2. Nyeleni Avrupa Gıda Egemenliği Forumu kapsamında, 28 Ekim cuma günü saha gezileri yapıldı. Biz saha gezisi olarak Avrupa’nın en büyük açık madencilik projesi olan Rosia Montana’ya gittik. Rosia Montana, Transilvanya bölgesinde yer alan Apuseni Dağları içerisinde bulunan bir köy bölgesi. Yaklaşık 2000 yıllık bir madencilik geçmişine sahip. Sovyet bloğu döneminde madencilik faaliyetleri devam etmiş, 2000 yılı itibari ile ise, "açık altın madeni" projesi, bölgenin başına bela olmuş.
Forum alanında Rosia Monta’naya yaklaşık 3 saatlik bir otobüs yolculuğu sonucunda ulaştık. Yolda çeşitli köylerden geçtik, dere boyunu takip ettik, tırmandık. Böylece Transilvanya bölgesinin köy yapısı ve tarımcılık faaliyetlerine dair bir izlenim edinme şansımız da oldu. Genellikle Türkiye’nin bir çok bölgesine benzer bir şekilde, evlerin toplu olarak yer aldığı, köy tipi ev ve bahçelere sahip olan bir yapısı olduğunu s
öyleyebiliriz.
Rosia Montana’ya geldiğimizde iki gruba ayrıldık. İlk grup, tarihi madencilik alanının bulunduğu, geleneksel madencilik faaliyetlerinin yapıldığı, aynı zamanda tarihi Roman galerilerinin, geleneksel maden tünellerinin ve galerilerinin, eski madencilik araçlarının yer aldığı bölgeyi gezdi. Yaklaşık 150 basamak inerek maden galerilerinin içerisine girdik, emek yoğun biçimde yapılan geleneksel madencilik faaliyetinin hangi koşullarda yapıldığına birebir tanıklık etme şansı bulduk.
Rosia Montana endemik çeşitliliği fazla, yerli tohumlara ve tarımsal çeşitliliğe ev sahipliği yapan bir bölgeyi ifade ediyor. Aynı zamanda bölge kültürel çeşitliliği zengin, tarihsel miras özelliğindeki evleri, tarihsel anıtları, 300km’yi aşan maden galerileri, 7km civarındaki tarihi Roma galerileri, arkeolojik kalıntıları ile, tam bir kültürel ve tarihi miras olma özelliği taşıyor.
Bölgede 3000’den fazla kişi yaşıyor. Tarım, el işçiliği ve turizm bölgenin temel geçim aktiviteleri. Yerel tohuma dayalı tarım, arıcılık, hayvancılık temel tarımsal faaliyetler. Bölgede 12 adet tematik turizm rotası bulunuyor.
Bölgedeki temel çatışma, altın rezervinin açık-altın madenciliği ile beraber Kanada kökenli Gabriel Resources adlı şirkete verilmesi, hükümetin de bu madencilik faaliyetini teşvik etmesi üzerine ortaya çıkıyor. Gabriel Resources, 2000 yılı itibariyle bölge üzerindeki niyetini açık ediyor. Bölgede yaşayan, tarım ve turizm ile uğraşan insanlar bu projeye karşı çıkıyor ve bu amaçla örgütlenmeye başlıyor. Örgütlenmeye başlamalarının bir diğer nedeni de bölgenin bir madenci köyü olması. Altın rezervi önce geleneksel yöntemlerle çıkarılırken iş gücüne dayalı, emek-yoğun ve sürdürülebilir bir çalışma tarzı vardı.
Giderek artan makineleşme serüveni daha kolay daha basit yollarla altını ayrıştırmaya gidiyor ve iş gücü potansiyeli azalıyor. Bu açıdan, şirketin iş vaadi, aslında büyük bir işsizliği ve yerinden edilmeyi ifade ediyor. Ayrıca, madencilik faaliyetinin siyanür ile yapılma ihtimali de köylülerin karşı çıkışında bir etken; siyanürün doğa ve yaşam alanları üzerindeki olası etkilerinden haberdarlar.
Rosia Montana köyünde 2000 yılının Eylül ayında kurulan Alburnus Maior (Rosia Montana’nın Latince ismi), taban hareketi temelli bir STK. Alburnus Maior, kuruluşu ile birlikte bölgede yaşayan 300 köylü aileyi örgütlüyor ve altın madeni karşıtı mücadeleyi başlatıyor. ‘Save Rosia Montana’ (Rosia Montana’yı Koru) başlıklı ulusal ve Uluslar arası kampanyayı da yine bu örgüt yapıyor ve yaygınlaştırıyor. Bu kampanya ile beraber yerel bir yaşam ve üretim alanı mücadelesi hem Romanya çapında hem de uluslararası düzeyde görünürlük kazanıyor. Böylece köylü mücadelesi öğrencileri, akademisyenleri, işçileri, memurları, işsizleri bir araya getiren büyük bir çevre mücadelesine dönüşüyor. Bölgede’ki temel mücadele açık ve yer altı altın madencilik faaliyetini durdurmak; bölgeyi koruma alanı olarak tanımlamak ve kültürel ve tarımsal faaliyetlere öncelik verilmesini sağlamak üzerine kurulmuş.
2011 yılı ile beraber mücadelenin önünü kesmek amacıyla yeni bir yasa tasarısı gündeme geliyor. Bu tasarı ile beraber özel şirketlerin, maden alanı bölgesinde yer alan ve mülkiyet hakkına sahip köylüleri topraklarından zorla çıkarılması “kamulaştırma” adı altında mümkün hale getiriliyor. 2012 seçimlerine altın madeni projesini iptal etme vaadi ile katılan mevcut hükümet, seçimi kazandıktan sonra fikrini değiştiriyor ve 2013 yılı Ağustos ayında bu “kamulaştırma” yasasını gündeme getiriyor. Bu yasa tasarısına karşı Eylül ayı’nda başkent Bükreş’te başlayan eylemler bütün ülkeye yayılıyor. “Romanya Baharı” olarak da ifade edilen bu eylemler, 10 yıllık mücadele birikiminin başka bir aşamaya sıçraması olarak da düşünülebilir. Arap baharı, ve özellikle de Gezi’den ilham alındığını aktaran aktivistler de mevcut.
Rosia Montana mücadelesinin Uluslar arası kampanya şeklinde örgütlenmesinin sebeplerinden bir tanesi de, bölgeyi UNESCO Dünya Mirası listesi içerisine katmak ve küresel koruma altına almak; Romanya hükümeti’ne bu konuda baskı yapmak ve şirketin çekilmesini sağlamak. Bu strateji bugün için tutmuş görünüyor, çünkü UNESCO, Rosia Montana’yı Dünya Mirası Listesi için aday olarak kabul etmiş durumda. Bu, yaklaşık 7 yıllık bir mücadelenin sonucunda gerçekleşmiş. Bugün, şirket en azından faaliyet programından vazgeçmiş görünüyor; böylece bölgede proje için açılan bir takım şantiye alanları dışında herhangi bir tahribat olmadan kurtartılmış durumda olduğunu söyleyebiliriz.
Köyün içinde gezerken dikkatimizi çeken şeylerden bir tanesi şirketin köy içerisinde çeşitli biçimlerde varlık gösterme çabası. Şirketin bir ofisi, aynı zamanda bir restaurantı mevcut. Ancak köy, biz gezerken biraz boş izlenimini yarattı bizde. Sanki terk edilmiş bir Transilvanya köyü havası vardı. Şirketin basıkları ve yasalar ile oynadığı oyunlar, köylülerin bir kısmını kaçırmış veya bir süreliğine uzaklaştırmış izlenimini edindik. Şirketin köye girebilmek için “iş vaadinde” bulunduğunu, ancak köylülerin bu vaadi gerçekçi bulmadığı ve direndiğini öğrendik.
Gezimizin sonunda, Rosia Montana mücadelesi içerisinde yer alan bir ailenin evine misafir olduk; kendi ekinleri ile hazırladıkları yerel yemeklerden yedik; mücadele deneyimlerimizi ve temennilerimizi paylaştık. Aileye, La Via Campesina bayrağı hediye ettik. Cluj’a dönmek için yola çıktık.
—
Dönüş yolunda aklımıza Bergama, Ordu-Fatsa, Artvin-Cerratepe mücadeleleri geldi. Bu bölgelerde verilen maden karşıtı mücadeleler ile ne çok benzerlikleri vardı, hükümetler ile şirketlerin beraber faaliyet göstermesi; hükümetlerin şirketleri teşvik etmesi, gerekirse yasaları yeniden yapması açısından. Halkın iradesini yok saymak demek ki yalnızca Türkiye hükümetlerine özgü bir yöntem değildi, ancak baskı ve şiddetin boyutları bizim ülkemiz ile diğer ülkeleri pek yan yana getiremiyordu. Her biri kendi içinde doğal ve kültürel miras, yaşam ve üretim alanı olan kendi maden bölgelerimizi korumanın, korumak için daha iyi mücadele etmenin gerekliliği hissiyle yolculuğumuzu tamamladık.
Bilgi ve deneyimlerini bize aktaran Rosia Montana köylülerine, Via Campesina Romanya örgütü Eco Ruralis ve Alburnus Maior aktivistlerine teşekkür ederiz.
Bir Yorum
Pingback: Bir Gıda Egemenliği Hareketi Yaratmak / Adnan ÇOBANOĞLU-Ali Bülent ERDEM | Karasaban.net