“Gıda Egemenliği İçin 2. Nyeleni Avrupa Forumu” Romanya’nın Cluj-Napoca şehrinde 26-30 Ekim tarihleri arasında kırktan fazla ülke delegasyonunun katılımıyla gerçekleşti. Tematik toplantılarla, çalıştaylarla, belgesel gösterimlerle, saha gezileri ve kültürel aktivitelerle dolu bir beş gün geçirdik forumda.
Forumun dördüncü gününde yaklaşık bir saat on beş dakika sürecek bir yolculuktan sonra agro-ekoloji okuluna ulaşacağımızın bilgisiyle yola koyulduk. Otobüsümüzde birçok ülkeden insan vardı. Öncelikle belirtmeliyim ki, yol boyunca kırsal peyzaj çok güzeldi. Her yer yeşil, tepelerde orman-koruluklar, ağaçların bittiği yerde meralar ve tarlalar muhteşem bir uyum içindeydi. Söylenen zamana yakın bir sürede varmamız gereken mekâna geldik. Geldiğimiz mekân, Alunişu Köyü. Romanya’nın en temiz havaya sahip üç yerinden biri. Köyden ayrı bir agro-ekoloji okulu yoktu. Köye yedi yıl önce yerleşen Lars ve Robin çiftinin köylülerle iç içe geçerek, sürdürülebilir değerlere ve yaşayarak öğrenmeye dayalı oluşturdukları uygulamaya agro-ekoloji okulu adını vermişler. Biz bu çiftin ve iki farklı köylü ailenin konuğu olduk, ağırlandık, bilgilendirildik. Yaşamlarını, ne ürettiklerini, nasıl ürettiklerini, ne için ürettiklerini, kimin için ürettiklerini bizimle samimi bir şekilde paylaştılar.
Bizde edindiğimiz bilgileri ve gözlemlerimizi sizlerle paylaşalım istedik.
Köye geldikten sonra kafilemiz üçe bölündü. 1 saat 30 dakikada üç ayrı mekânı ziyaret edecek, sonra dağıldığımız bu noktada bir araya gelecektik.
İlk Uğrak
İlk uğradığımız mekânın sahibi aynı zamanda köyün rahibi. Rahipliğin yanı sıra çiftçilik de yapıyor. Adı, Berde Szilard. Onu dinliyoruz.
“50 koyunum var. Koyunların sütünden peynir yapıyorum. 6 yıl önce peynir yapmaya başladım. Üretimimizi aile olarak yapıyoruz. İşçi çalıştırmıyoruz. Ürettiğimiz peyniri uzun süre bekletebiliyoruz. Köyün komin olarak kullandığı 250-300 hektar civarında merası var. Koyunlar orada otluyor. Aile ihtiyacı kadar sebzeliğimiz var. Çapa makinesi ile toprağı işliyoruz. Yılda 50 litre Palinka (ev yapımı geleneksel bir içki) yapıyoruz. Palinkanın satışını kapıda yapıyoruz. Pazara götürmüyoruz. Peyniri Cluj’a götürüp satıyoruz.”
Peynirleri gerçekten çok lezzetliydi. Peynir neden bu kadar lezzetli, diye soruldu. “Yıllardır aynı peyniri yaparak tecrübe kazandım. Farkı, tecrübe ile yaratıyorum” dedi. Bu arada gruptan isteyenler peynir aldılar. Bunlardan birisinin almak istediği ve diğerlerinden farklı olduğu anlaşılan peyniri Szilard nazikçe satamayacağını çünkü o peyniri çocuğu için ayırdığını söyledi. Öncelik tabii ki ailenindi.
Alunişu’da üretilen sütü alan yerel toplayıcı bunun ekonomik olmaktan çıktığını sebep göstererek sütü almayı kesince, Szilard kendi ürettiği sütün dışında köyden de süt toplayıp peynir yapmaya başlamış. Bu kararın köy içinde ortalama 1-2 sığırı olan birçok küçük işletme için hayati bir nitelik taşıdığını da otobüsle köye gelirken bize rehberlik eden Robin’den öğrenmiştik.
Szilard koyunları hakkındaki sorulara ise; “Turkana cinsi koyun yetiştirdiğini, Turkana’nın yerel bir ırk olduğunu, 35-40-50 kg’a varan ağırlıkta ve günlük 0,5-1 litre süt verdiğini, koyunların evin bahçesinde yer alan elma ağaçlarının altında ve komüne ait merada otladıklarını” söyleyerek cevap verdi.
Aile başlıca karbonhidrat ihtiyacını Polenta (mısır unundan yapılan ekmek yerine tüketilen geleneksel gıda), makarna, patates, pirinç ve az miktarda ekmek tüketerek karşılıyor. Beş kişilik aile 2 kiloluk ekmeği bir haftada tüketiyor. Polentayı, makarnayı ve ekmeği çoğunlukla kendileri yapıyorlar.
Bir başka ziyaret
Robin-Lars Veraart ailesi bu köye sonradan, yaklaşık yedi yıl önce gelip yerleşmişler. Hollanda asıllı bir aile. Robin bir veteriner ve köye yerleşmeden önce büyük endüstriyel hayvancılık işletmelerinde çalışmış. Hormonlara, ilaçlara dayalı olarak yaptığı işi sorgulamasıyla başlamış hayatlarına dair aldıkları değişim kararı. Onlar anlatıyor: “Burası hem köyle hem doğayla uyumlu bir çiftlik. Gönüllüler burada çalışıyor. İlham alıyor. Burada bir topluluk kurmaya devam ediyoruz.” Çift, köye ilk geldiklerinde neyi nasıl yapmaları gerektiğini köylülerden öğrendiklerini belirttiler. Dışarıdan gelenler olarak, köylülerin bilgi ve deneyimlerine daha başlangıçta bu kadar değer vermeleri onlarla doğru bir kanaldan, sağlıklı bir iletişim kurmalarında etkili olmuş.
Evlerinde bisiklet pedalını çevirerek çamaşır makinelerini çalıştırıyorlar. Çamaşır yıkamak için elektrik kullanmıyorlar. Uzunlamasına evleri var bu köyün. Evlerin altında ürettiklerini ve yiyeceklerini sakladıkları kilerleri, evin bitiminde birkaç hayvanın bakılabileceği kadar bir ağıl, devamında işledikleri arazileri yer alıyor. Buraya kadar olan çaba ve üretimler kendi ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik. Bunun dışında 40-50 hektar arazileri daha var. Arazilerinde hayvanları için tritikale üretiyor, üzüm, ceviz, elma gibi meyveler ile mevsime göre sebzeler yetiştiriyorlar. Çiftlik kendine yeterlilik üzerine kurgulanmış, ancak üretemedikleri bir takım ihtiyaçlarını genellikle meyve satışıyla karşılıyorlar. Bunları da kendilerinin yetiştiremediği ve üretemediği diğer ihtiyaçlarını karşılamak için satma amaçlı üretiyorlar. İhtiyaçlarını burada üretip, sattıklarıyla karşılıyorlar.
Bu durumu; “Gıda egemenliği bizim için önemli, bu nedenle, meyve ve sebzeyi öncelikli olarak ihtiyaçlarımızı karşılama amaçlı üretiyoruz. Fazlasını daha çok işleyerek satıyor, diğer ihtiyaçlarımızı karşılamada kullanıyoruz,” diye açıklıyorlar.
Dünyanın farklı bölgelerinden gelen gönüllüler bir haftalık bir program içinde geleneksel geçimlik çiftçiliği yaşayarak öğreniyorlar. Bu bir hafta içinde gönüllüler organik bahçecilik, ekim-dikim, toprak yönetimi, kompost hazırlama, zararlılarla mücadele, budama gibi bitkisel üretime yönelik faaliyetlere katılıyorlar. Ayrıca konserve, reçel, peynir, yoğurt, tereyağı, şarap yapımını öğreniyorlar.
Üretimlerinde doğayı ve toprağı koruyarak üretmek ana ilkeleri. Pazar ve girdide bağımsızlığı esas aldıklarını belirttiler. Bu amaca yönelik bir yaşam tarzı kurguladıklarını anlattılar. Bu çiftliğin ülkemizdeki organik veya agroekolojik yöntemlerle üretim yapan ve gönüllüleri de üretime katan uygulamalardan temel farkının, köyden izole olmadan köyün bir parçası olmayı çok iyi becerebilmesi olduğunu söyleyebiliriz. Köy, köylüler ve yerel geleneksel bilgi bu okulun önemli bir parçası.
Üçüncü ve en şen uğrak
Üçüncü ziyaretimizi köyün yaşlı kadınlarından birisi olan Marioara’nın evine gerçekleştirdik. Yaşlı kadının bahçesinde hazırlamış olduğu masada sunduğu lokmalar eşliğinde palinkalar içildi. Marioara’nın şenliği, ikramlarındaki ısrarı soğumaya başlayan havayı ısıttı. Bol kahkahalar atıldı. Yaşlı kadının üretim ve yaşamları hakkında verdiği bilgiler önceki anlatımlarla benzerdi. Diğer iki uğrak yerindeki serbestçe gezen horozlu aile şeklindeki tavuklar burada da ortalıkta özgürce geziniyor ve eşeleniyordu.
Son ziyaret
Akşamın alaca karanlığı çökmek üzereyken son ziyaretimizi meraya yaptık. Merada çoban sırtında hayvan postundan yapılmış kepeneği, hoş bir biçimde çaldığı kavalıyla karşıladı bizi. Oldukça hoş bir karşılama oldu bizim için. Yaşlı çobanın bir de genç çoban oğlu vardı yanında. Genç çoban, çobanlıkla ilgili sorunları aktardı. “Meraların özelleştirildiğini, şirketlerin meraları ele geçirdiğini, şirketlerin bu hamlesinin kendi komin meraları üzerinde ciddi basınç yarattığını, meralarını kaybedebilecekleri, şirketlere kaptırma endişesini taşıdıklarını” aktardı. Genç çoban halihazırda yaşadıklarını, “Şu anda bu merada hayvan otlatabilmek için devlete 1300 Euro ödediklerini, bunun maliyetlerini artırdığını, şirket basıncı devam ederse kiralama fiyatının daha da artacağını bunun sonucunda çok sevdiği halde çobanlık yapamayacağını” söyleyerek bizlerle paylaştı.
Köye ve çevresine hakim konumda bulunan meradan bakıldığında ilk dikkati çeken şeylerden birisi de köyün hemen yanı başındaki araziye kurulu büyük güneş enerjisi santraliydi. Tarım arazileri burada da enerji üretimi için kullanılıyordu. Çin’li bir yatırım şirketi tarafından yapılan bu santralin köye enerji de dahil olmak üzere hiçbir katkısı yoktu.
Günün sonunda güzel duygularla Alunişu’dan ayrıldık. Dönüş yolunda ise tatlı yorgunluğumuza gördüklerimizle ülkemiz arasında kurduğumuz kim paralellikler eşlik etti. Bu paralelliklerin bir kısmı olumsuzluklara dair olduğu gibi aynı zamanda umuda da dairdi. Köy ve köylüler üzerindeki baskılar nasıl her yerde ortaksa, umudu ayakta tutacak ve büyütecek mücadelede ortak olmalıydı.