ve gübreden vergi alınmayacağı, mevsimlik tarım işçilerinin, örgütlenme özgürlüğünün garanti altına alınacağı, her canlının temiz suya erişim hakkının esas alınarak suyun metalaştırılmasına son verecekleri ve çiftçiye ürün alım garantisi verme ” vaatleri de anlamlı ve desteklenmesi gereken vaatlerdir.(17) Ancak bir olguyu sağlıklı bir değerlendirmeye tabi tutabilmek için söylenenler kadar söylenmeyenlerin de üzerinde durmak gerekir.
HDP’nin Seçim Beyannamesi’nde de Gıda Güvencesi ve Gıda Egemenlliği’ne ve bu konuda kamunun yapması gerektiği şeylere ilişkin her hangi bir ibare yoktur bu yönüyle diğer partilerle aynılaşmaktadır. Çiftçilerin bin yıllarda geliştirdikleri tohumların şirketler tarafından patentlenmesini ve sahiplenilmesini olanak tanıyan tohumculuk yasasını üretici lehine düzenleyip düzenlemeyeceğine ilişkin bir şey de yoktur. Üreticilerin üretimden pazara kadar olan zinciri tekrar tesis etmesi için gerekli olan düzenlemelerden, üretici pazarlarından, Özelleştirilen Tarımsal KİT’lere ilişkin ne yapacağından v.b her hangi bir bilgi, vurgu v.b.beyannamesinde yoktur. Çiftçiye ürün alım garantisi vermeyi hangi yöntemle yapacağına ilişkin de bir şey yoktur. Bu söylem soyut olarak kalmıştır. Bunlar HDP nin programının önemli eksikleridir.
Bütün bu partilerin beyannamelerinde ortak özellik ise hiçbirisinin geçmişte ihraç ettiğimiz tarım ürünlerinin bugün ithal etmek zorunda kalmamızın nedeninin uluslar arası tohum, gıda, enerji v.b şirketlerin IMF,Dünya Bankası,DTÖ,AB v.b örgütler aracılığıyla dayattığı politikalarda ve serbest ticaret anlaşmalarında görmemesi ve bu anlaşmaları reddedeceklerini ifade etmemeleridir.
Dipnotlar:
1) Bütünlüklü bir siyasi mücadele verilmek isteniyorsa tabii ki ‘Seçim Beyannameleri’ndeki konuların bütünü değerlendirilmeye tabi tutulmalı, ancak biz bu yazımızın içeri gereği üreticileri ilgilendiren konu başlıklarını dikkate alarak muhalefet şerhlerimi belirtmeye çalıştım. Bütünlüklü bir mücadeleyi önüne koyanlara muhalefet şerhlerimizin yararının olacağına inanıyorum.
2) Bknz. AKP Seçim Beyannamesi-2018
3) Bknz. MHP Seçim Beyannamesi-2018
4) Bknz. Saadet Partisi Seçim Beyannamesi-2018
5) Bknz.İYİ Parti Seçim Beyannamesi-2018
6) Bknz. CHP Seçim Beyannamesi-2018
7) Bknz.HDP Seçim Beyannamesi-2018
8) Artık bütün dünya termik santrallerin ve fosil yakıtlı enerji sistemlerinin verdiği zararları biliyor ve sözde bu konuda da önlem almaya çalışıyor o nedenle sanırım bu yazıda fosil yakıt kullanımının zararlarından söz etmeye bile gerek yok.
9) RES’lerin ekolojik dengeye verdiği zararlara ilişkin önemli bir örnek Karaburun’daki RES’lerdir. Bknz. www.karasaban.net “TEMİZ ENERJİ” iddia edildiği kadar Temiz mi?
10) Bknz. Maude Barlow- Su Hakkı- Yeni İnsan Yayınevi.
11)Bu konu üzerine kısa bir özet için bknz. www.birgun.net ‘Yerli ve milliyiz’ dediler; yerli ve milli olan ne varsa yok ettiler.
12) DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümeti ve bu dönemde tarımın serbest piyasaya açılmasına dönük çıkartılan yasalar hatırlanırsa MHP’nin neoliberal tarım politikalarını uygulama hevesi daha iyi anlaşılabilir.
13)Bknz. Saadet Partisi Seçim Beyannamesi.
14) AKP daha demokratik işleyişi olan Sulama Kooperatifleri yasasını iptal edip büyük arazi sahiplerinin arazisinin büyüklüğü ölçüsünde oy kullanma hakkının olduğu Sulama Birlikleri yasasını çıkartmıştı. Ancak AKP’ye bu da yetmedi şimdi Sulama Birlikleri’ni de tasfiye edip sulama sularını şirketlere devretmeye hazırlanıyor. Sulama Birlikleri Yasası savunulabilecek bir yasa değil, ama suyun özelleştirilip şirketlere teslim edilmesi daha büyük bir tehlike. O nedenle İYİ Parti’nin sulama suyunun kullanım hakkının özelleştirilmemesi gerektiğini söylemesi olumlu. Ama anti-demokratik bir işleyişi olan Sulama Birlikleri’ni aynı şekilde korumaya kalkmasının savunulacak bir yanı yoktur.
15) Tabii bu ifadedeki amaç bitkilerin genetiğini değiştirme hedefi ve anlamı taşımıyorsa.
16) Bknz. İYİ Parti Seçim Beyannamesi-2018
17) Bknz.HDP Seçim Beyannamesi-2018