Manuel Marulanda, Farabundo Marti ve Augusto Sandino’nun anısına…
Giriş: ABD-yanlısı rejimler ile solcu isyancılar arasındaki “barış antlaşmaları”nın yaygın biçimde, barış, adalet ve daha fazla güvenlik getirdiği zannedilir.
1990′lı yıllarda Orta Amerika’da, Güney Afrika’da ve daha pek çok yerde imzalanmış ve uygulanmış olan bir dizi barış antlaşması, bizim bu yaygın varsayımı teyit ya da reddetmemiz için yetecek yirmi yıllık bir veri sağlıyor.
Burada, güçlü bir gerilla hareketinin (FMLN) 1992 yılında bir barış antlaşmasına imza attığı El Salvador vakasını ele alacağız.
Barış Antlaşması’nı değerlendirmenin yöntemi
Barış Antlaşması’na dönük analize dönük yaklaşımda, işe FMLN’nin evrimine -müzakerelerin önünü açan ideolojik, örgütsel ve siyasal değişimleri, sağcı rejimle vardığı nihai uzlaşmaya ve bunun sosyoekonomik ve siyasi sonuçlarına- odaklanmaktan başlamak önemlidir. Yazının ikinci kısmı, sosyo-ekonomik ve siyasi sonuçları, uzlaşmayı izleyen politikaları ve bunların halk kitlelerini nasıl etkilediğini karşılaştıracaktır. Bu da bizim kimin kazandığını ve kimin kaybettiğini; hangi sosyo-ekonomik sınıfın ve siyasal yapıların ortaya çıktığını; ne türden dış politikaların izlendiğini görmemizi sağlayacaktır.
Yazının üçüncü kısmı ise, El Salvador deneyiminden çıkarılabilecek ve süregiden FARC ile Santos rejimi arasındaki barış müzakerelerine de uygulanabilecek dersler devşirmeyi odağına alacaktır.
FMLN: Sosyalist devrimden kapitalist seçim yanlılığına
1980 yılında dört büyük gerilla grubu, Farabundo Marti Ulusal Kurtuluş Cephesi’ni (FMLN) kurmak üzere güçlerini birleştirdi. Başı çeken bileşen FPL, gerilla ile kitle hareketlerini ortak bir anti-emperyalist ve toplumsal devrimci mücadele dâhilinde bir araya getirecek uzun soluklu bir mücadele vizyonuna sahipti. Başını Komünist Parti’nin çektiği daha küçük müttefikleri ise “demokratik devrimsen toplumsal devrime” iki aşamalı bir süreç öngörüyorlardı.
İki yıl sonunda, bu üç sayıca az müttefik, ERP, Komünist Parti ve RN, işçi ve köylülere dayanan sosyalizm mücadelesini rafa kaldırarak, FMLN’nin politikasını “ilerici modern burjuvazi”yi de içeren bir “demokratik devrim” yönüne kaydırmışlardı. Mücadele sürdükçe, FMLN’nin saflarında daha da “merkez”e doğru bir dönüş tercih edilecekti. FMLN liderleri, seçim sistemine dâhil olmaya, FMLN’nin yasallaşmasına, herhangi bir ön şart olmaksızın müzakerelerin başlamasına ve kapitalist-seçm çerçevesi dâhilinde faaliyet göstermeye dönük bir niyeti vurgulamaya başladılar. Müzakereler başladığında, FMLN, ordunun dağıtılmasına, önde gelen mali, bankacılık, ticari ve madenciliğe ilişkin gelirlere el konulmasına dönük taleplerinden vazgeçti ve savaş suçlarını -75 binin üzerindeki kitlesel katliamı- “araştıracak” bir “hakikat komisyonu”na evet dedi.
1992 yılı itibariyle barış antlaşması imzalandığında, eski gerillalar, El Salvador rejimi ve ABD hükümeti, bunu “ülkeye ve halka yeni bir barış ve refah çağını açan büyük bir tarihsel dönüm noktası” olarak selamlayacaktı. Solcu akademisyenlerin ve gazetecilerin büyük kısmı da bu koroya, FMLN liderlerinin “pragmatizmini” ve “esnekliğini” selamlayarak katılacaklardı. Avrupalı sosyal demokratlar, özellikle de İspanyol Sosyalist rejimi, eski gerillalara, hükümet ve belediyeler içinde faaliyet göstermenin yollarını ve araçları üzerine kurslar vermeyi teklif ediyorlardı.
FMLN’nin muhalefet ve hükümetteki politikalarını değerlendirmek
FMLN liderleri bir kez silahlı mücadeleden ve kitle seferberliğinden seçim siyasetine yüzlerini çevirdiklerinde, şu kazanımları sağladılar: Pek çoğu devlet makamlarına seçildi ve orta sınıf yaşam standartlarını garanti altına aldı. Kongre üyesi, siyasi danışman, personel danışmanı ve vali konumundaki FMLN eliti, azımsanmayacak maaşlar elde etti, orta sınıf mahallelerinde evler ve arabalar aldı, güvenlikleri için korumalar tuttu.
FMLN politikacılarının büyük kısmı sosyal demokrat bir ideolojiye sahip olmayı sürdürdü, ağızlarında ise radikal bir retorik dökülüyordu. ERP’nin eski lideri Joaquin Villalobos gibi bazılarıysa, sağ ile ittifak yaparak halk hareketlerini kınadı, Oxford’da akademik kadroya yerleşti ve Kolombiya, Meksika, Filipinler, Kuzey İrlanda ve pek çok yerdeki katil ölüm mangalarının danışmanı haline geldi.
Kentsel ve kırsal kitle hareketleri ise, FMLN’nin bir seçim partisi haline dönmesiyle fiilen sahipsiz kalacaktı. 1980-1990 yılları arasındaki kitlesel ayaklanma süresince köylüler, bir toprak reformunu güvence altına aldılar, kamu çalışanlarının maaşları yükseldi ve hükümet ve ABD ayaklanmanın kitle tabanının altını oymaya çalıştıkça, halk örgütlenmeleri daha da büyüdü. FMLN liderleri bir kez parlamentoya girdiklerinde ve seçim siyasetini ilk sıraya koyduklarında ise, yöneten sınıflar üzerindeki baskı oldukça hafifledi, kitlesel mücadele güç kaybetti ve toprak reformu geri alındı. Sendikalar, FMLN politikacılarından yeterli desteği bulamadılar. Shafik Handel’in liderliğindeki FMLN, sözümona “geleneksel” toprak sahibi oligarşiyi “tecrit etmek”, demokrasiyi istikrara kavuşturmak ve “hukuki bir muhalefet” olarak Kongre’deki konumlarını sağlama almak adına “modern burjuvazi”yle bir ittifaka yelken açacaktı. 2009′da FMLN, neo-liberal bir Hıristiyan Demokrat olan Mauricio Funes’i aday gösterdiği seçimde başkanlığı ve Kongre’de çoğunluğu kazandı.
Barış Antlaşması’ndan sonra El Salvador toplumu
FMLN, sözümona barış antlaşmasını, üyeleriyle herhangi bir demokratik diyalog yürütmeksizin, kitlesel toplumsal hareketlere herhangi bir biçimde danışmaksızın imzaladı; binlerce militanın uğruna savaştığı ve öldüğü başlıca yapısal reformlardan vazgeçti. Bunun yerine kendi parlamento kariyerlerindeki çıkarlarının “sesini dinledi” ve kitlelerin rızasını “mücadeleye devam etmeye” dönük sahte ve kırık dökük vaatlerle sağladı. İş yaratma, gelir sağlama ve toprağın yeniden dağıtılmasına ilişkin verdiği sözlerden döndü; orduda “reform”un ve muazzam insan hakları ihlallerine karışmış yetkililerin yargılanmasının ise esamisi bile okunmadı.
1992′den 2003′e El Salvador, Latin Amerika’da en yüksek eşitsizliğe sahip ikinci ülke olmayı sürdürdü. Özellikle genç insanlar arasındaki işsizlik oranı %50′nin üzerinde seyretmeye devam etti. “Çalışan nüfus”un % 60′ı resmi istihdama sahip değil. Bu insanlar, emeklilikleri, sağlık planları, tatilleri ya da sosyal güvenliği olmaksızın, çoğunlukla işportacılık, hizmetçilik gibi düşük ücretli “hizmetler”de çalışıyorlar. İki buçuk milyondan fazla El Salvadorlu, fırsatlarının olmaması nedeniyle diğer ülkelere göçe zorlanmış durumda. Bunların bir kısmına toprak verilmişse de, eğitim, kredi ve ek hizmetlerin olmaması nedeniyle kentsel ve kırsal uyuşturucu çetelerine dönüştüler. Çoğu genç olma üzere 60 binin üzerinde insan, uyuşturucu çetelerine üye. El Salvador, Amerika kıtası ülkeleri arasında 2012 yılının ortasından bu yana en yüksek cinayet oranına sahip. Doğrusu, “Barış Antlaşması” sonrası dönemde (1992-2012), iç savaş süresince (1980-91) katledilenden daha fazla insan katledildi.
Barış Antlaşması, savaş suçlarını ve insan hakları ihlallerini teşhir etmek ve yargılamak üzere bir “Hakikat Komisyonu” oluşturdu. Generaller ve askeri elit ise yargılanmak yerine bir afla neredeyse ödüllendirildiler. Komisyon mali ve siyasi destekten yoksun kaldı ve korkunç cinayetler olarak adlandırılanlar da dâhil olmak üzere, bir tek kişi bile bu nedenle hapse girmedi.
Barış Antlaşması’ndan esas fayda sağlayan ise, yüksek kârlar elde eden, az vergi veren, devlet desteğinden yararlanan ve maquiladora’lardaki ucuz emeği sömüren “modern burjuvazi”ydi – yani, bankacılık, ticaret, tarımcılık ve maquiladora eliti. Yeni zengin yönetici sınıf ise, kendi evlerini, işlerini, özel kulüplerini ve yazlıklarını korumak üzere otomatik tüfekler ve yarı otomatik tabancalarla silahlanmış, FMLN elitlerinin kiraladığı “yeni zengin” FMLN elitlerini de içerecek biçimde, özel güvenlik şirketleriydi.
El Salvador, FMLN’nin Başkanlık zaferinden önce de sonra da bir neoliberal cennet olmaya devam etti; FMLN’nin ekonomik politikasının en önemli parçası, serbest ticaret bölgelerindeki serbest ticaret anlaşmaları, düşük ücretler, sendikasızlık ve düşük ücretli maquiladora işçileriydi.
Sözümona “Demokratik Devrim” herhangi bir sosyo-ekonomik içerikten tamamen yoksundu. Bir tarafta FMLN liderleri ve onların iş yaptığı müttefikleri ile diğer tarafta kitleler arasındaki mesafe oldukça derinleşti. FMLN liderleri, asfaltlı caddeler ve çiçekli bahçelerin süslediği, kırık camlar ve dikenli tellerle çevrili üç metrelik duvarlara sahip modern dairelerde ve müstakil evlerde yaşıyorlar. Yoksul El Salvadorluların büyük kısmı ise yaşamını, silahlı uyuşturucu çetelerinin ve yolu yolsuzluk olmuş polis memurlarının kontrol ettiği asfaltsız sokaklarda sıralanan kalabalık viranelerde geçiriyor.
FMLN rejimi, Orta Amerika’da ABD ve AB’nin serbest ticaret anlaşmalarını ve ABD askeri üslerini de destekledi. “Serbest ticaret politikaları” küçük ve orta boy üreticilerin altını oydu. Ordusu ise Pentagon’la bağlarını sıkılaştırarak, Venezüella ve Ekvador’a karşı ABD ordusunun konumunu güçlendirdi.
Barış Antlaşması’nın siyasi sonuçları
İç savaş süresince, sınıf mücadelesi, sınıf bilincini yükseltti, bağımsız sınıf örgütlenmesini güçlendirdi ve yönetici sınıflar ile onların ABD’li “akıl hocaları”nı, köylüler için toprak reformu ve emekçiler için ücret artışlarını da içeren ödünler vermeye zorladı. Barış antlaşması sonrasında ise kitle örgütleri hem boyut hem militanlık açısından zayıfladı, liderleri FMLN tarafından devşirildi. Toplumsal hareketler üzerindeki merkezileşmiş siyasi denetim, neo-liberal politikalar açısından eli rahatlattı. FMLN bu süreçte “ihtişamlı ve kahramanca gerilla geçmişi”nden bahsederek mevcut sosyo-ekonomik düzeni sahiplenmesini meşrulaştırmakla meşgul oldu. Yolsuzluğa batmış FMLN politikacıları, ekonomik elitle olan hâlihazırdaki kirli bağlarının üzerini örtmek üzere kendi geçmiş “gerilla komutanı” rollerini anımsatıp duruyordu. Sağlık, eğitim ya da belediye çalışanları örneklerindeki gibi, ne zaman bir sendika daha yüksek ücretler ya da daha iyi çalışma koşulları için greve gitse, FMLN liderleri onları “siyaset yapmakla” ya da burjuva muhalefete “destek vermekle” suçlayacaktı. FMLN artık iktidar koltuğu ve neo-liberal devlet bürokrasisi içinde ayrıcalık peşinde kavga eden elit hiziplerinin yönlendirdiği bir bürokratik siyasal aygıt haline gelmişti.
FMLN’nin ve kurduğu hükümetin, kent yoksulları ve köylülerin en temel ihtiyaçlarıyla meşgul olmaktaki sefil başarısızlığı karşısında, bu sefer de ABD Yardım Ajansı ve AB rejimleri eliyle ve orta sınıf profesyoneller tarafından kurulan yüzlerce STK, STK liderlerini zengin eden, yerel toplumsal hareketlerin altını oyan ve yoksulluğu azaltmayı beceremeyen yerel imece projelerini hayata geçirecekti.
Ortadaki barış, güvenlik ve sosyal adalet eksiği ve toplumsal hareketlerdeki güç kaybı dikkate alındığında, her yıl on binlerce El Salvadorlunun ülkelerini terk etmesinde şaşılacak bir şey var mıdır?
Sonuç: Barış antlaşması neden başarısız oldu?
Herhangi nesnel bir analiz açısından, FMLN tarafından imzalanan barış antlaşmasının, kendi kitle tabanının en asgari sosyoekonomik ve siyasal taleplerini karşılamakta başarısız olduğu ortadadır. Büyük fedakârlıkların ve muazzam kişisel kahramanlık örneklerine rağmen, El Salvadorluların ezici bir çoğunluğu herhangi olumlu bir sonuç elde edemeyecekti. Güçlü hareketler, gerilla komutanlarının kararlarıyla dağıtıldı. Bu politikaları dayatan en üst düzey liderler ise ya ABD ordusunun (Villalobos) işbirlikçileri ya da sözümona “ilerici” burjuvazinin müttefikleri haline gelmişti.
Devşirilecek pek çok ders var:
Militan bir askeri geçmiş, anlaşma yoluyla kendisi feshetmenin ardından, ilerici sosyoekonomik taahhütlerin garantisi anlamına gelmemektedir.
Bir elit tarafından dayatılan bir barış antlaşması, siyasal saygınlığı korumak adına kitlesel sosyoekonomik çıkarları kurban etmeye teşnedir.
Küba gibi yabancı “radikal” müttefiklerin, bölgesel istikrarı ve barışı güvence altına almakta, devrimci bir kitle hareketinin sosyoekonomik ihtiyaçlarıyla denk düşmeyebilecek kendi siyasi çıkarları bulunmaktadır.
Barış antlaşmaları mutlaka kitlesel halk hareketinin temsilcilerinin doğrudan etkisini içermeli ve onların taleplerini kapsamalıdır.
İsyancıları silahsızlandıran ve orduyu dağıtmayan, ekonomik yönetici sınıfı ve onun ekonominin bütün stratejik sektörleri üzerindeki denetimini sürdüren barış antlaşmaları, neo-liberal politikaların devam etmesiyle, ABD askeri üsleriyle ve eski gerilla liderlerinin çürümüş, gerici bir siyasal sisteme sürüklenmesiyle sonuçlanmaktadır.
İstihdam, kamusal işler, tarım reformu ve diğer üretici faaliyetlere dönük muazzam kamusal yatırımlara yol açmayan bir barış antlaşması, şiddet, suç ve uyuşturucu ticareti batağına yuvarlanan işsiz ve silahlı genç insanların ortaya çıkması sonucunu verecektir.
Kendi seçim kariyerlerinin peşinde olan ve sistem içinde faaliyet gösteren eski gerilla liderleri –pek çok örneğin de gösterdiği üzere- neo-liberal politikaları benimsemektedir. Örneğin Kolombiya’da, eski M-19 lideri Antonio Navarro Wolff daha sonrasında Nariño valisiyken, Başkan Alvaro Uribe’nin ölüm mangalarına dayanan rejiminin bir müttefiki haline gelmiştir. Venezüellalı eski gerilla Teodoro Petkoff, Başkan Caldera’nın IMF kemer sıkma programının mimarına dönüşecektir. El Salvadorlu ERP’nin eski gerilla lideri Joaquin Villalobos da CIA’nin ve yüksek danışma ücretini ödeyen herhangi bir katliamcı rejimin danışmanı olacaktır.
Halk hareketleri, herhangi bir “barış süreci”nde mutlaka kendi sosyoekonomik önceliklerini ve yapılarını oluşturmalıdır. Gerillaların seçim sistemine dahil edilmesi, kesinlikle en az öncelikli talepler olmalıdır.
İşçilerin, köylülerin ve öğrencilerin büyük çoğunluğu, sosyoekonomik sistem dâhilinde yapısal değişimlerin eşlik ettiği bir barış istemektedir. Bu, bereketli, sulak toprakların kamulaştırılmasını; sendikalar üzerindeki baskılara son verilmesini ve geniş ölçekli sendikalaşmayı güvence altına alacak yeni iş yasalarını; asgari ücretin iki katına çıkarılmasını ve yönetimi denetlemek üzere işçi komitelerinin kurulmasını da içerir.
İstihdam yaratmaya dönük geniş ölçekli bir kamusal program, altyapı harcamalarını ve üretici işletmeleri finanse ermek üzere zenginler üzerinde yeni artan oranlı vergilere de gereksinim duyacaktır. Ekolojistler, Kızılderililer ve köylü liderlerinden oluşan çevre örgütleri, madencilik faaliyetlerini düzenlemek ve vergi gelirleriyle hak bedellerinin adilane bölüşümünü zorlamak üzere güçlendirilmelidir.
Hepsinden önemlisi, bir barış antlaşması, devletin demokratikleştirilmesini gerektirir: Özel Harekat timleri, kontrgerilla programları, danışma misyonları ve yabancı askeri üsler dağıtılmalıdır. FMLN’nin El Salvador toplumunu değiştirmekteki ve kitlelerin sosyoekonomik konumlarını geliştirmekteki sefil başarısızlığı, kapitalist devlete eklemlenmesiyle ve neo-liberal ekonomiye tâbi hale gelmesiyle doğrudan bağlantılıdır.
FMLN gurusu Şefik Handal’ın “aşama kuramı”, modern burjuvaziyle ittifak halinde bir “kapitalist modernleşme ve demokrasi”nin “acil hedef” olduğunu ve sosyalizmin “uzak bir geleceğin” işi olduğunu iddia ediyordu. Bu “aşama kuramı”, “modern burjuvazi”nin yapısal olarak geleneksel toprak sahipliğiyle, bankacılıkla ve emperyal elitle bağlantılı olduğu gerçeğini görmezden geliyordu ve sözümona bir “demokratik devrim” yoluna baş koymakla falan da ilgisi yoktu. FMLN sosyalizmden vazgeçti, hiçbir zaman bir “demokratik devrim”e ulaşamadı ve nihayet siyasal elitin aynen kendinden önceki sınıf düşmanları gibi golf kulüplerine katıldığı suçun kol gezdiği, yoksullaşmış bir ülkeyi yönetir hale geldi.
FARC’a yakışan, sadece Kongre’deki koltukları garanti altına alan değil, çoğunluğa akıl danışan ve çoğunluğun yararına olan bir barış antlaşmasına ulaşmak adına, geçmişin, Orta Amerika’nın felaket getiren barış antlaşmalarının, uyuşturucu-devletine teslim olan MR-19’un olumsuz derslerine dikkatle çalışması olacaktır.
[petras.lahaine.org adresindeki İngilizce orijinalinden Sendika.Org tarafından çevrilmiştir]
Kaynak : Sendika.org – 30 Temmuz 2013