Ülkemizde üniversitenin ve akademisyenlerin mevcut konjonktürde yaşadıkları sorunları ve karşılaştıkları toplumsal problemleri de göz önüne alarak, üniversiteye dair alternatifleri ve üniversite kamusallığını düşünmeye katkı sunmak için bu yazıyı paylaşıyoruz.
4-5 Şubat 2016 tarihlerinde, Hollanda'nın Lahey kentinde bulunan Uluslararası Sosyal Çalışmalar Enstitüsü'nde (International Institute of Social Studies – ISS) “Global governance/politics, climate justice & agrarian/social justice” (Küresel Yönetim/Politikalar, iklim adaleti ve tarımsal/sosyal adalet) başlıklı bir kolokyum düzenlendi. Bu alanda çalışmalar yapan akademisyenlerin, kır ve kent mücadelelerinde yer alan aktivistlerin ve La Via Campesina delegeleriyle beraber yaklaşık 400 kişinin katıldığı kolokyum, iki gün boyunca paneller, sunumlar, alanda çalışan uzmanların özel sunumları ve tartışmalarla beraber hem akademik hem de politik açıdan yoğun bir tartışma zemini açılmasına vesile oldu.
Kolokyumun temel amaçlarından biri, kırda yaşanan dönüşüm; toprak, su ve okyanus gaspı; gıda egemenliği ve iklim adaleti gibi alanlarda çalışmalar yapan akademisyen ve araştırmacılarla, bu alanlarda doğrudan politika üreten aktivistleri, politikacıları ve sivil toplum örgütü temsilcilerini bir araya getirmekti. Böylece, akademisyen ve araştırmacıların politika oluşturma sürecine yaptığı katkılar, aktivistlerin araştırma süreçlerindeki pozisyonları, bizzat sahada yaşayan ve araştırma konularının nesnesi haline dönüşen köylülerin, çiftçilerin ve/ya kır/kent işçilerinin bu araştırmaların neresinde konumlandıklarına dair tartışma yapabilme imkanı oldu. Başka bir ifadeyle, bir akademik araştırma ile politika oluşturma süreci arasındaki bağlantılar ve bu süreçte ortaya çıkan çatışmalar üzerine bu iki sürecin de aktörü olan kişiler karşılıklı bir diyalog geliştirdi.
Küresel yönetim kurumlarının nasıl işlediği, ulus-aşırı şirketlerin hangi politikalar ve kurumlar üzerinden küresel yönetim mekanizmalarını belirlediği, küresel kapitalizmin kır üzerinde işleme dinamikleri ve farklı ülkelerdeki çeşitli saha çalışmalarının nasıl sonuçlar sunduğu kolokyumun temel başlıklarını oluşturuyordu.
Araştırmanın Doğası: Bir Metodoloji Sorunsalı
Farklı kıta ve ülkelerden La Via Campesina (LVC) üyesi çiftçiler, LVC çalışanları ve gönüllüleri de kolokyumun katılımcıları arasındaydı. LVC delegasyonunun bu kolokyuma katılma konusundaki temel motivasyonlarından biri, gıda egemenliği mücadelesinin zeminini genişletmek, üniversitede gıda egemenliği mücadelesine katkı sunacak yeni ittifaklar oluşturmak ve akademik araştırmanın doğasına yönelik bir metodoloji sorunsalını dile getirmekti.
LVC delegasyonunun katıldığı sunumlarda yaptığı müdahalelerde ifade ettiği temel şey, gıda egemenliği mücadelesinin alternatif bir toplum projesi olduğu ve bu mücadeleyi toplumun bir kesimi olan çiftçilerin tek başına kazanamayacağı yönündeydi. Çiftçilerin ve köylülerin, gıda emekçilerinin ve göçmen işçilerin gıda egemenliği ve alternatif bir toplum projesinde çok önemli bir aktör olduğu, ancak toplumun diğer kesimlerinin de bu mücadelede birleşecek aktörler olduğunun altı çizildi. Üniversitenin de toplumun bir kesimi olarak bu mücadeledeki rolü vurgulandı.
İkinci olarak, gıda egemenliği mücadelesinin ihtiyaç duyduğu ve mücadeleye katkı sunacak araştırmaların, iktidarın ve egemenliğin nasıl işlediğini analiz edecek ve buna karşı politika oluşturacak çalışmalar yapılmasının önemi vurgulandı. Akademik düzlemde gıda egemenliği, ekolojik tarım ve kırsal alandaki dönüşüm üzerine yapılan çalışmaların arttırılması, bağlamsız yapılan ve boş rafları dolduran çalışmalar yerine kamusal bir işlevi olan, insanların hayatlarına ve mücadelelerine katkısı olan çalışmaların daha da yaygınlaşması gerektiğinin altı çizildi.
Son olarak, kır üzerine yapılan çalışmalarda ortaya çıkan temel bir metodolojik sorunsala değinildi. LVC delegasyonu, saha çalışmalarında ortaya çıkan “nesneleştirme” problemini, kır üzerinde kır için ama “kırda yaşayan aktörlerden bağımsız” bir çalışma yapmanın hem metodolojik hem de politik problemler oluşturduğunu, özellikle bu tarz çalışmaların (üzerinde bir “çalışma nesnesi olarak çalışılan”) köylülerin ve çiftçilerin mücadelelerine nasıl bir katkı sunduğunun tartışmalı olduğu vurgusunu yaptı. Bu bağlamda, “köylülerin ve çiftçilerin de bir aktör olarak bizzat dahil olmadığı, köylüler ve çiftçiler hakkında yapılan bir çalışmanın kabul edilemeyeceği” LVC delegasyonu tarafından sık sık vurgulandı.
Bununla bağlantılı olarak, esasında küresel neoliberal üniversitenin temel problemlerinden biri olan “kamusal bütçe” sorunu da tartışılmış oldu. Bir çok araştırma projesinin şirketler tarafından fonlandığı güncel konjonktürde, yapılan çalışmaların şirketlerin daha fazla kâr elde etmesine odaklandığı, kamusal fayda için çalışma yapması gereken üniversitenin şirket çıkarları için dizayn edildiği, araştırma bütçelerinin adil ve kamusal faydayı temel alan bir şekilde tasarlanmamış olduğu gibi çeşitli başlıklar tartışılmış oldu. Kolokyumun üniversitenin kamusallığına dair ortaya koyduğu bu tartışmanın, “araştırmacının kamusal işlevi” ve “araştırmanın doğası” sorunsallarıyla ilişkili olduğu söylenebilir.
Kolokyumun hemen sonrasında, 6 Şubat tarihinde aktivist STK'larda çalışan araştırmacılar ve akademisyenler tarafından organize edilen “diyalog günü” ismini taşıyan bir atölye düzenlendi. Bu atölyenin temel amacı, kolokyumun yapmaya çalıştığı gibi, araştırmacılar ve akademisyenlerle aktivistler arasında daha yakın bir diyalog zemini kurmak, politika oluşturmayı beraber örgütlemekti. Bu açıdan aktivistleri “araştırmacı”, araştırmacıları da “aktivist” pozisyonu içerisinde konumlandırarak aradaki sınırları ortadan kaldırmaya çalışan bu atölye, panel, sunum veya konferans gibi klasik iletişim zeminlerinin dışında, beraber deneyimleme ve öğrenme sürecine odaklı bir diyalog zeminini inşa ederek aynı zamanda pedagojik bir alternatif örneği de ifade ediyordu.
Bir günlük yapılan ve kolokyumun genel çerçevesini takip eden atölyede, farklı çalışma grupları oluşturuldu ve eşit bir seviyede, herkesin kendi adına konuştuğu bir şekilde beraber politikalar inşa edildi. “Küresel yönetim gerekli mi?”, “Küresel yönetimin aktörleri kimlerdir”, “gelecek nasıl olabilir” gibi soruların tartışıldığı bu atölye gününde, kısaca şöyle sonuçlara ulaşıldığı söylenebilir:
1) Küresel yönetimin gerekli olup olmadığı bir yana, odayı dolduran atölye katılımcısı kalabalık, dünyanın farklı bölgelerinden ve ülkelerinden gelen, zaten hali hazırda ulus-ötesi bir kalabalığı oluşturuyor. Biz, bu mücadele içerisinde ulusal sınırları aştık, küresel bir mücadelenin parçası haline geldik.
2) Kolokyumda da sıkça tekrarlandığı üzere, aslında biz “bir gün, gelecek bir zamana ait olan bir gelecekten” söz edemeyiz; gelecek bugün, burada kurulmaktadır. “Eğer geleceği biz inşa etmez isek, başkaları bizim yerimize inşa edecektir”. Bu açıdan, geleceği inşa etmek için gücümüzü ve egemenliğimizi ele almak, geleceği bugünde inşa etmeye başlamamız gerekir. Bu atölye, sınırları ve ulusları aşmamız açısından, alternatif bir metodoloji ile geleceği bugünden inşa ettiğimizi gösteriyor. Bunu daha fazla yaygınlaştırmamız gerekiyor.
3) Sıkça tekrarlanan bir şey, bir yanlış var: “aşağıdan yukarı” mekanizmalar kurmak. Aslında bizim burada yaptığımız gibi, mekanizmalar “aşağıdan aşağıya” doğrudur; yani bizler arasında, eşit seviyede, böyle bir mekansallıkta. Bunun dışında bir “yukarı” yoktur.
Çiftçiden Çiftçiye: Farklı Bir Metodolojik Önerme
Bu bağlamda düşünülebilecek metodolojik açılımlardan biri yıllardır La Via Campesina tarafından uygulanıyor. “Çiftçiden Çiftçiye Hareketi” (The Farmer-to-Farmer Movement) olarak ifade edilen ve çiftçilerin kendi aralarında bilgi ve deneyim aktarımına dayanan, akademisyen ve araştırmacıların da kendi bilgi ve deneyimleriyle bu sürece katkı sundukları hareket, La Via Campesina'nın farklı bölgelerindeki agroekoloji okullarında uyguladıkları, çiftçilerin doğrudan katılımına dayanan bir öğrenme ve bilgi aktarımı metodu. Bu yöntem, bilgi ile pratiğin biraradalılığına, bilgi üretimi ile pratiğin içiçeliğine ve eşzamanlılığına odaklanan, bilgi üreticisi/bilen ile bilgiyi icra eden/aktör arasındaki ayrımı ortadan kaldıran bir “praksis metodolojisi” olarak ifade edilebilir.
Çiftçiden çiftçiye metolodojisinin, ezilenlerin kendi aralarında kurdukları ilişkinin nasıl olması gerektiğine yönelik bir etik inşası olduğu da söylenebilir. Bilgi/öğrenme ile pratik/uygulama arasındaki ayrımı ortadan kaldırarak, bilgi sürecinin doğrudan katılımcısı olan aktörlerin bizzat kendilerinin inşa ettikleri bir praksis olarak düşünülebilecek bu metodoloji, aktörlerin kendi istedikleri bilgi ve deneyimi inşa etme konusunda özerkliklerini ve egemenliklerini de önceliyor. Bu açıdan, araştırmacının bir nesneleştirme pratiği olarak inşa ettiği araştırma deneyimi yerine, araştırmanın kendisini araştırmanın kamusal niteliği ile ilişkisi içinde, beraber öğrenme ve inşa etme süreci olarak tasarlıyor. Bu tasarım, La Via Campesina delegasyonunun kolokyum sürecinde ifade ettiği gibi, “bizim katılımımız olmadan, bizim hakkımızda, bizim için bilgi üretmek mümkün değil” söylemini başka bir düzlemde ifade ediyor.