Bu yazının konusu; OECD’nin düzenlediği bir Konferans, hükümetin hazırladığı bir yasa tasarısı, Türkiye’nin taraf olduğu bir anlaşmanın yorumsuz ilişki ve çelişkileridir.
Bir Konferans
Aralık 2010’da Paris’te bir OECD konferansı düzenlendi. Konferans, küresel sermayenin yeni yönelimini gösteriyor olması bakımından önemli. Konferansta iki konu tartışıldı: Dünya piyasalarındaki kriz ve biyoteknolojinin ekonomik değeri.
Konferansa Türkiye’den Boğaziçi Üniversitesi öğretim görevlisi Yrd. Doç. Dr. Koray Çalışkan katıldı. İzlenimlerini Radikal Gazetesindeki köşesinde detaylı bir biçimde anlatan Çalışkan konferansın açılışındaki üç konuşmacıya dikkat çekiyor: Konferansın açılış konuşmasını yapan Britanya Büyükelçisi “21 yüzyılın biyoekonomi yüzyılı olarak anılacağını” söyler. Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) temsilcisi ise “yapılması gereken şey, piyasaların daha fazla gelişmesi için yeni alanlar açmaktır. Biyoteknoloji bunu mümkün kılıyor” diyerek kibirli bir pervasızlıkla sermayenin yeni rotasını işaret eder. OECD temsilcisi de “yeni iktisadi alanlar açılıyor, buralarda biyoteknoloji şirketleri ve hükümetler dünya iktisadının geleceğini kuruyor” açıklamasıyla DTÖ temsilcisine şıracılık yapar.
Bilindiği üzere OECD ve DTÖ küresel şirketler yararına yön verici yapılardır; hiçbir şeyi spor olsun diye tartışmazlar. Tartıştıkları er veya geç gerçekleşir.
İşaret edilen bu yeni yönelim, sadece halkların topraklarını değil, genleri kontrol altına alarak, biyo-türleri de sermayedara sermaye yapmayı amaçlamaktadır.
Bir Yasa Tasarısı
Hükümet, Tabiat ve Biyoçeşitliliği Koruma Kanun Taslağını hazırlayarak 27 Ekim 2010’da Meclis’e sundu.
Kanun tasarısı şu düzenlemeleri getirmektedir:
-Tabiat kararları yetkisi özerk olan Kültür ve Tabiat koruma Kurullarından alınarak Çevre ve Orman Bakanlığına bağlı kurullara devredilmektedir;
-Tasarısı kanunlaştığı andan itibaren o tarihe kadar alınmış tüm koruma alanları hakkındaki kararlar yeniden düzenlenecek. Böylece Su Kullanma Hakkı Sözleşmesi imzalamış ve/veya HES için ruhsat almış tüm şirketlerin faaliyetleri yasallaşacak ve koruma altındaki vadilerde HES inşaatları hız kazanacak;
-Taslak tüm biyoçeşitliliğin ve doğal alanların koruma-kullanma dengesine göre sürdürülebilirliğini kapsamaktadır. Böylece sadece doğal alanlar değil biyoçeşitlilik de kullanma ilkesi nedeniyle ticarileştirilecek;
-Taslakta koruma alanları için oluşturulacak kurul 20 kişi olarak belirlenmekte, üyelerin 14’ ü kamu kurum temsilcisi, dördü çevre ekolojisi ve biyolojik çeşitlilikle ilgili akademik temsilci, ikisi Bakanlıkça belirlenecek sivil toplum kuruluşu temsilcisi olarak öngörülmektedir. Kurullar, salt çoğunlukla çalışacaktır.
Bir anlaşma
Türkiye, Gıda ve Tarım İçin Bitki Genetik Kaynakları Uluslararası Antlaşması’nı 4 Kasım 2002 tarihinde imzalamış, 28 Ekim 2005 tarihli ve 5414 sayılı Kanunla onaylamış ve 8 Ağustos 2006 tarih ve 26253 sayılı Resmi Gazete’de yayımlayarak yürürlüğe koymuştur.
Anlaşmanın yürürlüğe girmesi ile birlikte uluslararası hukuk düzleminde şekillenen çiftçi haklarının korunma ve geliştirilme yükümlülüğünü Türkiye Cumhuriyeti üstlenmiş olmaktadır.
Anlaşmanın amacı “gıda ve tarım için bitki kaynaklarının korunması, kullanılması ve Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi ile uyumlu olarak bu kaynakların kullanımından elde edilen faydaların adil ve eşit bir şekilde paylaşımının sağlanması” olarak tanımlanmıştır.
Öngörülemeyen çevresel değişikliklere uyum sağlama ve gelecekteki insani gereksinmeler için genetik varlıkların temel teşkil ettiğini kabul eden bu anlaşma, kaynakların muhafazası ve geliştirilmesine yönelik olarak çiftçilerin geçmişte, günümüzde ve gelecekteki katkılarının Çiftçi Hakları için temel teşkil edeceğini teyit ediyor.
Anlaşmada taraf ülkelerden beklenenler şöyle tanımlanıyor:
– Kendi çeşitlerini kullanan çiftçilerin tür içi ve türler arası çeşitliliği en üst düzeye çıkarmak suretiyle biyolojik çeşitliliği geliştirmeye ve muhafazaya yönelik araştırmalarının teşvik edilmesi;
– Çiftçilerin katılımlı bitki ıslah çalışmalarının teşvik edilmesi, ekolojik koşullara uyumlu çeşitlerin geliştirilmesi için çiftçilerin kapasitelerinin arttırılması;
– Ürünlerin genetik tabanının genişletilmesi ve genetik çeşitliliğin çiftçilerin yararına arttırılması;
– Yerel ve yöreye adapte olmuş ürün çeşitlerinin ve ihmal edilmiş türlerin kapsamlı bir biçimde kullanılmasının teşvik edilmesi;
– Tarla ortamında farklı tür ve çeşitlerin yönetimi, korunması, kullanımı ve genetik erozyonun azaltılması için bitki yetiştirme ve tarımsal kalkınma arasında güçlü bir bağ oluşturulmasına yönelik teşviklerin sağlanması.
Anlaşmayla koruma altına alınan çiftçi haklarının bazıları şunlardır:
– Gıda ve tarım için bitki genetik kaynakları konusunda geleneksel bilgilerin korunması;
– Gıda ve tarım için bitki genetik kaynaklarının kullanılmasından doğan yararların eşit olarak paylaşılması hakkı;
– Çiftçilerin gıda ve tarıma yönelik bitki genetik kaynaklarının korunması ve sürdürülebilir kullanımı ile ilgili konularda ulusal düzeydeki karar alma süreçlerine katılım hakkı;
Ayrıca çiftçi tarafından ayrılmış tohum/üretim materyalinin saklanması, kullanımı, değişimi, ticareti ve satışı ile ilgili olarak çiftçilerin sahip olduğu bu hakların kısıtlanamayacağının altını çizmektedir.
Anlaşma böyle…
Türkiye’nin çıkardığı Tohumculuk Kanunu ile Biyogüvenlik Yasası’nın anlaşmaya uygun çıkarılıp çıkarılmadığına siz karar verin.
Görüldüğü üzere, OECD ve DTÖ, biyoçeşitliliği şirketlerin yayılma alanı olarak görüyor. Anlaşma, aile çiftçiliğini iklimin soğutan olarak değerlendiriyor ve destekliyor. Hükümet, Bitki Koruma ve Biyoçeşitlilik Koruma(ma) Yasasını çıkarıyor.