*Bu yazı BÜKOOP bülteni sayı9’da yayınlanmıştır. Bültenin tamamına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.
Pınar Ertör Akyazı & Irmak Ertör-Boğaziçi Üniversitesi Eğitim-Sen odasında 3-4 Kasım 2012 hafta sonunda gerçekleştirilen Katılımcı Sertifikasyon Çalıştayı, BÜKOOP’un, üreticiyle tüketici arasında doğrudan ilişki kurma, tükettiğimiz gıdaya yabancılaşmayı engelleme, sağlıklı ve adil gıdaya erişimimizi piyasa mekanizmasının dışına çıkararak gıda egemenliği yönünde adım atma gibi hedeflerini gerçekleştirme adına önemli bir aşama oldu. Çalıştayda üreticilerle bir arada kurmaya çalıştığımız sistemi tartıştıkça, aslında bu hedeflerimize giden süreci ciddi anlamda başlatmış olduğumuzu fark ettik, bu da bize yaptığımız işin ne kadar önemli olduğunu yeniden hatırlattı.
Çalıştaya BÜKOOP’un yanı sıra Tohum İzi Derneği, Çiftçi-Sen temsilcileri, IFOAM’ın (Uluslararası Organik Tarım Hareketleri Federasyonu) Katılımcı Sertifikasyon konusundaki Avrupa temsilcisi Eva Torremocha ve kooperatife Niğde, Antakya, İznik, Adapazarı ve Kars’tan reçel, kuru meyve, salça, zeytin, peynir gibi ürünleri sağlayan üreticilerimiz katıldı. İki gün boyunca hem “Katılımcı Sertifikasyon” veya sonradan tercih edilen ismiyle “Katılımcı Garanti Mekanizmaları” (Participatory Guarantee Systems – PGS) ile ilgili bilgilerimizi tazeledik, hem de üreticilerle bir arada kendi kurmak istediğimiz sistem üzerine düşündük ve kendi pratiklerimizde gördüğümüz çeşitli sorunlarla bunların olası çözümlerini tartıştık.
Nedir bu Katılımcı Sertifikasyon veya Katılımcı Garanti Mekanizmaları?
“Katılımcı Garanti Mekanizmaları” (Participatory Guarantee Systems – PGS), gittikçe teknik ve bürokratik bir hale gelerek küçük üreticiyi ve alt sınıfları sistemin dışına iten organik sertifikasyona alternatif olarak sunulan bir ekolojik üretim ve tüketim sistemi. PGS, organik hareketin başarısızlıklarından ders alarak, bir sertifikasyon sürecinin çok daha ötesine geçmeyi hedeflemekte, ayrıca hem çiftçilerin, hem de tüketicilerin doğrudan sisteme katılmalarını gerektirmekte.
PGS hareketi ilk olarak 1970’lerde doğuyor, ancak 20 yıl kadar Fransa dışında pek fazla ülkede hayata geçirilemiyor. Ancak ilerleyen dönemde, 1990’larda, Asya ve Güney Amerika’dan başlayarak hareket yeniden doğuyor, günümüzde ise birçok ülkede “hem evren, hem de kendimiz için sağlıklı gıda” sloganıyla tekrar canlanmış durumda.
Katılımcı Garanti Mekanizmaları’nın, yani PGS’nin dayandığı beş temel prensip var. Bu prensipler, PGS pratiklerini benzer hedeflerle yerelde uygulamakta olan paydaşlar tarafından, “Aslında biz temelde ne yapıyoruz?” diye düşünüldükten sonra 2008’de kağıda dökülüyor. Yani, diğer çeşitli sertifikasyon sistemlerindekinin aksine, kurallar uygulamayı değil, var olan ekolojik üretim uygulamaları kural ve standartları belirlemiş oluyor ve böylece kararlar tabanda üretiliyor.
Bu prensiplerin ilki katılımcılık ve yatay örgütlenmeler. Hem üreticilerin, hem de tüketicilerin bu sürece aktif olarak katılması sürecin en önemli kısmı. Üretimle ilgili teknik kontrollerin üçüncü kişilerce ya da sertifikasyon kurumlarınca yapılması yerine, benzer üretim süreçlerine sahip çiftçilerin birbirlerine gözlemde bulunması, ama bunu yaparken de yerel bilgi ve deneyimlerini paylaşarak yardımlaşması söz konusu. Aynı zamanda tüketiciler ve ziraatçiler de üreticilerle birlikte tarla ziyaretlerinde bulunuyor ve bu sayede sertifikasyon ve kalite güvencesi sürecinde yer alıyorlar. Bu şekilde hem bilgi, hem de denetim yatay olarak paylaşılıyor. Bu haliyle de PGS yerel ve çoğulcu bir süreç sunuyor paydaşlarına. En önemli prensiplerden biri de güven elbette ki. Üreticilerin ve tüketicilerin ilişkileri ve karar alma süreçlerinin şeffaf olması da önemli diğer prensiplerden biri. Doğrudan tarla ziyaretlerinde ya da hakemlik sürecinde yer almayan paydaşların da süreci takip edebilmeleri amaçlanıyor. Tarla ziyaretleri ve hakemlik süreci, bir cezalandırma mekanizması olmaktan çok uzak. Bunun yerine fikir değiş tokuşu hedefleniyor, üretim sürecindeki zorluklar ve eksiklikler paylaşılıyor ve ortak çözümler aranıyor. Bu şekilde de sürekli bir öğrenme sürecinin varlığı sağlanıyor.
Bu prensipler, PGS’nin olmazsa olmazları. Ama yerelde bunların üzerine gerek görülürse birçok detay daha eklenebiliyor. PGS bu şekilde yerelin ihtiyaçlarına göre uyarlanabilecek esnek bir yapı sunuyor. Yani, PGS her uygulayıcı grubun aynı kati kurallara uymasını gerektiren bir sistem değil. Tabanda ekolojik üretim ve tüketim amaçlı örgütlenen her grup kendi sistemini kendi kuruyor ve birbirinden farklı kurallar benimseyen ama ana prensiplerde birleşen çeşitli PGS uygulayıcıları olabiliyor. Örneğin, bu uygulamaların bazılarında ürünlerin ekolojik üretim sürecinden geçtiğini gösteren bir “PGS” amblemi taşıması tercih edilirken, bazılarında bundan uzak durmak tercih edilebiliyor. Kurulan mekanizmalar yereldeki ihtiyaçlara, üreticiyle tüketicinin birbirine mesafe olarak uzaklığına, sistemin toplamda kaç kişiyi dahil edeceğine göre farklı özellikler gösterebiliyor.
Kendi PGS sistemini kuran her grup, bu ana prensiplere sadık kalarak kendi kurallarını katılımcı bir süreçle belirliyor. Katılımcı Garanti Mekanizmaları uygulaması, çiftçi ve tüketicinin aynı ortamda eşit koşullarda karar alma sürecine dahil olduğu bir süreç. Hem üretici, hem de tüketici dayanışma içerisinde üretim sürecindeki sorunlardan haberdar oluyor, bunlara birlikte çözüm bulmaya çalışıyor. Organik sertifikasyonda var olan, sürecin dışındaki üçüncü kişilerin (örneğin bir sertifikasyon kurumunun) uyguladığı bir ‘kontrol ve ceza’ sisteminin yerine, senede birkaç kez aynı PGS sisteminin içindeki benzer yöntemlerle benzer ürünleri üreten üreticiler (çoğunlukla tüketicilerden de seçilen temsilciler eşliğinde) diğer üreticilere tarla ziyareti yapıyor. Bu sayede karşılıklı problemlerin anlaşılması, bir ürünün üretiminde sorun yaşanıyorsa deneyimin paylaşılması ve destek verilmesi, tüketicinin de önceden üreticiden ne kadar ürün alabileceğini belirlemesi ve iletmesi sayesinde güçlü bir dayanışma söz konusu.
Bu şekilde ciddi bir dayanışma içinde, şeffaflık ilkelerine uygun olarak üretim yapan çiftçilerden ve üretim sürecinin tam da doğrudan içerisinde bulunan tüketicilerden oluşan bu mekanizma, organik sertifikasyona dahil olduklarında üçüncü parti kurumlarına önemli ölçüde para ödemek durumunda kalan çiftçilerin üzerindeki mali yükü büyük ölçüde azaltıyor, üretici ve tüketici arasında bulunan aracılar da ortadan kalkıyor. Böylelikle hem çiftçi tüccarların cenderesinden kurtuluyor, hem de üretici, eriştiği ürünün hangi koşullarda kim tarafından yetiştirildiğine dair fikir sahibi oluyor, gıdayla “yarısını yiyip yarısını çöpe atabileceği” bir ilişki değil de, içinde ne olduğunu, nasıl bir emekle ve hangi yöntemle üretildiğini bildiği çok daha sağlam bir ilişki kuruyor. Gıdanın sofrasına ulaşana kadar içinden geçtiği süreci daha iyi anlıyor ve içselleştiriyor.
Peki bunun BÜKOOP için önemi nedir?
Tüm toplantı ve etkinliklerimizde, yeni ortaklara BÜKOOP’u nasıl konumlandırdığımızı anlatırken veya ortaklarla yaptığımız çay sohbetlerinde bahsettiğimiz hedeflerin en önemlileri; gıdaya erişim sürecinde aracıyı ortadan kaldırmak, tüketicinin sağlıklı ve adil gıdaya erişimini sağlamak, çiftçinin yerel tohum kullanarak ve ekolojik yöntemler uygulayarak üretimini devam ettirmesine destek olabilmek. Tüm bu önemli amaçlar, PGS çalıştayı sayesinde tekrar zihinlerimizde ete kemiğe bürünmüş oldu.
Katılımcı Garanti Mekanizmaları’ndaki “katılımcı” ve “şeffaf” süreçlere olan vurgu, gerçekten de en önemli ve farklı olan kısım gibi gözüküyor. Organik sertifikasyonda gitgide bürokratikleşen kontrol-ceza mekanizmasının yerini, her grubun kendi PGS mekanizması içinde oluşturduğu komisyonlarda her üreticiye yapılan tarla ziyaretleri alıyor. Bunun için tercihen benzer gıdaları üreten çiftçinin, diğer üreticiye tarla ziyareti gerçekleştirmesi hedeflenerek hem tüketici, hem üretici, hem de belki bir ziraatçiden oluşabilen komisyonlar belirleniyor ve böylelikle beraberce tanımlanmış prensiplere uygun davranılması yine birlikte sağlanıyor. Üretim ve tüketimin ne şekilde gerçekleştiğini bilen, sorunlarını şeffaflıkla dile getirip birbirinden yardım isteyen ve birlikte karar alan bireyler bu sistemin başta bahsettiğimiz hedeflerine doğru hareket etmesini sağlıyor.
BÜKOOP olarak bizim de ulaşmak istediğimiz hedef, benzer tüketici kooperatiflerinin artması ve benzer katılımcı sistemlerin yerelde süpermarketlere alternatif oluşturarak kentlilerin toprakla, gıdayla ve çiftçilerle ilişkisini değiştirmesi. Biliyoruz ki şu an iletişimde olduğumuz çiftçilerin ürünlerinin çok az bir kısmını alıp tüketiciye ulaştırabiliyoruz, ancak amacımız tabii ki büyüyerek İstanbul’un tüm gıda tedarikini sağlayan bir yapı kurmak değil. Tam tersine gönüllülük ve dayanışma esasına göre işleyen, BÜKOOP gibi pek çok kooperatifin kurulmasına destek olarak, ekolojik üretim yapan çiftçilerin de ürünlerini emeklerinin karşılığını alacakları ve bu süreçlerin farkında olan tüketici kitlelerine ulaştırmalarını sağlayabilmek. Böylelikle sağlıklı ve yerel tarım çeşitliliğini koruma yönünde üretim yapan çiftçinin de bu yöntemi devam ettirmesi mümkün kılınacak ve çiftçi çok daha adil koşullarda, yetiştirmek için onca emek sarf ettiği ürününe (belki de piyasa fiyatlarının dalgalanmasından çok da etkilenmeden) pazar bulabilecek.
Bizim için en önemli konulardan biri de üretici ziyaretleri gerçekleştirebilmek ve üretimin çeşitli aşamalarında gerçekleşenleri, gereklilikleri, yöntemleri öğrenebilmek ve tercihen toprağa dokunabilmek. Bu aşamada da kooperatif ruhu ve tüm işlerin paylaşılarak dayanışma içerisinde gerçekleştirilmesi, herkesin elinden geldiğince çeşitli irili ufaklı işlerin ucundan tutması, kendisinin de bizzat bu sürece aktif olarak dahil olması gerekiyor. BÜKOOP’u sadece alışveriş yapabildiğimiz bir yer olarak değil, bu sistemi birlikte kurduğumuz, katılımcı sürece dahil olduğumuz bir yer olarak, kendimizi de gıda egemenliğine giden sürecin bir parçası olarak konumlandırmamız gerekiyor.
Üreticilerle yakın ilişkinin BÜKOOP’un yapmaya çalıştığı işler arasında ne kadar önemli bir yerinin olduğunu bize tekrar hatırlatan çalıştay, hali hazırda kendi PGS sürecimizi aslında çoktan başlatmış olduğumuzu ve bu noktada hedeflerimiz doğrultusunda sağlam adımlarla ilerlediğimizi de bize gösterdi. Şu ana kadar pek çok PGS sürecini gözlemleme şansı bulmuş olan Eva, üretici ile tüketicinin doğrudan ilişkide olduğu son derece katılımcı tartışmalar yürütebildiğimize ve beraberce çözüm üretmeye çalıştığımıza dikkat çekerek, bu mekanizmaları kurmanın bir süreç olduğunu ve çok hızlı keskin bir sonuç beklememek gerektiğini hatırlattı ve bizim sürecimize misafir olarak katılabildiği için çok sevindiğini iletti. Kendi deneyimlerinin birçoğunda üreticinin sorunlarının ne olduğunu duyabilmenin bile bir seneye yakın zaman alabildiğini, tüketicilerin ise genelde ilk toplantının beşinci dakikasından itibaren kavgaya tutuştuklarını belirtti ve bu süreci uzun zamandır ufak adımlarla gerçekleştirmeye başlamış olmamızın önemini belirtti.
Çalıştayda gündeme gelen diğer iki önemli nokta ise kadınların bu sürece katılımının önemi ve genç nüfusun tarıma katılımı ve toprağa erişiminin sağlanması. Tarımda büyük rol oynayan kadınların Katılımcı Garanti Mekanizmaları’nın tartışıldığı mekanlarda bulunmaları, süreçte eşleri tarafından temsil edilmek yerine görüşlerini bizzat kendilerinin dile getirmesi, PGS’nin katılımcılık prensibinin en önemli gerekliliklerinden biri. Çalıştayda, gençlerin tarıma katılımının eksikliğinin de kırsalda büyük bir sorun olduğu dile getirildi. Edindiğimiz izlenimlerden bir diğeri de üniversitelerin bu ilişkinin kurulmasında çok önemli rol oynayabilecek yerlerden biri olduğu. BÜKOOP ve diğer yakın iletişimde olduğu Tarlataban, Çevre Kulübü ve Köy-Koop gibi benzer konularda uğraşan gruplar, kentteki üniversiteli gençliğin de çiftçilerin yanına gitmesi, imeceye katılması, hem tarımı birinci elden öğrenmek için, hem de ekoloji konusunda deneyim elde etmek için çok iyi fırsatlar sunabilir. Bunlar aynı zamanda gıdayla olan ilişkimizi dönüştürmede de çok önemli rol oynayabilecek adımlar.
Çalıştayı, BÜKOOP’un organik ürünler satan bir marketten çok çok daha fazlası olduğuna emin bir şekilde sona erdirdik. Tükettiğimiz gıdayla ve üretim şekilleriyle bizi yeniden tanıştıran bu katılımcı süreçte, hep birlikte yardımlaşma, dayanışma ve afiyetle…