Geçtiğimiz hafta dünya basınında geniş ölçüde yer bulan “arı ölümlerine” daha yakından bakmamız gerekiyor. Arılar yaşam biçimleri dikkate alındığındabütün kovan (koloni) olarak bir organizma gibi davranırlar. Koloniden
ayrılan arının ayrı yaşaması söz konusu olmadığından, tek tek değil, koloni olarak incelenmeleri gerekir. Haberlere yansıyan arı ölümleri de kolonilerin
ortadan kaybolmaları anlamına geliyor. Bu tabloya “Colony Collaps Disorder”
(CCD, koloni çökme hastalığı) adı veriliyor. ABD’de arı yetiştiricilerinin
çoğu geçen yıla göre yüzde 70 kayıp olduğunu bildirdiler. Almanya’da ise
yüzde 80’e varan arı kayıpları bildirilmekte. Ne var ki arılar iz bırakmadan
ortadan kaybolduklarından, ölüm nedenlerinin saptanması mümkün değil.
Arıların yön duygularını etkileyen bir dizi hastalık bilinse de, son CCD
tablosunun buna bağlı olup olmadığı da bilinmemekte. CCD ilk defa 1986’da
tanımlanmış, ancak 2006’dan bu yana yeni ve “yaygın” bir CCD ile karşı
karşıya olduğumuz görülüyor. Gündeme Albert Einstein’ın sözleri olarak
yansıyan “arıların ölmesinin ardından insanoğlunun da 4 yıl hayatta
kalabileceği” kehaneti kuşkusuz doğru bir saptama. Zira arılar doğadaki
bitkilerin döllenmesinde büyük önem taşıyorlar. Bir tek arı olasılıkla
yüzlerce bitkinin döllenmesine yardımcı oluyor. Arıların yok olması
durumunda döllenme olmayacağı için meyve(tohum) oluşumu ve bitkilerin
çoğalması da ciddi olarak azalıyor. ABD Cornell Üniversitesi
ekonomistlerinin hesaplamalarına göre (bence bu konuya ekonomist gözüyle
bakmak abesle iştigaldir ama) arılar polenleme ile yılda yaklaşık 14 milyar
dolarlık bir üretim sağlamakta.
Dr Spiegel’de yayınlanan habere göre son CCD için kimsenin henüz geçerli bir
açıklaması yok. Petek içerisine bulaşan kimyasal artıklardan tutun, arılara
bulaşan hastalıklara, arıların bağırsak parazitlerine kadar bir dizi olası
etken suçlanmakta. Ne var ki bunlar içerisinde biri daha ön plana çıkmakta
ki, biz bunu genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) olarak
adlandırıyoruz. GDO kavramını bu satırlarda yaklaşık beş yıldır, ama düzenli
olarak işliyoruz. Genetiği değiştirilmiş organizmaları “hormonlu gıdalarla”
karıştırmayın. Bu teknolojide bitkinin genetik yapısı içerisine, o bitkinin
doğal zararlısını öldürecek bir gen yerleştiriliyor. Örneğin mısır
bitkisinin içerisine Bacillus thrungiensis (Bt) adlı mikroorganizmanın
zehiri, DNA kodu olarak konuyor. Bu durumda bitkiyi yiyen zararlı böcek, Bt
zehirini de yemiş oluyor, zehir bağırsak hücrelerinin patlamasına yol açıyor
ve ölüyor. Normalde Bt toksini ekolojik tarımda spreyleme şeklinde
kullanılıyor, uygulamadan kısa süre sonra da doğada yıkıma uğrayıp ortadan
kalkıyor. Meyveyi yıkamakla da tamamen temizlenmiş oluyor. Ancak bitkinin
genetik yapısına sokulan Bt toksininin yıkılması söz konu olmadığı gibi,
olası diğer etkileri de bilinmiyor. Arı kolonilerinin ortadan kalkmasından
Bt-mısır sorumlu tutuluyor. Bt toksini bitkiden arının sindirim sistemine
alındığında ya doğrudan, belki de sindirim sisteminde bulunan doğal
bakterilerle ya da zararsız parazitlerle etkileşerek arılar için zararlı
hale geliyor.
Genetiği değiştirilmiş gıdaların insan sağlığı için güvenli olup
olmadıklarının bilinmediğini her zaman söyledik. Mısırda normalde bulunmayan
Bt toksini geninin insanlarda ne gibi değişikliğe neden olabileceği de
bilinmiyor, yani kesinlikle güvenli değil. Tohum üreticisi şirketler GDO
tohumların kullanılması için çiftçileri değil, devlet yönetimlerini ikna
etmenin (daha doğrusu baskı yapmanın) çok daha kolay bir yöntem olduğunun
farkındalar (geçtiğimiz aylarda yaşanan Cargill meselesini ve sırf bu
nedenle nasıl apar topar kanunun değiştirildiğini hatırlayın). Nitekim arı
ölümlerinin bizde de Bt-mısır tarımının yapıldığı bilinen Adana bölgesinde
yoğun olarak yaşandığı ileri sürülüyor. Ülkemizde “kanunen” GDO tohum
kullanılması yasak. Ancak ithal edilen tohumların genetik müdahaleden geçip
geçmediklerinin tek güvencesi “ithalatçı firmanın beyanı”. Bölgedeki
çiftçiler Bt-mısır kullanıldığını açıkça ifade etseler de, Bakanlık nasıl
olsa her zamanki gibi bir şey bilmediğini, bir sorun olmadığını ifade
ediyor.
Peki şimdi ne diyelim? GDO’ların sağlık güvenliliğinin hiçbir şekilde
bilinmiyor olduğunu, ama çevre zararının kesin olduğunu defalarca yazmamış
mıydık? Geçtiğimiz yıllarda konuyu bu teknolojinin ülkemizdeki başlıca
savunucularından olan Sabancı Üniversitesi çatısında da gündeme getirmemiş
miydik? Yetmemiş, Ali Kırca’nın Siyaset Meydanı’nda kamuoyu ile paylaşmamış
mıydık? GDO’ya Hayır Platformu olarak sorundan herkesin haberdar olması için
elimizden geleni yapmamış mıydık? Sevgili Tarım Bakanlığımız GDO tarımı, arı
ölümleri ve GDO’ların olası sağlık zararları konusunda bundan sonra ne
yapacağını açıklayacak mı?
Dünya Gazetesi, Yöneticinin Keyfi, 12 Nisan 2007
3 Yorumlar
Tuncay
Bu konuda bile duyarlı olamayan insan müsvetdeleri ile kıyasıya mücadele etmek tüm insanlığın en acil görevi olması gerekmez mi?
EMo
ben nede dıom siz bna ne çıkartınoz yhA pFf çoq qereksiz seyler
cengiz
tek derdi sadece yemek yemek olan ve para kazanmak oln insanların çoğunlukta olduğu bir ülkede çabalayanların arılara benzemesi gibi bir şey geliyor aklıma :) ama gdo nun azaralarını anladıklarında nasıl yemek yiyecekler çok merak ediyorum.gdo yu destekleyenler bana göre ülkelerin üzerine atom bombası atılmasını destekleyenlerdir.