Çalışma Bakanlığı merakla beklenen işçi istatistiklerini nihayet yayınladı.
Tabi, beklenen oldu.
Uygulamaya konan yasa ve istatistikler, birçok sendikayı baraj altında bıraktı.
SGK verileri esas alınarak yapılan tespit sonucu “3 milyon 205 bin sendikalı işçi sayısı, 1 milyona” düşürüldü.
Yetki tespitinde esas alınan işçi sayısı “5 milyon 434 binden, 10 milyon 884 bine” yükseltildi.
Yetki için baraj; yüzde 10’dan, yüzde 3’e indirildiği söylense de, birçok iş kolunda baraj yükseltildiğinden, bu iş kolundaki sendikalar için artık yetki imkânsız gibi görünüyor.
2009 yılında 52 sendika toplu iş sözleşmesi yapabilirken, yasayla getirilen yeni barajlarla TİS yapabilen sendika sayısı 23’e düşürüldü.
DİSK-AR konu hakkında “2018 yılı Temmuz istatistiklerinin açıklanması ile % 3 barajı altında kalacak işkollarında, 5 milyon 277 bin işçi, yani tüm kayıtlı işçilerin % 48,5’i için Toplu İş Sözleşmesi (TİS) hayal haline gelirken, 6 işkolunda işçilerin yetkili sendika bulamayacağını” ifade ediyor.
Bu sonuç üzerinden konuya bakıldığında işçi sendikaları; hükümetin baraj ve aritmetiksel hilelerine yenildiklerini peşinen söyleyebiliriz.
Ama sorunu sadece hükümetin hilesi hurdası olarak değerlendirip sendikal hareketi kusursuz bulmak, kuşkusuz eksik bir değerlendirme olacaktır.
Yetki meselesinde asıl irdelenmesi gereken konu, bu istatistikler yayınlanırken bir kısım sendikanın hükümetle girdikleri yandaş ilişki…
Mücadelenin ötelenmesi ve sendikaların yıllardır örgütlenmeyip, fason üyelikler üzerinden kurdukları bürokratik iktidar ilişkisidir.
Hükümet bu anlamda emek hareketindeki çürüme ve kokuşmayı çok iyi görmektedir.
Bu nedenle zaman, zaman “aba altından sopa göstermekte” tehditten geri durmamaktadır.
Öte taraftan emek karşıtı yasalar geçerken, işçi cinayetleri sıradanlaşırken, güvencesizlik kural haline getirilirken…
Sendikalar Türkiye toplumsal dinamikleriyle ilişki kurmaktan ve mücadeleyi ortaklaştırmaktan kaçınmışlardır.
Adeta bir kısım sendika ‘sinik’ ve ‘sessiz’ sistemin uslu çocuğu gibi dururken, geri kalanlar da hükümetin kontra gücü haline gelmişlerdir.
DİSK gibi muhalif sendikalarda, sorunu sadece parlamento düzleminde çözeceği yanılgısına kapılmışlardır. Ve CHP’den medet ummuşlardır.
Hani “Şapka düştü, kel göründü” derler.
Sendikaların başına çöreklenmiş bürokrasi, sendikaları sistemin tarikatı haline getirmiştir.
Ortaya çıkan somut sonuç şudur.
Gerek sendikal hareketin yaşadığı kriz, gerekse işbirlikçi sendikalar eliyle oynatılan uğursuz rol, on binlerce işçiyi örgütsüz bırakıp TİS yapamaz duruma getirmiştir.
AKP toplumsal yaşamın diğer alanlarında olduğu gibi, sendikal alanda da iktidarını inşa etmek istemekte, bunun için alabildiğine sendikaları etkisizleştirip, iktidarlarını büyütecekleri bir hegemonya alanına dönüştürmektedir.
Şüphesiz ki AKP’nin neo liberal sermaye yapılanmanın önündeki engelleri kaldırıp, işçi maliyetini düşürüp, Türkiye’yi ucuz işçi cenneti haline getirmeyi arzulamaktadır.
Doğal olarak bu sürece karşı çıkan mücadeleci sendikaları etkisizleştirmek için de anti demokratik barajlara başvurmaktadır.
Zira sendikal bürokrasiyle kurulan yandaş ilişki emek hareketini bölmüş… Oluşturulan barajlar zaten zayıf olan sendikaları etkisiz ve yetkisiz bırakarak, sendikal krizi daha da derinleştirmiştir.
Buna karşı sistemin kucağına doğan Türk İş’in oluşturduğu uzlaşmacı ve sistem içi gelenek, ardıllarına sirayet etmiştir.
Dün Türk İş’in açtığı yoldan, bu gün Hak İş, Memur Sen ve Kamu Sen gitmektedir.
Ancak sendikalar her şeye rağmen, bu baş aşağı gidişe müdahale etme şansları hala vardır.
Hala güçlü bir rüzgâr üretmek mümkündür.
Fakat sendikal hareket siyasal iktidarın egemenlik alanından çıkarak, hükümetle girdikleri uzlaşmacı yandaş tavrı bırakarak, demokratikleşmek, değişip/dönüşmek zorundadır.
Böylece AKP’nin emek alanında yürüttüğü hegemonik iktidar ilişkisi boşa çıkarılmış olacaktır.
Kaynak : Emekdünyası – 9 Şubat 2013