Kimilerine göre ‘15-M’, kimilerine göre ‘Indignados’ (adaletsizlik karşısında başkaldıranlar), kimilerine göre ise ‘Sokağı Ele Geçir’ hareketi… Nasıl tanımlandığı bir yana, asıl önemli olan yerel seçimlerin ardından hâlâ devam ediyor olması…
Kısaca hatırlatmak gerekirse, geçtiğimiz 15 Mayıs’ta alevlenen hareket İspanya’nın tüm şehirlerinde binlerce kişinin ülkenin gidişatından duyduğu memnuniyetsizliği dile getirmek üzere sokağa dökülmesiyle başladı. “Hemen şimdi gerçek demokrasi istiyoruz. Siyasetçilerin ve bankaların malı değiliz” sloganıyla aylardır internette duyurulan yürüyüş, 2004’teki Irak savaşı karşıtı protestolardan bu yana İspanya’da düzenlenen en kitlesel gösteri olarak tarihe geçti.
Toplumsal desteğin artmasında, polisin Madrid’teki göstericilere uyguladığı şiddetin payı büyük. Internet aracılığıyla örgütlenen binlerce kişi, tutuklamaları protesto etmek için yürüyüşün ardından Puerta del Sol’e (Güneş Kapısı) akın etti ve geceyi sokakta geçirdi. Bunu İspanya’nın diğer bölgeleri izledi, kırka yakın şehirde yüzlerce genç Güneş Kapısı’ndaki direnişe destek olmak için meydanlarda kamp kurmaya başladı. Dünya kamuoyundaki yaygın görüşün aksine, Indignados hareketi yalnızca Madrid ve Barcelona gibi başlıca merkezlerle sınırlı kalmadı. İspanya’nın neredeyse tüm kentlerine, ardından da Avrupa ve Latin Amerika başkentlerine yayıldı.
‘HİÇBİR PARTİ TOPLUMU TEMSİL ETMİYOR’
Herkesin merak konusu, geçen yılki genel grevde bile beklenilen katılımı göstermeyen ve uzun zamandır suskun olan İspanyolların neden şimdi sokağa döküldüğü. Bunda kuşkusuz, hareketin hiçbir parti, siyasi görüş ya da sendikayı temsil etmediğini ilan etmesi büyük rol oynadı. Böylece İspanyolların işin içinde herhangi bir parti ya da sendika [1] olmadığında pekala sokağa çıkabildiğini hep birlikte görmüş olduk.
15-M hareketinin, en başından beri bağımsız ve barışçıl bir sivil itaatsizlik eylemi olarak gelişmesi, her görüş ve yaştan bireyin bir araya gelmesini sağladı. Çoğu katılımcının şu ana kadar siyasetle hiçbir ilgisi olmamıştı, hatta büyük bir kısmı 22 Mayıs yerel seçimlerinde sandığa bile gitmemişti. Ama bu, seçimlere duyarsız oldukları anlamına gelmiyor. Sadece hiçbir partinin toplumu temsil etmediğini düşünüyorlar. Nitekim yerel seçim sonuçları da bu görüşü doğruluyor: Muhalefet partisi PP (Halk Partisi) aldığı yüzde 24’lük oy oranıyla birinci olurken, Başbakan Zapatero’nun Sosyalist Partisi (PSOE) yüzde 18’le hezimete uğradı. Büyük çoğunluğun (yüzde 33) sandığa gitmediğini göz önüne alırsak, temsiliyetin oldukça zayıf olduğunu söyleyebiliriz.
Demokrasiyi sadece sandığa gidip oy kullanma hakkına indirgeyenlere kalırsa, 15-M hareketi apolitik bir direniş. Oysa dile getirilen talepler hiç de apolitik sayılmaz. En azından şimdilik hiçbir siyasi iradenin önermeye cesaret edemeyeceği nitelikte somut ve radikal talepler sözkonusu. Muhafazakâr kesimlere göre ise, yine her şeye muhalefet eden sistem karşıtlarının bağırış çağırışlarından öteye gitmeyecek bir gösteriyle karşı karşıyayız… Indignados’ların cevabı ise her iki görüşün de geçerli olmadığını açıkça ortaya koyuyor: “Biz sistem karşıtı değiliz, asıl sistemin kendisi toplum karşıtı.”
Peki bu kadar çok insanı ‘sokağı ele geçirmeye’ iten talepler neydi? Büyük partilerin elini güçlendiren ‘Seçim Yasası’nın değişmesi, siyasetçilerin dokunulmazlığının kaldırılması, istihdam yaratılması, inşaat sektöründeki spekülasyonun sona erdirilmesi, sosyal hizmetlerin geliştirilmesi, bankaları kurtarma operasyonlarına son verilip para akışlarının denetim altına alınması, askeri harcamaların azaltılması ve son zamanlarda ekonomik krizle birlikte kısıtlanan sosyal hak ve özgürlüklerin halka geri verilmesi bu taleplerden sadece birkaçı. Özetle hareket, ekonomik krizin faturasını asıl sorumlulara –bankalar ve ülkeyi idare eden siyasetçiler– kesmek yerine, çözümü halkın sosyal haklarını kısıtlamakta arayan düzene alternatif bir demokrasi talep ediyor.
HALK ‘AÇIK MİKROFON’DA KONUŞUYOR
15-M hareketi son günlerde dünya basınında büyük yankı uyandırdı. Ancak genellikle hareketin muhalefet boyutu öne çıkartılırken, hangi açıdan yenilikçi olduğuna pek değinilmiyor. Oysa indignados’ların kamp alanlarında gecelemek dışında yaptıkları çok daha önemli bir şey var. O da her gün kent meydanlarında düzenlenen halk meclislerinde doğrudan ve katılımcı demokrasi örneğini sergilemek. Her gün ‘açık mikrofon’ uygulaması sayesinde yoldan geçenler söz alıp nasıl bir demokrasi düşlediklerini dile getiriyorlar. Aksamları da dileyen herkesin katıldığı halk meclisinde daha somut öneriler tartışılıyor, konsensüsle kararlar alınıyor. Aynı görüşü paylaşmayanlara fikirlerini açıklamaları için söz veriliyor, ortak bir noktada buluşmaya çalışılıyor. Çeşitli konularda oluşturulan komisyonlar ise alınan kararların uygulanmasını sağlıyor. Başka bir deyişle, İspanya meydanlarında toplanan halk meclisleri, bütün dünyaya temsili demokrasiden fiili demokrasiye geçiş dersleri veriyor.
Bazı şehirlerde halen devam eden Indignados kamplarının daha ne kadar süreceği belli değil. Son günlerde Madrid dahil olmak üzere çoğu şehirde halk meclisi merkezden çepere doğru örgütlenme kararı aldı. Önümüzdeki haftalarda kamplara son verilip hareketin mahallelere ve köylere taşınmasına öncelik verilecek. Ayrıca 19 Haziran’da tüm şehirlerde eşzamanlı büyük bir yürüyüş daha düzenlenecek.
Bundan sonrasında 15-M hareketine yön verecek üç temel etken olduğunu söyleyebiliriz. Şu ana kadar hareketin herhangi bir parti ya da siyasi akımı desteklememesi hem bölünmesini engelledi, hem de büyümesini de sağladı. Dolayısıyla hareketin bir yandan siyasetten bağımsız kalıp, öte yandan yukarıda belirttiğimiz politik talepler arasında nasıl bir denge kuracağı, geleceğini de belirleyecek. Hem apolitik bir çizgiye kaymaktan kaçınmalı, hem de toplumsal tabanındaki farklılıkları birleştiren ortak taleplere odaklanmalı.
İkinci nokta ise mücadelenin yerel-ulusal-küresel ölçekte nasıl eklemleneceği meselesine dayanıyor. En can alıcı tartışmalardan biri önceliklerin nasıl belirleneceği konusu. Her şehir yerel sorunlarına mı odaklanmalı yoksa ülke genelinde sistemin kökten değişimine mi ağırlık verilmeli? Asıl her ikisini de başarıp Avrupa’daki diğer ülkelere ulaşabildiği ölçüde toplumsal dönüşüm sağlanmış olacak.
Son olarak, meclislerin halkın taleplerini dile getirmek için bir araç olmaktan çıkıp, uzun vadede başlı başına bir amaç haline gelmesinin önüne geçilmeli. Henüz böyle bir şey söylemek için çok erken. Şu an için herkesin birbirini sabırla dinlemeyi, birlikte düşünmeyi ve karşılıklı tartışmayı öğrendiği kolektif bir süreç işliyor. Bu da değişimin her gün aşamalı bir şekilde inşa edileceğini gösteriyor. Zaten demokrasi dediğimiz tam da bu kolektif inşa süreci değil mi? Nihai bir hedef olmaktan çok, yolculuğun ta kendisi büyük ölçüde…
[1] İspanya’da siyasi partilerin ötesinde, sendikalara karşı da yaygın bir güvensizlik olduğunu not düşmekte yarar var. Bunun başlıca nedenlerinden biri, devletten aldıkları yardımlar nedeniyle ‘satılmış’ olduklarının düşünülmesi.