Sermayenin doğayı metalaştırma saldırısının Türkiye’deki en güncel biçimlerinden biri, HES projeleri için akarsuların şirketlere satılmasıyla açığa çıkıyor. Siyasal iktidar tarafından yapılan düzenlemelerle Türkiye’nin hemen her yerinde akarsuların kullanım hakkının sermayeye satışı, beraberinde suyun mülkiyetinin şirketler tarafından ele geçirilmesinden, HES projeleri sırasında yaşanan ekolojik yıkıma kadar bir dizi gelişmeyle birlikte halk direnişlerini de açığa çıkarıyor. Elbette, HES projelerinin suyun ticarileşmesindeki rolünden, AKP iktidarının suların şirketlere satışındaki misyonuna; direnişlerin deneyimlerinden nasıl büyütüleceklerine kadar üzerine konuşulması gereken çok konu var.
Ancak bu yazı bu defalık sadece bir sese odaklanıyor. Enerji şirketlerinin yoğun saldırısı altındaki Karadeniz’in en uç noktalarından birindeyiz. Artvin Ardanuç’tayız. Ardanuçlu kadınları dinliyoruz. Bu yazı onların dilinden anlatmaya çalışıyor öfkelerini ve isyanlarını. Bugüne kadar HES şirketlerine karşı direnişte ellerinde sopalarla nöbet tutan, jandarmaya kafa tutan, dozerlerin önüne yatan kadınları izlemişiz, okumuşuz. Şimdi yüz yüzeyiz, elele oturup konuşuyoruz. Elbette HES’lerin yapıldığı bölgelerde birçok erkekle de sohbet ettik. Ancak kadınlarla konuşunca açıkça görülen bir fark var. Kadınlar su gibi, dere gibi konuşuyorlar gürül gürül, hesapsız kitapsız. Bu konuşmalarda; teknik veriler, kanıtlar, ispatlar, karşı tarafın argümanlarını çürütmek için geliştirilen söylemler yok ortada. Ama inat var, direnç var. Kadınlar “susuz hayat olur mu, kimin suyunu kime satıyorlar, ölürüz de vermeyiz suyumuzu kimselere” diyor ve bitiriyorlar işi. İşte kadınlar, suyun da diğer “her şey” gibi alınıp satılabileceğini söyleyenlere bunun doğal ve kaçınılmaz olduğunu ilan edenlere; bir hizmetin, doğal kaynağın ya da doğanın kendisinin yalnız piyasada alınıp satılabildiğinde “değerli-faydalı” olduğunu söyleyenlere (sularımız boşa akıyor diyen bakanı hatırlayalım) karşı; var olduğumuzdan beri ağaçla, kuşla, balıkla, otla paylaşarak kullandığımız dereler “nasıl olur da satılır?” sorusuyla ayağa kalkıyorlar, en iyi onlar biliyor suyun hayatın ta kendisi olduğunu. Kadınlarla yaptığımız sohbette bu defa “ülkeye enerji lazımmış” lafını duymuyoruz. “Devlet bu karşı çıkılır mı” demiyor kimse. “HES projeleri istihdam yaratacakmış” lafı bir kez bile geçmiyor. Ne “26 HES olmasın 2 tane olsun o zaman biz de çalışırız” diyen var, ne de “vadileri, suyu turizmle değerlendirsinler” diyen. Rüşvetti, iş vaadiydi bunlar kadınlara gelmiyor zaten; enerji ihtiyacı bahanesini ise hiç kale almıyorlar elektriksiz yaşamışlar çünkü ama susuz/deresiz bir yaşamı düşünemiyorlar bile. Evet kadınlar sadece “su” diyorlar. Suyumuzu vermeyiz. İşsizlikten, yokluktan bahsediyoruz. Çok dertleri var ama laflar dönüp dolaşıp suya geliyor hep. Ha bir de tüm konuşmalarda adı geçirilmeyen ama herkesin kim olduğunu bildiği biri var. Adını geçirmiyorlar. “O” diyorlar sadece. Ona lanet ediyorlar, insin diyorlar, defolsun diyorlar. Anlaşılmıştır herhalde Tayyip Erdoğan’ın adını ağızlarına bile almıyor kadınlar. Yazı içinde Erdoğan’ın kod adı “O”.
Artvin Ardanuç’ta Derelerin Kardeşliği Platformu’nun düzenlediği miting coşkuyla devam ediyor. Tam öğle sıcağı. Önce ağaçların altında bir sandalye bir tabure bulmuş yan yana oturan yaşları yetmişin üzerinde iki kadının yanına yaklaşıyorum. Ben selam verip karşılarına oturur oturmaz başlıyor Harmanlı’dan gelen teyze “ Sularımızı vermiyoruz yavrum. Biz susuz ne yaparız yavrum. Biz susuz ne ederiz yavrum. Onun için söküldük geldik buraya yavrum.” Yanındaki teyzeye dönüyorum sen ne diyorsun bu HES’lere diyorum ki ikisi bir ağızdan cevap veriyorlar “Hayır diyoruz yavrum. Hep hayır diyoruz. Kurban olurum hep hayır diyoruz. Kadınlar toplanmışız hep hayır diyoruz”
Ardanuç Meydanı’nı dolduran diğer kadınların yanlarına gitmek için ayrılıyorum. Bu defa hemen miting alanının içinde dükkan tentelerinin altında güneşten korunup bir yandan da can kulağıyla miting konuşmalarını dinleyen kadınların yanına gidiyorum. Başlıyoruz muhabbete Ardanuç’un köyünden miting için merkeze gelmiş olan Necibe Yılmaz, neden karşı çıkıyorsunuz HES’lere deyince hemen cevap veriyor “Susuz ne olur? Bahçemiz var hep kuruyor. Lavaboların suyu zaten buraya akıyor su azaldı mı kokudan duramıyoruz. Sinekler aşımıza ekmeğimize konuyor. Susuz insan yaşar mı?” Soruya hemen yanında oturan Necmiye Özkan cevap vererek konuya giriyor. “ Sebze ekiyoruz tabi ki susuz hayat olur mu? Kendileri dursun, o satanlar dursun susuz bakalım. Kolay mıdır?”
Doğma büyüme Ardanuçluyum diyen Nermin Avcı hemen alıyor sözü “ O satanların eli uzun” diyor, “satanların eli her yere uzanabiliyor” Necmiye teyze araya giriyor “Eli uzun da inşallah onların üzerine su bulunmaz ki yıkanalar. İnşallah öldüklerinde yıkanacak su bulamazlar.“ Nermin teyze alıyor lafı yine “Biz Ardanuçlu olarak ne deremizi, ne toprağımızı, ne bir şeyimizi kimseye vermiyoruz. Çünkü bize bakan yok ki bizim yaşamımızla ilgilenen yok ki. Şurada 30 senedir Ardahan-Artvin arasında yolumuz var onu getiremiyorlar. Biz kendi kendimize çaba gösteren insanlarız. Ekmeğimizi de kendimiz kazanıyoruz yemeğimizi de. Kimse bize bakmıyor. Hastanemiz yok. Biz kendi kendimize yaşıyoruz. Duysunlar, baksınlar, görsünler. Bizden bir şey istiyorlarsa bizi yaşama katsınlar. Yaşama katmadığı sürece her şeye hayır. Nermin teyze anlatıyor “Eskiden diyor burada hayvancılıkla geçinilirdi. Toprakla geçinilirdi. Her evde 8-9 çocuk büyütülürdü. Hakimini, hukukunu, doktorunu her şeyini çıkarmıştır bu Karadeniz’in Ardanuç-Artvin memleketi.” “Ama nerden büyüttüler onları” diye sorup kendisi yanıtlıyor. ”Topraktan. Sudan. Hayvancılıktan. Var mı burada sanayi, başka bir şey gel sen gör. Hiç birşey yok. Ama biz çalışarak yaptık. Parmakları kınalı ellerini gösteriyor “Hele gene de çalışıyoruz. Suyumuzu da alıyorlar. Nerden geçinecek bu insanlar?”
Necibe Yılmaz lafı alıyor “Çocuklarımızın işi yok yaptığımız bağ bahçe. Çocuklarımız boş geziyor. O’nun çocukları gibi Amerikalarda işi gücü yok bizim çocuklarımızın. Seçim zamanı oldu mu kapı kapı geziyorlar. Sonrada bir tane sormuyorlar.”
Bu sırada HES’ler ve HES projelerinin sonuçları hakkında size kim bilgi verdi diye sormak gafletinde bulunuyorum. Hepsi birden lafa giriyor. “Kimse bilgi vermedi. Televizyonlardan bakarak görerek öğrendik” diyorlar. Biri diyor kafamızı kullanarak bulduk. Diğeri diyor İstanbul’dan Bursa’dan gelenler haber verdiler. Nermin teyze biraz sitemli son sözü söylüyor “bizim bilgimiz bize yeter kızım. Gözümüz var, aklımız var, fikrimiz var. Ne edek bilgilendirmeyi. Yeter ki bizi insan gibi yaşatmayı bilsinler. “
Artvin’de geçim sıkıntısının çok yüksek olduğunu söylüyor kadınlar. İş yok, fabrika yok. Diyor ki Necmiye teyze “Bizim Artvin’imizde Ardanuç’umuzda olmayan bir şey yok kızım ama para yok. “
Diğer yerlerde direnen kadınlardan bahsediyoruz. “Biz kadınlar suyla
“İnşallah onların üzerine su bulunmaz ki yıkanalar. İnşallah öldüklerinde yıkanacak su bulamazlar.“
işimizi yapıyoruz” diyorlar. Sonra Necmiye teyze ekliyor “her pisliği temizleyen su yavrum”. Necmiye teyzenin eşi 28 yıl önce ölmüş. Hiçbir yerden maaşı yokmuş. Parmakları kınalı ellerini göstererek diyor ki “ 5 tane çocuğu ben bu kollarımın bu parmaklarımın kuvvetiyle büyüttüm. Şimdi herkes oturunca para yiyeceğim diyor. Villa kuracak, gemi alacak. Çarık giyen adam şimdi villalarda yavrularını besliyor. Bir de Allah Allah diye geziniyorlar.” Kafasını bir sağa bir sola sallayarak devam ediyor. “Ama o Allahın bir sillesi var kızım ki hele nerede vurursa orada düşürür. Bu suları satarlarda. Cenazesi bile temizlenmez inşallah”
Bu defa lafa giren Ardanuç merkezde oturan İmran Özkan. Ardanuç’ta oturduğum halde her yıl kendi sebzemi kendi ellerimle ekerim diyor. Konu komşu yer. Sularımız gittiyse biz ne yapacağız? “sularımızı satanlardan lanet olsun” diyor “hepsine lanet olsun”.
HES projelerini yapanların suyun kullanım hakkını aldığını bu işin “enerji üretimi” ile bitmeyeceğini bir süre sonra dere suyunun köylülere satışının gündeme geleceğini konuşuyoruz. Necibe Yılmaz alıyor sözü “Belediyelere kullandığımız su faturasını bile zor ödüyoruz. Değil ki oradaki sulama suyunu. Hangi parayla sulama suyuna para ödeyeceğiz. Ondan sonra da bizi icralık edecekler. Zaten millet hep icralık. Artvin’in Halk Bankası var. Diyorlar ki Ardanuç’u satsan borç ödenmezmiş. Buranın Ziraatı dolmuş yettiremeyen Artvin’in Halk Bankası’ndan kredi çekiyor geçinmek için.”
Gelirlerse iş makineleriyle diyorum, gülmeye başlıyorlar ve diyorlar ki “kafalarını kırarız” …Vedalaşıp, ilerliyorum.
Yan tarafta bir grup kadın daha öbek halinde oturuyor gölgede, kürsüyü dinleyip ara sıra alkış tutarak. Oturuyorum başlıyoruz muhabbete. Yine soruyorum niye karşısınız HESlere diye. Kadınların en yaşlısı söze giriyor hemen Ovacık Köyünden 67 yaşındaki Nazime Yıldırım. Başörtüsü üzerine Ardanuç Belediyesi’nin dağıttığı “Su yaşamdır” yazılı şapkasını takmış. “Hayır diyoruz” diyor. “ Bizim suyumuz bize lazım”. Erdoğan diyeceğine ağzından Erbakan çıkıyor…”Erbakan’a gidin söyleyin. Hiç Artvin’e gelip sorununu dinledi mi? Bizim bir ihtiyacımızın var olduğunu anlattı mı? Artvin’e fabrika mı yaptı? Bizim suyumuz bize lazım. Bizim suyumuz Artvin’e lazım. Su Artvin’indir. Yeşil Artvin’in suyu da yeşildir. Su da bizim Artvin de bizim. Bizim derdimizi dinleyen yok. Bizim elimize iş veren yok. Çocuklarımız boş geziyor. Biz de O’nun ne hakkı var.” Bunları söyleyip sinirlenmeye başlıyor. Artık karşısında Erdoğan var. Ona seslenir gibi bağırıyor. “Rey zamanı geldi mi kapı kapı köpek gibi geziyorlar. Ama bize bakmıyorlar. Nerdeler şimdi biz ne yiyoruz ne içiyoruz. 3 kuruş maaş veriyor 10 kuruş geri alıyor. Hemen yanında oturan kadın söze giriyor. “Biz suyla sebzemizi büyütüyoruz. Satıyoruz. Sebzemizin parasıyla çocuklarımıza harçlık veriyoruz. Bunları görsünler biz bir küçük memleketiz. Nazime teyze giriyor yine lafa “Her şeyimiz para diyor. Suyumuz da para elektriğimiz de para. 5 kuruş veriyor 10 kuruş alıyor. Bizden ne bekliyor O.” Yine Tayyip karşısında bağırıyor “O ne bekliyor. Utanmıyor mu suyumuzu satmaya?”
“Bir an önce baştan insin” diyor bir diğer kadın. “ Bir an önce insin bize de hak tanısın. Biz istemiyoruz böyle bir başkbakan” Nazime teyze ekliyor ardından “Fabrikayı sattı. Türkiye’yi sattı. Doymadı mı? Çocuğunu memur etti. Askere yollamadı. Her şey etti. Şimdi de Artvin’i mi satacak? Utanmıyor mu O?”
Yine başlıyoruz en çok kadınların su mücadelesini sahiplenmesinin nedenlerinden konuşmaya. Hepsi aynı fikirde “evlerde köylerde derdi sıkıntıyı çeken kadınlar” diyorlar. “Sıkıntıyı kadınlar çekiyor. Erkekler çalışıyor para kazanıyor ama evde kadınlar idare ediyor”
Konuşma sürerken öğreniyorum ki Nazime teyze süren mitingde kürsüye çıkıp konuşacakmış ama çarpıntısı başlamış. Diyor ki “Sıkıntımdan sinirimden fenalaştım. İyi ki diyor şimdi konuştuk oraya çıkamadım ama içim biraz rahatladı.” Sonra kameraya parmağını sallayarak sesleniyor “Bunu ona deyin. Bunu dünyaya haber edin. Duysun bunları beni hapse de atsın.” Hapse girme lafı çok kullanılıyor. Kadınlar arasında kimi diyor hapse atarlarsa atsınlar ne diyeceksem derim, kimi diyor korkmam ben kimseden, kimi diyor zaten ölmüşük öldüreceklerse öldürsünler. İsimlerini sorduğumda da söyleyim de hapse atsınlar dimi deyip yine de söyleyiveriyorlar.
Nazime teyze kürsüye çıkamamış ama kürsüde birçok kadın söz alıp konuşuyor (bu arada genç kadınların da miting görevlisi olduklarını söyleyelim) kürsüde konuşma yapan kadınlardan biri de Değirmenci ailesinden Gülfiye Akdemir. O da yanımızda şimdi lafa “Yok kadınlar hakkını savunamıyormuş. Neden savunamıyormuş. “ diye giriyor ve devam ediyor.
”Hiçbir yerden yardım alamıyoruz. Benim çocuğum değirmenci geçimimizi ondan sağlıyoruz. Su kesildimi ne olacak. Ne olacak. Yazık olsun başa geçmişler sandalyede oturuyorlar. Onlar ikişer üçer milyar alıyor benim evime 500 milyon maaş girmiyor. Benim oğlum işsiz. Geldi de iş mi verdi. Aç mısın tok musun diye mi sordu. (gizli özne yine Erdoğan) Gelmiş bir de sularımızı kesiyor utanmadan“Nazime teyze söze giriyor hemen “…dereler öyle bir şey ki çayımızı onla yapıyoruz. Tarlamızı onla suluyoruz. Su olmadı mı ekin de olmaz. Sebze de olmaz. Meyve de olmaz. Teyze yine lafı alıyor yine adres Tayyip Erdoğan “O’nun burada bir hakkı yok. Bizden ne bekliyor. Gelsin ha böyle benim yüzüme konuşsun. Gelsin benim yüzüme konuşsun. Ha buraya gelsin ha buraya. Yüksek başını alçaltsın gelsin baksın burada millet ne çekiyor. Bizler neler çekiyoruz.” Ovacık köyünden başka bir kadın alıyor sözü “Biz suyumuzu veremeyiz suyunu veren hayatını vermiş demektir. Susuz hayat olmaz”
Bu arada arkadan bir baş uzanıyor biraz önce konuştuğumuz kadınlardan İmran Özkan geliyor tekrar “Bu doğayı bize Allah vermiştir. Allahtan başka kimse ne suyumuzu ne doğamızı alamaz. Bu kadar” diyor ve geldiği gibi aniden kayboluyor.
Nazime Teyze alıyor yine lafı diyor ki “Bilsinler bu millet kör değil. Artvin Ardanuç son duraktır. Ama memlekettir biz de insanız. O da insansa gelsin Artvin’in derdine ortak olsun. Sonra suyu satıyormuş. Neyi satıyor O” parmağını sallayarak devam ediyor .”Hele bi satsın da görelim. Başta beni bekler O. 67 yaşındayım vallahi çok laflar edicem ama çoğunu yutuyorum. “
Nazime Teyze geçen gün kalkmış abdest almak için açmış çeşmeyi bakmış su çok az akıyor. Aklına gelmiş suya göz koyanlar sinirimden yerimde duramadım diyor” Ekliyor “Ya gerçekten bizim suyumuzu alırlarsa biz ne edeceğiz? Sonra kızgınlıkla devam ediyor Tayyip Erdoğan’ı kastederek “Neyin suyunu satıyormuş O? Ardanuç’un suyuna mı emeği var? Ağacına mı emeği var? Toprağına mı emeği var? “
Ağaca, toprağa, suya emek veren kadınlar, yaşamı suyla yeniden üreten en çok da bunun için suyun yaşam demek olduğunu en iyi bilen kadınlar “su hırsızlarını” na karşı sularını, derelerini korumakta kararlı. Şunu eklemeden geçmeyelim Karadeniz’de kadınlar birinin “adını bile anmaktan” vazgeçtiklerinde onu çoktan yok saymışlar demektir. Suları kendi elleriyle satan Başbakan Karadenizli kadınların gözünde çoktan tarihe gömülmüş, cenazesini kaldıracak su bile bulamadan.
Kaynak : Sendika.org