GDO çalışmaları, bilim dünyasını ikiye böldü. Fakat en kötüsü bu değil. GDO karşıtı bilim adamlarının rüşvetle ve baskıyla susturulduğu hatta öldürüldüğü konuşuluyor
Genetiği değiştirilen tarım ürünleri konusunda en büyük sıkıntılardan biri tohumlar. Çünkü çiftçi, klasik tarımda olduğu gibi tohumunu kendisi üretemiyor. GDO’lu tarım ürünü yetiştiren çiftçilerin, her yıl yeniden tohum alması gerekiyor. Ve tohumları belli firmalar satıyor. Londra’daki ‘Doğal Sağlık İttifakı’ Başkanı Dr. Robert Verkerk, bu durumun piyasa dengeleri açısından büyük bir tehlike olduğuna dikkat çekiyor. “GDO’lu tarım ürünlerini yetiştiren Monsanto firmasının, kendi mutfaklarında bu ürünleri kullanmadığını duyduk” diyen Dr. Verkerk, şunları söylüyor: “Bu şirket, çiftçilerin haberi olmadan tarlalarından örnek alabiliyor. GDO’lu bitkilerin tohumları rüzgarla geçmiş olsa bile çiftçi hakkında tazminat davası açıyor. Çiftçi, Monsanto’nun tohumlarını kullanmadığını söylese de tarlasında GDO’lu tohumlar bulunduğu için davayı kaybedebiliyor.”
“GDO’lu ürünlere karşı çıkan bazı bilim adamlarının cinayete kurban gittiği söyleniyor, doğru mu bu?” diye soruyorum. Dr. Verkerk, cevap olarak, “Evet, bu tip ölümler olduğu ileri sürülüyor. Hatta bazı bilim adamlarının rüşvetle veya tehditle çalışmalarını bıraktıkları da söyleniyor” diyor.
Dr. Verkerk, bir kez daha uyarıyor: “Üzerinde ‘organik’ yazmayan et ve süt ürünlerini satın alanlar, bunların çoğunun GDO içerdiğinden emin olabilir. Sağlıklı bir hayat sürmek istiyorsanız, GDO’lu ürünleri yemeyin. Özellikle büyüme hormonuyla yetiştirilen hayvanların ürünlerden uzak durun.”
BÖBREKTe anormallik
İngiliz The Independent gazetesi, 2006’da Monsanto’nun GDO’lu mısırlarıyla beslenen farelerin kanında ve böbreklerinde anormallikler belirlendiğini yazdı. Gazete, Monsanto’nun bin 139 sayfalık gizli raporu hasıraltı ettiğini ileri sürdü. Dr. Verkerk, biyoteknoloji firmalarının denetime kapalı olduğunu belirterek, şöyle dedi: “GDO’lu tohumları kullanan çiftçiler, sadece sağlık sorunlarıyla boğuşmuyor. Hindistan’daki yüzlerce çiftçi büyük sıkıntı içinde. GDO’lu tohumlar verimli olmadığı için firmalara borçlarını ödeyemeyen, intihar edenler var. Bu tohumlarla birlikte kullanılabilecek ilaçları bile aynı firmalar üretiyor.”
“GDO’SUZ TARLA KALMAYACAK”
Gen transferi nasıl yapılır?
Herhangi bir organizmadan bir bitkiye DNA transferi, ameliyat gibi temiz ve tam ölçülere göre yapılan bir iş değildir. Sağlam temellere dayanmayan bir türlü yap-boz gibi düşünülebilir. Bu işlem sırasında vericiden gelen genler, sonuçları tam kestirilemeyen bazı yöntemlerle zorla bitkilere empoze edilir. Kullanılan metotlardan biri gen silahıdır. Seçilen genlerin DNA’larıyla kaplı çok küçük milyonlarca altın veya tungsten parçacıkları bitkilere sürekli ateşlenir.
DNA’nın başarıyla içine girdiği bitki hücrelerine, işlemin travmasını atlatabilmeleri için antibiyotik bir işaretleyici verilir. Verilen genin sürekliliğini sağlayacak bir promoter (destekleyici, Karnıbahar mozaik virüsü 35S) ilave edilir. Bu işlemden sağ çıkan hücreler klonlanarak doğaya farklı DNA profilli bir bitki olarak adımlarını atarlar.
Amerika’da ‘örümcek adamı’ andıran, yorulmayan askerler eğitildiği öne sürülüyor. Normal insanın genetiğinin değiştirildiği savunuluyor. Bu doğru mu?
Sanmıyorum. Bence büyük bölümü çok iyi eğitimden geçirildikleri için öyleler.
GDO üreten firmaların çok güçlü olduğu, aleyhte araştırmaların yayınlanmasını önleyebildikleri öne sürülüyor. Hatta bu konuda araştırma yapan bazı bilim adamlarının esrarengiz şekilde öldükleri savunuluyor. Firmalar, bu ‘Don Kişot’ları ortadan kaldırıyor olabilirler mi?
Siz bu soruyu kolaylıkla sorabilirsiniz. Ama benim cevaplamam pek o kadar kolay değil. Tabii ki, bu tip ölümlerin olduğu ileri sürülüyor. Genetik gıdalara ilişkin çalışmalar yapan bilim adamlarının rüşvetle ya da tehditler neticesinde çalışmalarını bıraktıkları da söyleniyor. Beni bu alanda çalışmaya iten Rachel Carson’ın 1964’te yazdığı ‘Silent Spring’ (Sessiz Bahar) ve Robert van den Bosch’un 1978’de yayınlanan ‘Pesticide Conspiracy’ (Tarım İlacı İttifakı) adlı kitabı oldu. Robert, kitabının yayımından kısa bir süre önce esrarengiz biçimde öldü. Bu alanda çalışan firmalar tarafından suikasta kurban gittiğine inanıldı. Kitapta firmaların kimyasal üretimleriyle ilgili korkunç hikayeler anlatılıyor. Hala kitapçılarda mevcuttur.
Çalışmalarınız yüzünden sizi de öldürebilirler mi?
Bazı durumlarla karşı karşıya geldik. Özellikle casusluk faaliyetleriyle!
‘Tohum kimdeyse mühür onda’ dönemi geliyor sanki!
Biraz öyle tabii. Kültürel tohumlara sahip çıkılmazsa, bu tohumlara muhtaç kalınacak. Ve onlara bağımlı bir yaşam olacak. Büyük bir problem bu.
Tarımda başka yerlere bağlı olmak bir ülkenin sonu olabilir. İngiltere’de birçok organizasyon var. Organik tohumların soyunu tüketmemek ve başka yerlere bağlı olmamak için çalışıyorlar.
‘Bir kilo altınla, bir kilo organik tohumun aynı fiyata satılacağı günler yakın’ deniliyor. Bu olabilir mi?
Hükümetler ve bu şirketler, dünyayı doyurmak için GDO’lu ürünlerin büyük önem taşıdığını savunuyor. Ancak bunun açlığı gidermediğini gördük. İkisi birlikte götürülmeye çalışılabilir. Ancak bu durumda GDO’lu ürünlerin içerdiği genlerin, diğer tarlalardaki GDO’suz ürünleri etkilemesi mümkün. Öyle bir zaman gelecek ki, GDO’suz tarla kalmayacak. Bu olursa risk büyük olur.
Bunun bir adım ötesi nedir? Genetiği değiştirilmiş hayvanlar, insanlar olabilir mi? Günde üç kez yumurtlayan tavuk gibi?
Evet tabii. Bilim adamları hali hazırda GDO’lu hayvanlara bakıyorlar. Sonraki adım kesinlikle bu olacak. Genetik modifikasyon, şimdi ilaç mekanizması olarak değerlendiriliyor. Sebze ve meyvelerde yapılan deneyler henüz laboratuvar çalışmalarıyla sınırlı. Hayvanlar üzerine gen transferi deneyleri yapılıyor.
GDO’ları üreten büyük firmalara karşı dava açılabilir mi?
Bu konudaki iki örnek dava var. Amerika’daki Scheismer ve Hofmann davaları. Avrupa’da bu tür tarımın Gıda Güvenliği Ajansı tarafından onaylanmaması için büyük çabalar var. Bunu engelleyecek en büyük güç tüketiciler. Biz, sen ve ben mesela, tüketiciler olarak GDO’lu ürün istemediğimizi açıkça söylemeliyiz.
En son sevindirici olaylardan biri Avrupa Birliği (AB)’nde yasaklanan iki tohum oldu. Sadece Monsanto tarafından üretilen ‘Mon 810’ adlı tohumların, çevreye zarar verdiği, mısır kelebeklerini tükenmekle tehdit ettiği için çevreciler ve Avrupalı tarımcıların tepkisini alıyordu. Avusturya ve Macaristan, çevreye zarar verdiği gerekçesiyle Bayer’in T25 adlı mısır tohumunu yasakladı. 25 AB ülkesinden 23’ünün çevre bakanı, bu iki ülkenin kararını onayladı. Hele Almanya’nın bu kararı kabul etmesi bizi çok sevindirdi. Tabii biyoteknoloji firmaları bu karara çok sinirlendi. Ayrıca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurulabilir. Zaten Avrupa’da ürünlerin üzerinde GDO miktarı yazılmaması suçtur.
‘Percy davası’ nedir?
Kanadalı kanola üreticisi Percy Schmeiser’in hasatından, kendisi ekmediği halde Monsanto’nun GDO’lu tohumları çıktı. Çiftçi, Monsanto tarafından mahkemeye verildi. Davayı kaybeden Schemeiser, “Siz benim tarlamı kirlettiniz, bu tohumlar benim tarlama rüzgarla geçti” dedi ve karşı dava açtı. 2008’de mahkeme Schmeiser’i haklı buldu. Mahkeme masrafları da Monsanto tarafından ödendi. Stokholm jürisi, çiftiyi tarım alanında tekelleşmeya karşı verdiği mücadele dolayısıyla ödüle layık buldu.
‘ŞEYTAN ŞİRKET’ İDDİASI
Amerika’da 1901’de kurulan Monsanto isimli şirket, 11 bin fazla GDO’lu tohum türünün patentine sahip. Adı ‘şeytan şirket’e çıkan Monsanto, 50’den fazla ülkede faaliyet gösteriyor. Tohumdan, tarım ilacına, veterinerlikten, eczacılığa kadar birçok alt şirketi bünyesinde barındırıyor.
Monsanto, dünyadaki GDO’lu mısır ve GDO’lu soya ekimin yüzde 90’ından, pamuk ekimin yüzde 60’ndan, kanola ekiminin yüzde 50’sinden fazlasına sahip. Patenti nedeniyle GDO’lu tohumlar ve ürünler üzerinde araştırma yapma ve inceleme hakkı da sadece Monsanto’ya ait. Yani başka bir kurum, kuruluş ya da bilim insanı bu tür tohumlar ve ürünler üzerinde araştırma yapamıyor. Monsanto’nun Türkiye’nin birçok büyük ilinde temsilcisi bulunuyor.
GENETİK RULET
Dr. Robert Verkerk, Jeffrey Smith’in ‘Genetik Rulet’ ve ‘Aldanışın Tohumları’ adlı kitaplarının akedemisyenler, tarım alanında çalışanlar, kamuoyu ve hükümet yetkilileri tarafından okunmasını öneriyor. Smith, kitaplarında GDO’lu ürünler ve hayvanlar üzerine birçok bilimsel araştırmaya yer veriyor. GDO’lu bitkilerin yüksek alerji riski taşıdığını bilimsel açıklamalarla anlatılıyor. İşte kitaptan bazı satırlar:
– Süt verimini artırmak için ineklere verilen GDO’lu yemler, hayvanların sağlığını tehdit ediyor. Meme enfeksiyonları, rahim ve sindirim sisteminde bozukluklara neden oluyor.
– Büyüme hormonu ve- rilmiş sığırlardan elde edilen süt, kadınların ikiz doğurmalarına neden oluyor. Amerika’da ikiz doğuran kadınların oranı İngiltere’nin çok üzerinde.
– Almanya’da Syngenta’nın ürettiği (BT176) GDO’lu mısırla beslenen 12 sığır bilinmeyen nedenle öldü.
– Monsanto’nun ‘Mon863 Bt’ mısırı farelerde 90 gün kullanıldı. Farelerin kan değerlerinde, karaciğerlerinde ve böbreklerinde değişiklikler görüldü.
– Hindistan’da pamuk tarlalarında otlayan kuzuların yüzde 25’i öldü. Tarlada çalışan işçilerde alerjiler görüldü.
PROFESÖR VAN DEN BOSCH ÖLDÜRÜLDÜ MÜ?
Prof. Robert van den Bosch, Berkeley Üniversitesi’nde entomoloji eğitimi gördü. Hawaii Üniversitesi’nin Biyolojik Kontrol ve Entermolojik Bilimler bölümlerine başkanlık yaptı. 1963’te Kaliforniya Üniversitesi’nde öğretim görevlisi ve yönetici olarak çalışmaya başladı. Birçok ülkede tarım derneklerine, hükümetlere tarım ve ilaçlama konularında danışmanlık yaptı. Ford Vakfı, Çevre Koruma Ajansı ve Dünya Gıda ve Tarım Örgütü, BM’ler gibi birçok kuruma hizmetleri oldu.
Profesör Bosch’un araştırmaları çoğu zaman, böcek zehirlerinin hiç veya çok ender kullanılması gerektiği sonucuna varıyordu. Bu da onu, sürekli haşerat ilaçları endüstrisi ve devletin konuyla ilgili departmanlarının bazen açık, bazen gizli hedefi yaptı.
“Bilim adamlarının en önemli görevlerinden biri, doğru söylemektir” diyen Bosch, meslektaşlarını hiçbir kurumun ardında olmamaları için uyarıyordu. Bosch, ‘Pesticide Conspiracy’ (Tarım İlacı İttifakı) adlı kitabını, protesto etmek ve mafyaya boyun eğmemek için yazdığını söyledi. Bosch, 1978’de her sabah olduğu gibi koşu yaparken kalp krizi geçirdi. Fakat, yakınları onun zehirlendiği iddiasından asla vazgeçmedi. Klasikler arasında yer alan kitabı, ölümünün ardından ailesi tarafından yayınlandı.
‘Biyolojik Kontrollerin Bölünüşü’ başlıklı yazısında Bosch, ilaç şirketlerinin kontrol stratejilerinin aldatıcı, sorumsuz ve tehlikeli olmasından büyük sıkıntı duyduğunu belirtiyor: “Haşerat zehiri mafyasının olduğunu ortaya çıkarmak çok zamanımı aldı. Kariyerimin başında bu mafyanın farkına varsaydım, belki korkardım ve yuvama sığınabilirdim. Ama şimdi bunu önemseyemeyecek kadar yaşlıyım. Bu yüzden geri çekilip ateşlemeye başladım. Bu tehlikeli bir oyun olabilir. Ancak ‘Bombardımancı Böcek’e ne yapılabilir ki? Sadece üzerine basılabilir.”
SON
9-12-2002-Milliyet/cadde