Çiftçi Sendikaları Konfederasyonlaşma Platformu 2007 yılına ait Tarım ve Hayvancılık Raporunu açıkladı:
Türkiye’de de tarım politikaları büyük tarım ve gıda şirketlerinin çıkarlarına yanıt verecek şekilde değiştiriliyor, dönüştürülüyor…
2007 yılında da, ülkemiz tarımına (bitkisel üretim ile hayvan yetiştiriciliğine) ilişkin sürdürülen politikalar büyük tarım ve gıda şirketlerinin çıkarına, çiftçilerin aleyhine devam etmiştir. Bir dizi yasal düzenlemeler, fiyat politikaları ile üretimden pazarlamaya çiftçileri baskılayacak yaptırımlar uygulanmış, büyük tarım ve gıda şirketlerine yeni özgür alanlar açılmıştır.
Tarımı 2007 yılında IMF, Dünya Bankası ve AB Ortak tarım Politikası’nın yanında bir de kuraklık vurmuş, verimlilik düşmüş, çiftçilere zor anlar yaşamıştır.
2007 yılı bilindiği gibi ülkemizde seçim yılıydı. Hükümet 2007 yılında IMF, Dünya Bankası ve AB Ortam Tarım Politikası’nın tarımımız için çizdiği ana rotadan sapmamış ama çiftçilerin ağzına bir parmak bal çalmayı da ihmal etmemiş; Seçimden önce tarımsal destek bütçesinin yüzde 95’ni üretici köylüye dağıtmıştır. Çiftçiler de, hükümetin bu jestine oylarını esirgemeyerek karşılık vermiştir. Çiftçinin AKP’ye oylarını vermesindeki bir diğer etken ise Tarım Bakanı Mehdi Eker’in medyayı çok iyi kullanması; kuraklığa rağmen tarımın çok iyi durumda olduğuna kamuoyunu inandırmayı başarması olmuştur.
Bakan kamuoyunu inandırdı ama rakamları inandıramamış olacak ki veriler başka türlü bir tablo çiziyor. Ziraat Odası verilerine göre, birinci üç aylık dönemde tarımda yüzde 2,9 büyüme olmuş, ikinci üç aylık dönemde ise yüzde 2,1 küçülme yaşanmış. üçüncü üç aylık dönemde yüzde 7.8 küçülme olmuş. Yani 9 aylık dönemde tarımsal katma değerde yüzde 5,6 gerileme yaşamışız.
Üçüncü dönemde belirlenen yüzde 7,8 gerileme şu ürünlerde yaşanmıştır: Hububat, bakliyat, yağlı tohumlar, şeker pancarı, patates, pamuk, üzüm, bazı sebze ve meyve. Bu azalmaların nedeni de kuraklığa bağlanıyor. Üçüncü dönemdeki verilere göre üretimde Hububatta yüzde 14,6, Bakliyatta yüzde 14,4 diğer tarla ürünlerinde yüzde 7,8, meyvelerde yüzde 8, sebzelerde yüzde 2,9 gerilemeler yaşanmıştır.
Bitkisel üretim değerinde ortaya çıkan yüzde 9,3 gerilemeye karşılık, hayvan yetiştiriciliğindeki ilk üç aylık dönemde büyüme yüzde 2,6, ikinci dönemde yüzde 0,9, üçüncü dönemde ise yüzde 2,8 olarak gerçekleşmiştir.
Ancak her fırsatta “kuraklık anlatıldığı kadar büyük değil” diyen Tarım Bakanı Mehdi Eker’i devletin bir başka kurumu olan Başbakanlık Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) yukarıda verilen verilerden de anlaşılacağı gibi doğrulamamıştır.
Evet, 2007 yılında tarıma kuraklık ve seçim damgasını vurdu.
2007 yılında kuraklık ve tarım
2007 yılında dünyada ve Türkiye’de tarımsal verimlilik düştü. Bilindiği gibi küresel ısınmaya neden olan en önemli etken fosil yakıtlar. Dünya 2007 yılında fosil yakıt kullanımında hız kesmedi. Ayrıca küremizin ısınmasının yüzde 13 oranında artmasına neden olan endüstriyel tarımdan dünyada bir vazgeçme hali yok. IMF, Dünya Bankası ve AB Ortak Tarım Politikası’nın telkinleriyle Türkiye endüstriyel tarım uygulamasında doludizgin yol alıyor. Türkiye Ziraat Odaları Birliği verilerine göre kuraklığın zararı 5 milyar doları aşmış. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ise kuraklığın zararını 2,5 milyar dolar olarak açıklıyor.
TÜİK, bitkisel üretimde geçen yıla göre yüzde 9,3, tahılda yüzde 14,4, tarla ürünlerinde yüzde 12,7, sebze üretiminde yüzde 2,7 ve meyve üretiminde yüzde 3,9 oranında gerileme olduğu tahmininde bulundu.
Ziraat Odaları’nın verilerine göre; zarar gören bölgelerde üretim kaybının buğdayda yüzde 20, Karpuzda yüzde 24, çekirdeksiz kuru üzümde yüzde 20, domateste yüzde25, ayçiçeğinde yüzde 17 oranında.
Ülkemiz insanı için vazgeçilmez besin olan buğday üretimi konusunda açıklanan veriler birbirinden farklı olsa da, son yıllarda ilk kez 18 milyon tonun altına düştüğüne tarımla ilgili kurum ve kuruluşlar hem fikir.
Yine ülkemiz insanın temel besin maddesi olan yağlı tohumlarda da geçen yıla oranla yüzde 20 bir gerileme var.
Verimlilikte dünya ortalamasının üzerinde bir verimliliği yakaladığımız pamuk üretiminde uygulanan yanlış destek ve fiyat politikaları nedeniyle verimliliği dünya ortalamasının altında olan ABD’den pamuk ithal eder duruma geldik/getirildik. Pamuk üretimi son yılların en düşük seviyesine 800 bin tonun altına, ithalatımız ise 1 milyon tona yaklaştı. Sadece pamuk için 1 milyar dolardan fazla döviz ayırır duruma geldik.
Aşırı sıcaklar süt verimini yüzde 20 oranında düşürdü. Olumsuzluk 2007 ile sınırlı değil; uzmanlar gelecek yılda tarımımızın kuraklıktan etkileneceğini belirtiyor.
Ülkemizde yaşanan kuraklık nedeniyle zarar gören üreticilerimize yardım yapılması amacıyla 4 Temmuz 2007 tarihinde Bakanlar Kurulu Kararı yayınlanmıştır. Bakanlar Kurulunun yayınladığı Kararnamenin kapsamı 4 ürün ve 40 ile sınırlandırılmıştır.
2007 yılında seçim ve tarım
AKP, 4,5 yıl iktidarda kaldı. İktidarı boyunca IMF ve Dünya Bankası’nın yapısal uyum programını eksiksiz uyguladı. Tarımın tahribatına kendisinden önce iktidar olmuş partiler gibi devam etti.
Avrupa Birliği Ortak Tarım Politikası’na (OTP) uyum çerçevesinde bir dizi yasa çıkardı. Çıkardığı yasalar ile AB OTP’sini Türkiye’de içselleştirmeye çalıştı. Oysa Avrupalı çiftçiler büyük tarım ve gıda tekelleri yararına işleyen AB OTP’sine karşı. Çünkü AB OTP, Avrupalı çiftçileri de yok ediyor; tarımı şirketleştiriyor.
Avrupa’da uygulanan OTP politikaları sonucunda her 1,5 dakikada 1 Avrupalı çiftçi mesleğini terk etmek zorunda kalıyor.
Türkiye’de tarım sektörünü tahrip eden IMF, DB ile Avrupalı çiftçileri yok eden AB OTP’sini AKP de sürdürdü. Bu politikalar sonucunda Türkiye’de de her 50 saniyede 1 çiftçi mesleğini terk eder duruma geldi.
AKP, büyük tarım ve gıda tekellerinin isteğine uyarak, “küçük aile işletmeciliği ülkemiz için yararlı değil” dedi ve bu düşünceyi kamuoyuna pompaladı. Bu konuda bir bölüm ekonomistin, aydının ve basın ile medyanın desteğini arkasına aldı. Köylüler meslekleri olan çiftçiliği ve yaşam alanları olan köylerini terk etmek zorunda kaldı. Göç hızlandı! Kısacası, iktidarın en başarısız olduğu alan tarım kesimiydi…
AKP Hükümeti, iktidarı süresince çiftçilerle barışık değil, hep kavgalı oldu. 59. AKP Hükümetinde bilindiği gibi iki tarım Bakanı görev yaptı. İlk Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü, çiftçilere; “ gözünüzü toprak doyursun”, ikinci Bakan Mehdi Eker; “Türkiye kendi kendine yeten bir ülke değil, bu büyük bir palavra” dedi. Mehdi Eker; Türkiye’yi tarım ve gıdada kendine yeterli kılmak için çalışmalar/projeler üretmek yerine yurdum insanının gıda ihtiyacını “ithalat yılanına” sarılarak çözmeyi yeğledi. Çiftçiye “ananı da al git”, “bu millet yatıp kalkıp sizin için mi çalışacak” diyen Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın ardından Meclis Başkanı Bülent Arınç da, Manisa’ya bağlı Sarıgöl ilçesi, Bağlıca Köyünde çiftçileri terbiyeye davet etti; haşladı!
Ama çiftçiler oyunu AKP’ye verdi…
Evet, AKP, hükümet olmasının ardından 2007 yılı başına kadar çiftçilerle barışık olmayan bir politika izledi. Bu doğru!
Ancak bu seçim zaten ülke sorunlarının üzerine oturmadı ki. Büyük oranda Cumhurbaşkanlığı seçimine kilitlendi. Anayasa Mahkemesi’nin 367 oy arama şartı, Cumhuriyet mitingleri, askerin bildirisi, Irak tartışması buna örnek olarak sayılabilir. Bu çabalar seçmende, antidemokratik yöntemlerle AKP’nin önünün kesiliyor, izlenimi doğurdu. Halkın mazlumdan yana olan duyguları kabardığına inan insan sayısı oldukça fazla. O sıralarda sendikalar olarak gezebildiğimiz kadarıyla köylerde yaşayanlar Çankaya’yı konuşuyor, değme entelektüeller gibi Çankaya üzerine değerlendirmeler yapıyorlardı.
Çankaya seçim sürecinde yaşananlar, bu seçimde belirleyici oldu, seçimde kullanılacak oyların yönünü belirlemede bir miktar “trafik polisi” görevi gördü, denilebilir.
Tabiî ki bir de Demokrat Parti olayı var; DYP-ANAP birleşmesindeki başarısızlık merkezde büyük boşluğun oluşmasına neden oldu. AKP, biraz da oluşan bu boşlukta yol aldı, ilerledi, oyunu arttırdı.
AKP, 2007 yılı başından itibaren destekleme ödemelerini köylü yararına öne aldı. Geçmişte verilmeyen, unutulmaya yüz tutmuş olan afet ödemelerini ve çiftçi alacaklarını ödeyerek milli piyangodan para çıkmış misali köylüyü sevindirdi. Köylü için sorun oluşturan ve endişelenmelerine neden olan alanlara ilişkin çözümler üreterek, yüzünü köylüye döndü, gönlünü almaya çalıştı.
AKP 2007 yılı başlarında köylüye yüzünü döndüğünde muhalefet o sıralarda başka şeylerle fazlasıyla meşguldü. AKP, nasılsa çiftçiyi karşısına almış; oyunu muhalefete verecek inancı muhalefet partilerinde çok güçlü bir kanıydı. Çiftçi memnuniyetsizliğini Ordu ve Manisa’daki yüz binleri aşan mitingler düzenleyerek göstermemişler miydi?
Evet, doğrudur; çiftçi memnuniyetsizliğini ve endişesini söz konusu mitinglerle dışa vurdu. Muhalefet için alan açtı. Ancak muhalefet bu alanı kullan(a)madı. Muhalefetin içindeki bir kesim bu alanı kendileri için kullandı. FİSKOBİRLİK’te olduğu gibi…
FİSKOBİRLİK’in yönetimini ele geçiren muhalefete ait kesimler sonra AKP ile birlikte davranarak yapılan mitingleri boşa çıkarttılar. Yönetimleri boyunca fındık fiyatlarında bir iyileştirme sağla(ya)madılar. Dememiz odur ki; Türkiye’de en çok sorun yaşanan sektörü tarım konusunda muhalefet, bütünlüklü politika geliştiremedi. Süregelen sorunlara çiftçilerin inanacağı ve güven duyacağı çözümü üret(e)medi. Bu konuda muhalefet de, çiftçi ve köylülerle sağlıklı bir diyalog oluştur(a)madı.
Muhalefet konuşlandığı Ankara’dan köydeki çiftçiler ile diyalog kurmayı uygun gördü. Yani uzaktan uzağa görsel medya ve yazılı basına yansıyan/yansıyabilen konular üzerine propagandif sözler söyleyerek köylüyle diyalog kurma yolunu seçti. Bu yöntemle diyalog kurduğu vehmine de kapıldı! Oysa muhalefet görsel medya ve yazılı basın üzerinden köylüyle kurmaya çalıştığı diyalogda gündemi oluşturan kendisi değildi. Medya ve basın tarafından oluşturulmuş olan “köpük” gündemler üzerinden sözler söylediler. Seçim sonrasında muhalefet, köylüye; “beni anlamadın, işte buna yanarım” türküsünü tutturdu.
Muhalefetin hemen tamamının seçimlere birkaç aya kalana dek tarım kesimine yönelik bütünlüklü bir program ve öngörüleri bile yoktu. Eksikli de olsa son iki ay kala ortaya koydukları programlarını anlatacak zamanı zemini bulamadılar, zaten tarım konusunda anladığını anlatacak kadrolardan da mahrumdular.
Ayrıca muhalefet de, iktidar da, tarımdaki yeni değişimi yakalayabilmiş değildi. Onun için köylüye gerçek kurtuluşu anlatmıyor, vaadini ver(e)miyordu…
Dünyamız ısınıyor. Sular azalıyor. Topraklarımız çölleşiyor. Bunun sebebi, endüstriyel tarım. Yani kimyasal ilaca, kimyasal gübreye, suya duyarlı tohuma, antibiyotiğe, fosil yakıta dayalı üretim tarzı.
Siyasiler; “çiftçiler, bizi seçerseniz biz bu üretim tarzından vazgeçeceğiz. Çünkü kimyasal gübre ve kimyasal ilaca dayalı üretim biçimi, toprağı suyu kirletiyor; kullanılamaz hale getiriyor. İnsan sağlığını bozuyor. Küresel ısınmaya neden oluyor, topraklarımızı çölleştiriyor, yeraltı ve yerüstü sularını hem kirletiyor kullanılmaz kılıyor hem de azalmasına neden oluyor. En önemlisi de; kimyasala dayalı üretim tarzı verimin düşmesine neden oluyor. Ne kadar çok gübre ne kadar fazla ve yüksek dozlu ilaç kullanırsan o oranda ürün alıyorsun. Yoğun kullanılan ilaç ve gübre sonrası elde ettiğiniz ürün ise kullandığınız ilacın, gübrenin, mazotun, tohumun parasını karşılayamıyor yani şirketlere çalışıyorsunuz. Bizde sizi şirketlere çalışmaktan kurtaracak projeler var. Eğer bizi seçerseniz biz; endüstriyel tarım yerine organik tarımı model olarak uygulayacağız. Verimliliğinizi bu yolla arttıracağız. Şirketlere değil, kendinize çalışacaksınız. Üretimden pazarlamaya kadar zincir oluşturmanız için yasal düzenlemeler yapacağız. Bu konuda ekonomik ve eğitim desteği vereceğiz. Üretimden pazarlamaya kadar olan zincirin halkalarına siz üreticileri egemen kılacağız. Bunun için de, kooperatif yönetimlerinizi demokratik bir biçimde belirlemeniz için yasal düzenlemeler yapacağız. Bu yolla kazancınızın artmasına yardımcı olacağız. Kooperatiflerinizi destekleyeceğiz. Ekonomik, sosyal, siyasal ve sosyal haklarınızı koruyup geliştirebilmeniz için sendikalarınıza yasal statü kazandıracağız.
Verimi artırmanız için yeterli desteği vereceğiz. Toprağınızı ve suyunuzu sizden sonraki nesillerin de kullanabilmesi sağlıklı ve yüksek verimliliği kavuşmanız için endüstriyel tarım modelini aşamalı, planlı şekilde terk edeceğiz, organik üretim tarzına geçeceğiz. Yapacağımız üretim modeli değişikliğiyle sizin ürettiğiniz sağlıklı ürünler ile önce yurttaşlarımızı sağlıklı gıda ile buluşturacak, artanını ihraç edeceğiz.”
Çiftçilerin yararına olacak kökten değişiklik gerektiren bu vaatler de bulunmadılar. IMF ve Dünya Bankası politikalarını yani şirket tarımcılığını destekleyeceklerini açık seçik bir şekilde yazdılar ve söylediler.
Başka bir deyişle, IMF ve Dünya Bankası’nın öngördüğü/reva gördüğü dünyanın dışında “başka bir dünya mümkün” diyemediler; muhalefet ve iktidar bu konuda da aynılaştı. Muhalefet çiftçileri, AKP’nin şirket yanlısı “yılanına” sarılmaya mecbur etti.
Tarımın sorunlarını bilen, bildiğini anlatabilen, anlattığını da anlaşılır kılabilecek adaylarına ana muhalefet partisi en alt sıralarda yer vererek çiftçilerin nezdindeki var olan itibarını aşındırdı. Diğer illerde ise tarımcı aday adaylarını milletvekili adayı yapmaya gerek bile görmedi. Böylece ana muhalefet partisi iktidarın en başarısız olduğu alanı ıskalamış oldu.
Ana muhalefet Ankara’da “elin ‘gemiciği’nin” leğende yüzüşünü seyre dalmışken İktidar gemisini, kırsal alanın dere, tepe sarplıklarında ve ovalarında “ustalıkla” yüzdürdü, gezdirdi.
İktidar ve muhalefetin, çiftçi yararına olacak olan üretim modeli değişikliği için çabaları hiç olmadı. Mevcut üretim modeli içinde çiftçilerin mesleğini sürdürebilmesi için verilen destekler ise yetersizdi, adaletsizdi, bir dizi haksızlık içeriyordu. Yine iktidarın destekleme politikaları konusundaki çiftçi karşıtlığının neden olduğu yoksulluğu giderici bir çabaları olmadı. Muhalefet ise yoksulluğa neden politikalara ve bu amaçla çıkarılan bir dizi yasada sessiz, duyarsız kalarak çiftçiyi sahiplenmekte etkisiz kaldı.
Seçim yaklaşıyor, kapıya dayanıyordu. Meydanlarda ve köy kahvelerinde icraatını anlatması gereken iktidar eksikli davrandığı ve barışık olmadığı çiftçi kesimine 2007 yılı başlarından itibaren yüzünü döndü. Başta kazanılmış haklarını çiftçilere verdi. Ardından çiftçilerin hakkı olan ödemeleri zamanında verme yoluna gitti. Yani fazladan bir şey yapmadı, bugüne kadar yapması gerekirken yapmadıklarını yaptı.
Muhalefetin hemen tamamı ise koskoca tarım sektörünü fındığa verilecek fiyata, mazota verilecek desteğe indirgemiş, iktidarın işini kolaylaştırmıştı.
Çiftçilerin ürünleri yok pahasına ellerlinden alınıyormuş… Fiyatlar maliyetin gerisinde belirleniyormuş… Girdi fiyatları almış başını gitmiş… Çiftçinin alınteri ürününün fiyatı nal topluyormuş… Tarımda destekler yok denecek düzeye gerilemiş… Doğrudan gelir destekleri zamanında ödenmiyormuş… Her geçen gün kullanılan kimyasal ilaç ile kimyasal gübre yüzünden toprak ve su kirleniyor, kullanılmaz duruma geliyormuş… Tarımda kullanılan kimyasallar ve fosil yakıttan dolayı küremiz ısınıyor bize “doğal” afetler olarak dönüyormuş… Gecikmeli ödenen doğrudan gelir desteğine faiz uygulanmıyor, çiftçinin gecikmiş kredi borcuna faiz uygulandığı için çiftçiler iflas ediyormuş… Muhalefet için bunların hiçbir önem ve anlamı yok. Muhalefet, (meclis içindeki ve dışındaki muhalefet) için varsa yoksa mazot ve fındık fiyatı… Çiftçileri dilenci bellemişlerdi besbelli.
Oysa uyguladığı yanlış politikalar nedeniyle her 50 saniyede 1 çiftçinin iflasına neden olan AKP, 2007 yılına geldiğinde çiftçiyle barışacak hamleler yapmış; Demirelleşmişti adeta. Seçim öncesi tarım kesimine “para saçmaya” başlamıştı. İktidarın çiftçiye kesenin ağzını açması tek başına olmasa da oyunu almasında en önemli etkenlerden biri oldu.
Rakamların diliyle 2007 yılı genel seçimi öncesi para, iktidar ve çiftçi ilişkisi:
AKP;
• Çiftçilere verilen desteklerin yetersiz olmasının yanında zamanında verilmediği için çiftçiye yararı çok az oluyordu. Çiftçilerin desteklere erişebilmesi “göle su gelen kadar kurbağanın gözü patlıyor” misaliydi. Ama AKP, 2007 yılında bu yanlışından çark etti.
2007 yılı için tarımsal desteklere ayrılan 5,3 milyar YTL’nin 5 Milyar YTL’sini seçim öncesi çiftçilere dağıttı.
Çay üreticilerine budama tazminatı olarak sonbaharda vermesi gereken 45 Milyon YTL’yi sonbaharı beklemeden seçim öncesi verdi.
57 bin mısır üreticisine 210 milyon YTL pirimi, seçim öncesi ödedi.
Türkiye Şeker Fabrikaları AŞ. 56 milyon YTL nakdi avans ve 40 milyon YTL şeker avansını seçim öncesi dağıttı.
Sulama avansı 2006 yılında ton başına 7 YTL ödenmişti. 2007 yılında 10 YTL’ye çıkardı ve seçim öncesi 73 milyon YTL sulama avansını ödedi.
Başta doğrudan gelir desteği ile destekleme pirimi, mazot desteği ve gübre desteğini önceki yıllarda iki yıl gecikmeli öderken bu kez fazla gecikmeden ödedi.
Kuraklık yaşayan 40 ile buğdayda dekar başına 15 YTL, fiğde 20 YTL, arpa ve korunga için 12 YTL kuraklık desteğinin ödenmesini seçimden hemen önce kabul etti.
Pamuk, ayçiçeği, soya, kanola ve aspir için geçen yıl verilmesi gereken 1 milyar 50 milyon YTL’lik destekleme pirimi bu yıl seçimden önce verildi.
Muhalefet fındığa kilo başına 8 YTL fiyat vereceğim diye propaganda yaparken AKP;
• Karadeniz’de 2004 yılında yaşanan don felaketiyle zarara uğrayan fındık üreticisine üç yıl önce vermesi gereken 44 milyon YTL’yi seçim öncesi dağıttı.
• Her yıl Ağustosta açıklanan fındık fiyatlarını seçim öncesi açıkladı. Toprak mahsuller Ofisi (TMO) ile arası bozuk olan FİSKOBİRLİK’i barıştırdı. Fındık üreticilerini endişeden kurtardı.
• Ürün fiyatları her yıl enflasyonun altında belirleniyordu. Bu yılın ürün fiyatlarını yüzde 12 artışla enflasyonun üzerinde belirledi. Fındık fiyatı diğer tarım ürünlerinin artışının iki katı olan yüzde 29 gibi bir artışla seçim öncesinde açıklandı.
• FİSKOBİRLİK’in üreticiye olan 35 trilyon borcu (2005 yılı) seçim öncesinde verildi. Kalan 80 trilyon borcun ödeme sözünü verdi.
Çiftçilerin kâbusu olmuş, tedavi edilmeye edilmeye kangren olmuş bir başka yarasına parmak basmıştı, AKP;
• Çiftçilerin Tarım Kredi Kooperatifine ve Ziraat Bankası’na olan yaklaşık 200 milyon YTL tutan kefalet borcunu affetti.
AKP, çiftçiye “para saçması”nın yanında fındıkta TMO ile FİSKOBİRLİK arasındaki kavgayı barışla sonlandırması, ürünlerini satabilme garantisi sağlaması fındıkçıların yüzünü AKP’ye çevirmede etkili olan bir başka faktördü. Kangrene dönüşmüş çiftçinin kefaletten doğan kredi borcunu silmesi çiftçilerin rahat uyku çekmesini sağladı.
AKP, Demirel’in seçildiği ilk yıllarda köylüye karşı cimri, seçim yılındaki cömert davranışını uyguladı. Çiftçinin hakkı olan parasını seçim öncesi vermekle “önce kaybettirip sonra bularak” sevindirdi. Başka bir deyişle AKP seçim öncesi çiftçilerin ağzına bir parmak bal çalmış oldu. Ancak sektörün sorununu çözmedi, kısa vadeli öteledi.
Şu söylenebilir: AKP, iktidar partisi. İktidar olmanın verdiği avantajı kullandı; “doğru!”
Ama geçmişte de (1980’den bu yana) seçimler oluyor. Hükümetteki partiler IMF izin vermiyor diye seçimler öncesi çiftçiler için bir iyileştirme yoluna gitmediler, gidemediler. Buna 1980 sonrasındaki Demirel iktidarı da dahil. Seçim nedeniyle istikrar bozulmayacak diyen IMF’nin sözüne hükümetlerin hepsi harfiyen uydu. IMF’ye harfiyen uyan bu partiler, en çok da çiftçilerin oyunu esirgemesiyle teker teker barajın altında kaldılar. Siyasetin dışına düştüler.
AKP, IMF’yi mi dinlemedi, yoksa IMF, AKP’nin bu yönelimine yumuşak davranarak geçiş üstünlüğü mü verdi, bilemem.
Bilinen bir şey var ki; geçmiş IMF ve Dünya Bankası politikalarını uygulayan iktidarları barajın altında bırakan çiftçiler, bu seçimlerde IMF ve Dünya Bankası’nın “seçim nedeniyle bütçeyi delmeyin” uyarılarına kulak asmayan politikasına bir dönemlik kredi hakkı tanıdı.
Türkiye tarımı ve tarımcısı için 2007 yılı kötü bir yıl olarak geçti. Başka bir deyişle, 2007 yılında bitkisel üretim yapan üretici köylüler ile hayvan yetiştiren yetiştiriciler için iyi geçmedi.
2007 yılında Hayvansal üretim
Avrupa’da deli dana hastalığının görüldüğü 1996 yılından itibaren, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’na bağlı Koruma Kontrol Genel Müdürlüğü, Avrupa ülkelerinden canlı hayvan ithalatını yasaklamıştı.
Aslında Bakanlıkça kesin bir yasaklama kararı alınmamıştı ama genel müdürlük ‘kontrol belgesi’ vermeyerek ithalatı bir bakıma yasaklamış oldu. Bu yasaklama Avrupa’dan canlı hayvan ithalatını neredeyse tümden kesmişti.
Yıllar itibarıyla canlı hayvan ithalatımız;
1996’da 167.429,
1997’da 16.929,
1998’de 26.094,
1999’da 23.618,
2000’de 33.458,
2001’de 22.843,
2002’de 15.392,
2003’de 11.845,
2004’de 9.782,
2005’de 14.074,
2006’da 15.318,
2007’de 374,*
*2007 Ocak ayı ithalat rakamı
Son günlerde Türkiye’de damızlık hayvan ithalatının zorunlu olduğunu savunanlar ile damızlık hayvan ithalatına karşı olanlar arasında bir tartışma almış başını gidiyor.
Türkiye Damızlık Sığır Yetiştiricileri Birliği Başkanı Sedat Güngör damızlık sığır ithalatına karşı; mevcut hayvan yetiştiricilerinin durumunu zora sokacağını söylüyor.
Türkiye Odalar Borsalar Birliği (TOBB) Başkan Yardımcısı ve Ankara Ticaret Borsası Başkanı Faik Yavuz, damızlık hayvan ithalatına karşı; “damızlık hayvan ithalatı yeni yatırımcının sektöre girmesinin önünü kapatır,” diyor.
Bilindiği gibi hayvan yetiştiricileri için daha önce ıslah yaparak damızlık yetiştiren Tarımsal İşletmeler Genel Müdürlükleri (TİGEM) vardı. IMF ve Dünya Bankası istiyor diye kamu bu görevi terk etti, TİGEM’leri de özel sektöre kiraladı. Daha önce hayvan yetiştiricileri için ıslah yaparak damızlık yetiştiriciliği yapan TİGEM’leri kiralayan iş adamları ıslah yaparak damızlık yetiştirmek yerine işin kolayına kaçarak şimdi damızlık ithal edelim diyorlar. Gerekçe olarak da; on binlerce dönüm arazi kiraladıklarını on milyon dolarlarla ifade edilecek yatırımlar yapacaklarını ama yeterli damızlık hayvan olmadığını söylüyorlar. Milyonlarca hayvan yetiştiricisi için ıslah yapan TİGEM’leri kiralayarak küçük çaplı hayvan yetiştiricileri için damızlık umut kapısı olan kaynağı kurutmaya neden oldukları yetmiyormuş gibi hükümete; “milyon dolara varan yatırım yapacağız ama yeterli damızlık yok, izin verin getirelim” diyebiliyorlar.
Hükümetlerin, şirketlerin dışarıdan damızlık getirerek hayvan yetiştiriciliği yapmasına izin vermesinde bu ülkenin ekonomisi, yurttaşları ve hayvan yetiştiricileri için bir faydası yok. Bu durum Türkiye’yi damızlıkta daha fazla dışarıya bağımlı kılıyor. Hükümetler, kamudan kiralanan işletmelerinin bu güne kadar yaptığı iş olan, “damızlığını kendin üret ve ülke ekonomisine, ülkenin hayvan yetiştiricilerine faydalı ol, ülkeyi damızlıkta bağımlılıktan kurtar” demiyor; “olur damızlık ithal edebilirsiniz” diyor, izin veriyor. Üstelik Avrupa’dan getirilen damızlık hayvanlarında yaşanan felaketin üzerinden 11 yıl geçmiş olmasına karşın ülke olarak kendimize has bir çözüm üretmemiş olmamız da hayvan yetiştiriciliğine nasıl baktığımız gösteren başka bir gösterge.
Gebe düve ithalatı sağlık, ekonomik ve sosyal açıdan büyük bir tehlike taşımaktadır. Şöyle ki;
• Geçmiş yıllarda yapılan gebe düve ithalatının Türkiye hayvancılığına bir yararı olmamıştır, yine olmayacaktır. Bir başka iş adamı Orhan Ziya Diren, bir süre önce Uruguay’dan 800 hayvan ithal edildiğine ama pek başarı sağlanamadığına dikkat çekiyor.
• Gerçekte Türkiye’nin damızlık gebe düve ithaline ihtiyacı yoktur. Türkiye düve ihraç edecek potansiyele sahiptir. İthalat yerine damızlık düve üretme çiftlikleri kurulabilir, TİGEM’ler bu amaç için kullanılabilir, kesime giden düveler üretime kazandırılabilir.
ABD ve AB’den ithal edilecek sığırlarda, Deli Dana Hastalığı (BSE) ile bulaşık olma olasılığı yüksektir. Türkiye’nin ithal edeceği sığırlar genç düve olacağı için bu hastalığın varlığı testlerle saptanamıyor. Hastalık belirtileri sığırlarda doğumdan sonra en erken 20. ayda ortaya çıkıyor.
Deli Dana Hastalığı’nın insanlara bulaşma riski yüksek. Kuluçka dönemi çok uzun, ortalama 5–5,5 yıl. Bu hastalık insanlarda hafıza kaybı yapıyor, son aşamada felç ortaya çıkıyor, hasta birkaç ay içinde ölüyor.
Bütün bu nedenlerden dolayı;
• İthal edilecek gebe düveler BSE riski taşıdığı için halkımızın sağlığı risk altına girebilir.
• İthal edilecek gebe düveler BSE riski taşıdığı için Türkiye riskli ülkeler arasında sayılır.
• BSE hastalığı halkın et ve süt tüketimini olumsuz etkileyebilir.
Ayrıca yapılacak ithalatla Türkiye hayvan yetiştiricilerinden esirgenen kaynak yabancı hayvan/damızlık yetiştiricisi şirketlere aktarılmış olunacak.
Büyük çaplı hayvan yetiştiricileri ile devletin TİGEM’lerini kiralayan şirketler kendi çıkarları için birbirine girmiş; ortalık toz duman, göz gözü görmüyor!
Bu arada şirketlerin çıkar kavgasının sebep olduğu karmaşada ülke nüfusunun büyük bir bölümünü oluşturan tarımcıların (bitkisel ve hayvansal üreticilerin) hayatlarını kolaylaştıracak tek bir çözüm konuşulmuyor. İthalatın ülke tarımına olacak olan yarar ve zararı düşünülmüyor, hesap edilmiyor. Başka bir deyişle, Bakanlık, ithal edilecek hayvanların, köydeki hayvan yetiştiricisine vuracağı darbe, bitkisel üretimde neden olacağı verim düşüklüğü göz önüne alınmadan ithalatı serbest bırakıyor.
Bir başka gerçeklik ise çokça öykündüğümüz ve referans olarak gösterdiğimiz AB ülkelerinde 100 baş ve üzeri işletmelerin sayısı yüzde 1’i geçmiyor. Büyük (fabrikasyon) sığır işletmeciliği Türkiye tarımının (bitkisel üretim ve hayvan yetiştiriciliğinin) yapısal özelliklerine uygun değil. Bu tür işletmelere yönelmek hayvan yetiştiriciliğinin yanında bitkisel üretimi de olumsuz etkileyecek. Çiftçimiz işsiz kalacaktır.
Tüm sakıncalarına karşın tarımın şirketleşmesi için hükümet elinden gelen kolaylığı zaten gösteriyor. 100 başın altında olmamak kaydıyla ithalat serbestliği zaten vardı, sürüyordu. Yani şirketlere damızlık ithal etme yasağı hiçbir zaman olmadı denilebilir. Sadece deli dana hastalığından sonra damızlık hayvan ithalatı Avrupa yerine Yeni Zelanda ve Avustralya’dan yapılıyordu. ABD ve AB’de var olan BSE riskine karşın ısrar niye?
Çiftçi Sendikaları Konfederasyonlaşma Platformu tarımı şirketleştiren, hayvan yetiştiriciliğini, üreticiliğe/fabrikasyon üretime dönüştüren ve hayvan yetiştiriciliği ile bitkisel üretimi birbirinden ayıran şirket tarımcılığı politikalarına karşıdır. Bu tür politikaların ülke ve yetiştiricilerin yararına olmadığına inanır.
Hayvan yetiştiriciliği sonunda elde edilen et ve sütün 2007 yılında 2006 yılına oranla artışı şöyle gerçekleşmiştir:
İnek sütü; 2006 yılında 0,416 YTL/lt, 2007 yılında yüzde 44 artışla 0, 600 YTL/lt olarak gerçekleşmiştir. Yalnız Süt Endüstrisi Kurumu ile Yem Sanayii’nin özelleştirilmesinden bu yana ilk kez üretim girdilerine oranla daha fazla bir fiyat yakalaması iyi ama geçmiş yaraları sarması için yeterli değil.
Koyun eti; 2006 yılında da 2007 yılında da 0,600 YTL olarak belirlenmiş yani artış yüzde 0 olarak gerçekleşmiştir.
Sığır eti: 2006 yılında 7,500 YTL, 2007 yılında 8,250 yani 2007 yılındaki artış 2006 yılına oranla yüzde 10 olmuştur. Üretim girdilerinin yüzde 27 olduğunu dikkate aldığımızda hayvancılık sektörü yılı zararla kapatmıştır diyebiliriz.
Evet, hayvan yetiştiricileri 2007 yılını zararla kapattılar. Bitkisel üretim yapan üretici köylülerimiz için de, 2007 yılının nasıl geçtiğini anlamak için şimdi belli başlı bitkisel ürünlerimize ayrı ayrı bakalım.
2007 Yılında Bitkisel üretim
Buğday
Türkiye’de çiftçiler buğdayı üretir. Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO), tüccar ve sanayici satın alır. Hükümetler, TMO aracılığıyla her yıl buğday hasat mevsiminden önce bir alım fiyatı belirler. Açıklanan bu fiyat üzerinden TMO, piyasayı üretici ve tüketici lehine dengeleyecek/düzenleyecek yeterlilikte alım yapar(dı).
Tüccar ve sanayici TMO’nun açıkladığı fiyatın altında fiyat vermeye kalktığında ise çiftçiler, alınteri dökerek ürettiği ürününü tüccar ve sanayiciye satmaz/vermezdi. Götürür TMO’nun açıkladığı fiyat üzerinden TMO’ya satar(dı). Yani, TMO çiftçinin garantisi, sigortasıydı. TMO’nun açıkladığı fiyat bu manada her zaman anlamlı olmuştur. Çünkü TMO açıkladığı fiyattan buğdayı alır, böylece çiftçiyi tüccara ezdirmezdi. Bu nedenle kurulduğundan bu yana TMO için; “TMO Çiftçinin Kara Gün Dostudur” denir. Bu slogan bütün silolarda da büyük harflerle yazılı olarak yer alırdı.
Ama son yıllarda hükümetler IMF’nin isteğiyle TMO’yu yeniden yapılandırdılar. Yeniden yapılandırma politikaları çerçevesinde TMO’ya piyasayı regüle edebilecek düzeyde değil de daha az destekleme alımı yaptırıyorlar. Yine bu politikalara paralel olacak şekilde fiyatlar maliyetlerin altında belirlen(ebil)iyor. Bunun için çiftçilerin değil, tüccar ve sanayicinin yüzü gülüyor, hep…
2007 yılı hububat alım fiyatı açıklandığında basın ve medya kuruluşları açıklanan fiyatları; “çiftçilere seçim öncesi mavi boncuk dağıtıldı” diye yorumladı ve aktardı.
Oysa yorumların ve açıklanan fiyatların yaşanan gerçeklikle ilgisi yok. Çünkü açıklanan fiyatlar maliyetlerin altındaydı. Çiftçiler için her hasat sezonunda maliyetlerin altında/düşük fiyat açıklamasına alıştırılmış olan medya ve basın kuruluşları açıklanan fiyatları seçim öncesi çiftçilere mavi boncuk dağıtıldı olarak yorulmalarına neden oldu. Aslında söylendiği ve yazıldığı gibi hükümet buğday üreticilerine mavi boncuk dağıtmadı, uygulaya geldiği çiftçi karşıtı politikalarını buğday için açıkladığı/belirlediği fiyatlarla sürdürdü.
Şöyle ki;
• Toprak Mahsulleri Ofisi’nin 2007 yılı buğday ürünü için açıkladığı alım fiyatı, 2006 yılı buğday ürünü için açıklanan fiyattan sadece yüzde 14 oranında yüksektir. Oysaki üretim girdisi olan gübrenin artış oranı bu üretim sezonunda yüzde23–49 oranında gerçekleşmiştir.
• Buğday maliyeti 48 YKr/kg dır. Anadolu kırmızı sert ekmeklik buğdayın alım fiyatı 42,5 YKr/kg olarak açıklanmıştır. Yapılan açıklamaya göre buğdayda kg başına 4,5 YKr da pirim verilecek. Pirim ile birlikte çiftçinin eline 47 YKr/kg geçecektir. Yani pirim ile birlikte açıklanan buğday fiyatının toplamı maliyetin gerisinde bir fiyattır.
• Buğday alım fiyatları bu yılda gelişmiş ülkelerde olduğu gibi maliyet + %25 kâr + insanca yaşam payı hesap edilerek belirlenmedi. Buna göre belirlenseydi: Bir kilo buğdayın alım fiyatı; 48 YKr (maliyet) + 12 YKr (%25 kâr payı)+ 4,8 YKr (insanca yaşam payı)= 64,8 YKr/kg olması gerekirdi.
Yukarıdaki hesaplarda da anlaşılacağı gibi, kamuoyunda buğday üreticisine yüksek bir fiyat verilmiş gibi yanılsama yaratılmıştır. Seçim bahanesiyle yüksek bir fiyat verilmiş gibi kamuoyu yanlış bilgilendirilmiştir.
Ayrıca; TMO’nun açıkladığı fiyatın çiftçinin eline geçebilmesini sağlayacak oranda alım yapmadı. Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) 2007 / 2008 Dönemi Hububat Alım Kampanyası’nda yaptığı buğday alımı; 121.703 ton, hububat alımı; 124.488 ton, toplam emanet alımı; 607.060 ton olarak gerçekleşti. TMO bu yetersiz alım politikasıyla açıkladığı referans fiyatının piyasada gerçekleşmesi mümkün olmadı. Dünya buğday ve arpa fiyatları TMO’nun açıkladığı fiyatların üzerinde gerçekleşti.
Dünya ölçeğinde yaşanan kuraklık nedeniyle dünya buğday stoku hızla azalıyor. Arpa stoku ise bitmiş durumda. Türkiye’de hükümetler her yıl buğday fiyatlarını açıklarken IMF’nin dünya fiyatlarını esas alın direktifleri doğrultusunda açıklanıyordu. Bu yıl dünya fiyatları yüksek, çiftçilerimize dünya fiyatları baz alınarak yüksek fiyat verilmedi.
Uluslararası Hububat Konseyi açıklamalarına göre Türkiye 2007 yılı hububat üretim tahminleri şöyle:
• Buğday 16 milyon ton
• Arpa 7,4 milyon ton
• Mısır 3,6 milyon ton.
Hükümetin uyguladığı bu yanlış politikalar karşısında alanda örgütlü olan Hububat Üreticileri Sendikası yaptığı açıklamada hububat üreticileri adına şu taleplerde bulundu.
Hububat Üreticileri Sendikası olarak;
• Buğday fiyatları belirlenirken maliyet+%25 kar+ insanca yaşam payı hesap edilerek belirlenmeli.
• TMO kaç ton buğday alacağını kamuoyuna açıklamalı.
• Kamunun kendisinin de yetersiz çalışması nedeniyle tamamlanamamış olan Çiftçi Kayıt Sistemine dâhil değil diye çiftçilerin ürünlerini almamazlık etmemeli, almalı.
• İç Anadolu ve Ege Bölgesinde yaşanan kuraklık ve iklim değişikliklerinin neden olduğu verim kaybından dolayı çiftçilere; “telafi edici ödeme” adı altında bir defaya mahsus ödeme yapmalı. Zarar gören bölgelerde yapılacak hasar tespitinin ardından mağdur çiftçilerimize ek olarak;
Borçları faizsiz bir biçimde ertelenmeli,
Önümüzdeki yıl için bedelsiz tohumluk yardımı yapılmalı,
• Uygulanan baremler nedeniyle belirlenen ürün alım fiyatın altında alım yapmaktan vazgeçilmelidir.
• Çiftçilerin ürünlerini satmaya getirdiklerinde oluşan kuyruklara ve beklemelere çözüm bulunmalıdır, diyoruz.
Ancak hükümet çiftçilerin ve örgütlerinin isteklerini değil, ulusaşırı tarım ve gıda şirketlerinin çıkarı için çalışan IMF’nin telkinleri doğrultusunda politikaları uyguladı.
Mısır
Türkiye mısırda kendine yeterli bir ülke değildir. Yıllık mısır ihtiyacımız 3,3 milyon tondur. 2003 yılına kadar yaklaşık 2 milyon ton mısır ithal ediyorduk.
Buna karşın tarımda destekler kısıtlanıyor. Ürün fiyatları maliyetlerin altında belirleniyor. Hasat döneminde ithalata izin veriliyor. Hükümetin bu yanlış uygulamaları sonucu üreticilerin alınteri olan mahsulüne sanayici ve tüccar yok pahasına el koyuyor. Üreticiler her geçen gün yoksullaştırılıyor, üretemez duruma sokuluyor. Üreticileri bu duruma getiren hükümet doğru olmayan açıklamalarıyla halkı yanıltmaya devam ediyor. Tarım kesiminde her şeyin tozpembe olduğunu kendi dönemlerinin çok başarılı olduğunu her fırsatta ve zeminde yineliyor.
Oysa Türkiye, 2007 yılında yine mısır ithalatı yaptı ve ithal edilen mısırların GDO’lu olduğu tartışmalarına sahne oldu.
Başbakan; “2002 yılında 2,1 milyon ton olan mısır üretimini 2005 yılında 4,2 milyona çıkardıklarını yüzde % 100 bir artış kaydettiklerini” söyledi. Ancak 2006 yılı üretim miktarından hiç söz etmiyor. Başbakanın söylediklerinin üzerinden daha bir ne de bir yetkili açıklamadı.
Başta Başbakan ve diğer hükümet yetkilileri, tarım sektörü gündeme geldiğinde; sektörünün sürekli bir kalkınma çizgisi içinde olduğunu belirtiyor, tarımsal ithalatımız her geçen gün artıyor, diyor. Ama gerçekler hiç de hükümet yetkililerin anlattığı gibi, değil. Biz mısır ithal ediyoruz, hem de, tarım kesimindeki örgütlerin tüm uyarılarına rağmen GDO’lu mısır üreten ülkelerden bu ithalatı yapıyoruz.
Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO), 16 Mart 2007 tarihinde internet sitesinden 235.000 ton mısır, 15.000 ton buğday dışalımı yapacağını duyurdu ve hemen hepsini getirdi.
Mısır ithalatı yapılacak ülkelerden birinin Arjantin olduğu öğrenildiğinde Hububat Üreticileri Sendikası mısırların GDO’lu olabileceğine dikkat çekmiş, mısır yüklü gemiler daha limanlarımıza gelmeden hükümeti uyarmış ve kaygılarını gidermek amacıyla Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’na yanıtlanması için şu soruları sormuştur:
• Arjantin’den gelen mısırlar ülkemize girmeden önce analize tabi tutulacak mı?
• Mısırların GDO’lu olması halinde hükümet olarak tavrınız ne olacaktır?
• Analiz sonuçlarını kamuoyu ile paylaşacak mısınız?
Hükümet bu soruları yanıtlamaya bile gerek görmedi, ithalata kalınan yerden devam etti. Sivil toplum örgütleri sorumlu davranarak Arjantin’den getirilen 40.000 tonluk mısırlardan örnekler alıp analiz ettirdi ve Arjantin’den ithal edilen mısırların GDO’lu olduğu belirlendi. Sivil toplum kuruluşları bu durumu kamuoyu ile paylaştı, Hükümette yine olumlu bir ses çıkmadı. Tersine bu konuda TMO Genel Müdürü İsmail Kemaloğlu şöyle bir açıklamada bulundu: “Genetiği değiştirilmiş bir ürünün ülke içine girişini yasaklayan bir mevzuat yoktur. Sadece gıda maddesi amacıyla kullanılıyorsa bu oranın binde 7’yi geçmemesi gerekir. Geçiyorsa da bu etiketlerde dikkate çekilmelidir. Bunun dışında bu ürünün Türkiye’ye girdi ve girmedi anlamında bizim yapacak her hangi bir şeyimiz yok. Sektör yıllardır aynı menşei ithalat yapmış ve yapmaktadır. Bu noktada TMO’nun yaptığı şey de farklı bir şey değildir.”
Bu sözleri söyleyen TMO Genel Müdürü İsmail Kemaloğlu Türkiye’nin imzalayarak tarafı olduğu Cartagena Biyogüvenlik Protokolü gereğince, gerekli yasal düzenleme yapılmaksızın genetiği değiştirilmiş tarımsal ürünlerin ithalatı söz konusu olamayacağını ya bilmiyor ya da biliyor da görmezden geldi. “Sektör yıllardır aynı menşei ithal etmiş ve yapmaktadır “ açıklamasıyla da adeta hükümetlerin bugüne kadar görev kusuru işlediğini ihbar ediyordu. Başka bir deyişle İsmail Kemaloğlu, GDO’lu mısırların “devlet eliyle” satın alındığını alenen beyan ediyor. Yani sorunu çözmesi için başvuracağınız yetkili olan hükümet bu işi zaten ezelden beri yapıyor, sizin çabalarınız nafile, Hükümetin bu konudaki oluşan hassasiyete/duyarlılığa kayıtsız kalacağını ima etti.
Devletimizin Cartagena Biyogüvenlik Protokolüne attığı imza ile onurumuzu, Arjantin’den ithal edilen ve GDO’lu olduğu anlaşılan mısırların insan sağlığı için olası riskini, ülkemizin uğrayacağı iktisadi ve biyolojik yıkıma karşı koyması gereken hükümet bırakalım karşı koymayı uygulayıcı oldu.
Fiyatlar
TMO 2006 yılında mısır fiyatını 0, 350 YTL, 2007 yılında yüzde 14 arttırarak 0, 400YTL olarak açıklamıştır. Anacak TMO yeterli alım yapmadığı için açıklanan fiyatlar üzerinden değil de, tüccarların belirlediği düşük fiyat üzerinden mısır üreticileri ürünlerini elden çıkarmak zorunda kalmış, sömürülmüşlerdir.
Üretim
2006 yılı mısır üretimi 3, 811, 000 ton olarak gerçekleşti. 2007 yılında ise yüzde 8 gerileyerek 3, 507, 338 tona düştü.
Çeltik
Türkiye çeltik konusunda kendisine yeterli değildir ama iklim ve doğa koşulları bakımından çeltik üretimine uygundur. Çeltikte doğru fiyat politikaları uygulanması halinde ülke olarak çeltikte yeterliliği yakalamamız mümkündür. Doğru fiyat politikaları yanında çeltik hasadı dönemlerinde ithalat yapılmaması gerekmektedir. Hasat zamanı başka ülkelerin bol destekli (dampingli) çeltikleri ülkemize getiren ithalatçılar içerdeki çeltik fiyatını baskı altına alıyor. Yani çeltik fiyatlarını TMO değil ithalatçı şirketler belirler duruma gelmiştir.
Fiyatlar
Uzun daneli çeltik fiyatı 2006 yılında 0, 760 Ykr olarak belirlenmişti. 2007 yılında üretim girdilerine gelen yüzde 27’lik artışa rağmen 2007 fiyatları 2006 yılına göre yüzde -1 olarak 0, 750 Ykr olara açıklanmıştır. TMO yeterli alım yapmadığı için çeltik fiyatı piyasada belirlenen fiyatın altında alıcı buldu. Çeltik 2004 yılı fiyatlarının bile gerisinde kaldı.
Baklagiller
Baklagillerin insan beslenmesinde önemli bir yeri bulunuyor. Baklagiller insan ve hayvanlar için gerekli bir protein kaynağı ve diğer protein kaynaklarına göre nispeten daha düşük fiyatlarla elde edilebiliyor. Yetişkin bir bireyin günlük alması gereken 70 gr proteinin 40 gr’ının hayvansal kaynaklı olması tavsiye edilir. Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde bu dengenin sağlanması ekonomik yetersizliklerden dolayı son derece zordur. Baklagiller, hayvansal proteine ikame edilebilen bir ürün olması nedeniyle de beslenmede önemli bir yere sahiptir. Ayrıca A, B ve D vitaminlerini de bol miktarda içermektedirler.
Dünyada kişi başına baklagil tüketimi 2005 yılı itibarıyla kuru fasulyede 3,5 kg, nohutta 0,5 kg, mercimekte 0,6 kg, bezelyede 1 kg olmuştur. Ülkemizde en çok nohut ve mercimek tüketilmekte olup kişi başına tüketim nohutta 4 kg, mercimekte 2,8 kg civarındadır ve dünya ortalamasının oldukça üzerindedir. Kuru fasulye tüketimimiz de 3 kg civarındadır. Bezelye tüketimimiz ise yok denecek kadar azdır.
Ayrıca yüksek protein içerikleri dolayısıyla hayvancılık açısından da önemleri büyüktür.
Baklagiller havanın serbest azotunu toprağa bağlayabilme özelliğine sahipler.1 hektar araziye nohut 176 kg, mercimek 84 kg, kuru fasulye 64 kg, bezelye 185 kg azot bağlayabilmektedir. Buna göre 2006 yılı ekim alanlarına göre hesaplanırsa Türkiye genelinde nohut 98.173 ton, mercimek 36.952 ton, kuru fasulye 9.037 ton, bezelye 259 ton olmak üzere sadece bu 4 baklagil ürünü bir yılda toprağa 144.421 ton azotu toprağa bağlamıştır. Bunun yüzde 26’lık dengi azotlu gübre olarak karşılığı ise 556.021 tondur.
Ekim münavebesine baklagillerin sokulması toprak verimliliğini artırıcı yönde olumlu bir etki yaratmaktadır. Kimyasal gübre kullanılmaması gereken organik tarımda baklagil münavebesinin önemi daha da büyüktür. Sürekli kimyasal gübre kullanılmasının toprak yapısını bozmasının yanında toprağın su tutma kapasitesini düşürürü.
Üretim
Yanlış politikalar ve kuraklık baklagilleri de vurdu üretimi düşürdü. 1999 2007 arasında nohut üretimi 860 bin tondan 512 bin tona, kırmızı mercimek üretimi 630 bin tondan 527 bin tona, yeşil mercimek üretimi 216 bin tondan 32 bin tona düştü. “Yoksulun eti” olarak bilinen ve öyle değerlendirilen fasulye 210 bin tondan 160 bin tona gerileyerek yüzde 25 azaldı.
Zeytin
Zeytin üreticilerinin ürettiği zeytini örgütleri olan MARMARABİRLİK ve TARİŞ Zeytin ve Zeytinyağı Birliği ile tüccarlar satın almaktadır.
Zeytin ve zeytinyağı alanında örgütlü olan MARMARABİRLİK ve TARİŞ, yaptıkları alım miktarları ve açıkladıkları fiyatlar ile piyasayı belirleyebilecek/düzenleyebilecek güçtedir.
Ancak, MARMARABİRLİK ve TARİŞ’in açıkladıkları fiyatların çiftçileri gözetmemesi durumunda tüccar ve sanayicinin kazançlı çıkacağı biliniyor. Bu durumda zeytin ürecisi çiftçiler alınterinin, emeğinin karşılığını alamaz, yaptığı harcamayı karşılayamaz ve zarar eder.
Zeytin fiyatları düşük belirleniyor
MARMARABİRLİK, 2007/2008 ürün alım kampanyasında uygulanacak dane sayıları ve barem fiyatlarını açıkladı. MARMARABİRLİK’in açıkladığı fiyatlar tüccarın yüzünü güldürdü, üreticinin elini böğründe bıraktı, üzdü.
MARMARABİRLİK, toplam üretim içerisindeki payı az olan (%5–20) zeytinin fiyatını yüksek, toplam üretim içindeki oranı yüksek (%80) olan zeytinin fiyatını ise düşük belirleyerek zeytin fiyatlarını arttırmış gibi gösterdi. Açıklanan bu fiyatlarla yanılsama yaratılmış, zeytin üreticisi çiftçilerin yararına olmamıştır.
Açıklanan fiyatlar yanılsama yaratıcı; yanıltıcı
Toplam üretim içerisindeki payı az olan zeytinin fiyatı yüksek, toplam üretim içindeki payı fazla olan ürünün fiyatının ise düşük belirlenmesi sadece zeytin üreticisi çiftçileri mağdur etmedi, kamuoyunu da yanılttı.
200 daneli zeytine verilen fiyat olan 5,00 YTL/kg’ın kamuoyuna pompalanması onun öne çıkarılması tüm zeytinlere veriliyormuş/uygulanıyormuş gibi anlaşılmasına neden oldu. Yani, zeytin fiyatları yüksek belirlenmiş dolayısıyla üreticilerin ürününe yüksek fiyat verilmiş gibi bir yanılsama yarattı. Oysa gerçekler öyle değil.
Örnek olarak Gemlik çeşidini ele alacak olursak, gerçekler şöyle:
• 200–210–220 daneye göre Gemlik zeytinin fiyatı sırasıyla; 5,00- 4,50- 4,05 YTL/kg olarak belirlendi. Oysa 200–210–220 daneli zeytinin toplam üretim içindeki payı yüzde 5’i geçmez.
• 230–240–250–260–270–280–290–30 daneli Gemlik zeytinin fiyatı sırasıyla; 3,60- 3,25- 2,95- 2,70- 2,50- 2,30- 2,10- 1,95 YTL/kg olarak belirlendi. Bu bölümün toplam üretim içindeki payı da; yüzde 15 civarında.
• Toplam üretimin yüzde 50’sini oluşturan; 310–320–330- 340–350–360 danenin fiyatları ise sırasıyla; 1,80- 1,65- 1,55- 1,45- 1,42- 1,40 YTL/kg olarak belirlendi.
• Toplam üretimin yüzde 30’unu oluşturan ezmelik (370–410 dane) 1,25 YTL/kg, Yağlık Barem Dışı (420 ve yukarısı) 1,10 YTL/kg, Yağlık Dip Zeytinin fiyatı ise 0,75 YTL/kg.
Zeytin üreticileri için önemli olan fiyat; toplam üretimin yüzde 20’si için belirlenen fiyat değil, toplam üretimin yüzde 80’i için belirlenen fiyattır. Ne yazık ki, MARMARABİRLİK üretilen toplam zeytinin yüzde 80’i için belirlediği fiyat maliyetlerin altında…
Zeytin fiyatı işçinin yevmiyesini karşılamıyor
Bazı fiyatlar ise bırakın maliyeti karşılamayı zeytin toplayıcısı olan işçinin yevmiyesini bile karşılayamaz düzeydedir.
Şöyle ki;
Zeytin toplayıcısı işçi bir günde en fazla 50 kg zeytin toplayabiliyor. Zeytin toplayıcı işçinin günlük yevmiyesi ise 35 YTL/ gün’dür. Yağlık Dip Zeytin için açıklanan fiyat ise 0,75 YTL/kg.
Bu gerçekliğe göre yani bir işçinin bir günde topladığı zeytin miktarı (50 kg) X Zeytinin bir kilogramının fiyatı (0,75 YTL) = 37,5 YTL. Bu gelir net değil brüt. Bu “gelirden” yüzde 9,2 oranında da kesinti yapılıyor. Yani 4 YTL. 4 YTL kesintiyi toplamdan çıkardığımızda geriye 33,75 YTL kalıyor. Kısacası biçilen değer/fiyat zeytin toplayıcısı işçinin 35 YTL’lik yevmiyesini karşılayacak bir gelir bile değil.
Zeytin öyle kendi kendine yetişmiyor, ürün vermiyor. Yetiştirilmesi esnasında ilaç, gübre, mazot ve su kullanılıyor. Bakımı yapılıyor ve daha birçok kalem masraf var. Bunlar görünmezden geliniyor, hesaba katılmıyor.
Üretim girdileri artıyor, zeytin fiyatları yerinde sayıyor
MARMARABİRLİK’in 2006/2007 sezonu için açıkladığı fiyatlarla 2007/2008 sezonu için açıkladığı fiyatlar aynı. 2007/2008 sezonu için açıklanan fiyatlar bazı kalemlerde 2006/2007 sezonu için açıklanan fiyatların gerisinde. Örneğin 2006/2007 yılı yağlık dip zeytinin fiyatı 0,85 YTL/kg iken bu yıl 0,75 YTL/kg olarak açıklanmış durumda.
Üretim girdileri olan ilaç, gübre ve mazot gibi üretim girdileri yüzde 20–35 arasında arttı. Üreticinin ürettiği zeytinin fiyatı geçmiş sezona oranla bırakın artmasını geriliyor.
Toplam üretimin yüzde 5’ini oluşturan 200–210- 220 daneli zeytinin fiyatı geçen sezona göre yüksek belirlenerek “göz boyanıyor”, fiyatlar yükseltilmiş gibi gösteriliyor. Toplam üretimin yüzde 80’i olan diğer zeytinin fiyatı düşük belirleniyor, zeytin üreticisi çiftçi mağdur ediliyor.
MARMARABİRLİK’in uyguladığı kota tüccara yarıyor
Kooperatifler, çiftçilerin ürünlerini satın alır, işler, ambalajlar satışa sunar. Bu amaçla kurulmuşlardır.
MARMARABİRLİK üyelerinin, 200- 290 dane arası ürettiği zeytinin tamamını alıyor. Ancak 290- 360 dane arası üretilen zeytinin ise sadece yüzde 12’sini satın alıyor, kalanını satın almıyor yani kota uyguluyor. Başka bir deyişle MARMARABİRLİK üyesi olan üreticilerin ürettiği toplam zeytin üretiminin yüzde 80’inine denk gelen kısmının ancak yüzde 12’sini MARMARABİRLİK’e satabilme hakkı tanıyor.
Kota fazlası olan zeytinler MARMARABİRLİK tarafından satın alınmıyor. Tüccar da kota fazlası zeytinlere yönelik MARMARABİRLİK alımda olmadığı için rekabet etmesine gerek kalmıyor ve MARMARABİRLİK’in belirlediği fiyatları ölçü almıyor, belirlenen fiyattan daha düşük fiyatla üreticilerden satın alıyor.
TARİŞ ise, zeytinyağı fiyatlarını 2006 yılında 3,860 Ykr, 2007 yılında 4,300 Ykr olarak açıklamıştı. 2007 yılında 2006 fiyatlarına oranla yüzde 11 bir artış yapmış yaptığı bu artış ile 2007 yılında gerçekleşen üretim girdilerinin gerisinde kalmıştır.
Kısacası TARİŞ ve MARMARABİRLİK’in belirledikleri fiyatlar ve uyguladığı kota tüccarın yararına zeytin üreticilerinin aleyhine bir işlev gördüğünü alanda örgütlü Zeytin Üreticileri Sendikası belirtiyor.
Üretim:
2006 yılı zeytinyağı üretimimiz 242, 200 ton, 2007 yılında 206,981 ton. Zeytinyağındaki düşüş yüzde 14,5. 2007 yılı zeytinde yok yılı. Zeytin üretimindeki tahmin edilen üretim düşüşü yüzde 34.
Pamuk
Pamuk, tekstilden barut ve film malzemesi yapımına kadar 50 çeşit sanayi kolunun hammaddesini sağlıyor. Yetiştirilmesi esnasında yoğun emek kullanılır bu yanıyla ülkemizde altı milyon kişiye iş, geçim olanağı yaratıyor(du). Pamuk ayrıca bir yağ bitkisidir. Gıda sanayinde bitkisel yağ üretiminde kullanılıyor. Arta kalan küspesi yüksek protein içerir. Bu özelliğiyle de hayvan yemi olarak değerlendirilir. Pamuk, sahip olduğu bütün bu özellikleri nedeniyle stratejik bir üründür ve uluslararası ticarette yeri büyüktür. Türkiye ihracatının yüzde 27’sini karşılayan tekstil sektörünün hammaddesidir, pamuk.
Pamuk ithalatımız artıyor
Diğer ürünlerde olduğu gibi pamukta uyguladığımız yanlış politikalar sonucu yeterlilikten çıktık/çıkarıldık. 2007–2008 sezonundaki üretimimiz, 750 bin ton civarında gerçekleşeceğini ve 1 milyon tonluk pamuk ithalatı ile karşı karşıya kalınacağını gösteriyor. Türkiye pamuğunun dekara verimliliği dünya verimliliğinin üstündedir. Ancak dekara verimliliği Türkiye’nin ve dünya verimliliğinin gerisinde olan ama Türkiye’nin pamuk üreticisi çiftçilerinden daha çok çiftçilerine destek veren ABD’den yapıyoruz.
Fiyatlar
2006 yılında 0,920 Ykr, 2007 yılında 1000 Ykr yıllık artış yüzde 9. Üretim girdilerindeki artış yüzde 27. Bu verilere göre pamuk üreticileri zarar etmiştir.
Üretim
Kütlü pamuk üretiminin ise 2,5 milyon tondan yüzde 10.5 düşüşle 2.2 milyon tona gerileyeceği tahmin ediliyor.
Ayçiçeği
Üretim, 1989 yılına kadar yılda 1 milyon 250 bin ton ayçiçeği üreten Türkiye, tarım alanında uyguladığı yanlış politikalar -Özal’ın “ithalatla yerli üretimi terbiye etme” politikalarını uygulama- sonucu üretimimiz 500 bin ton seviyelerine kadar gerilediği yıllar oldu. 2006 yılında 1.118.000 ton olan ayçiçeği üretimimiz 2007 yılında yüzde 16,6 gerileyerek 932.878’e düşmüştür. Yani ayçiçeği üretimimiz geriliyor.
Fiyatlar
2006 yılı ayçiçeği fiyatı 0,500 Ykr, 2007 yılında yüzde 65 artarak 0, 825 Ykr olarak açıklandı.
Üretim
2006 yılında 1 milyon 118 bin ton olan ayçiçeği üretimimiz yüzde 22, 8 düşüşle 863 bin tona geriledi.
Şekerpancarı
Türkiye pancar şekerinde kendine yeterli bir ülke idi. 57. Hükümet (DSP-MHP-ANAP) döneminde çıkarılan Şeker Yasası ile nişasta bazlı şeker sanayine yer açıldı. Nişasta bazlı şeker üretimi için yüzde 10 kota tanındı. Ayrıca bu kotanın her yıl yüzde 50 artırılması yetkisi Bakanlar Kurulu’na verildi. Bakanlar Kuruluna Şeker Yasası ile verilen bu yetki sonrasında yüzde 50 artışı Bakanlar Kurulu her yıl yaptı. Bakanlar Kurulu’nun yetkisinde olan yüzde 50 artışı 2007 yılında da yaptı fakat mahkeme bu artışı bozdu.
Nişasta Bazlı üretim sanayi şimdilerde 900 bin tondan fazla şeker üretmektedir. Her 100 bin ton nişasta bazlı şeker üretiminin karşılığında 25 bin çiftçi pancar üretiminden kopuyor, 2000 şeker fabrika işçisi işini kaybediyor. Gerçeklik böyle iken Bursa-Orhangazi ilçesinde birinci sınıf tarım arazisi üzerinde kuran ulusaşırı şirket Cargill, Danıştay kararı ile kapatıldı ancak Hükümet yine açtı. Yani mahkemeler Cargill’i kapatıyor, hükümetler yasalar çıkararak yeniden açıyor. Bu konudaki “kargaşayı” gidermek için yukarıdaki söylediğimiz gerçeklere dayanarak hükümet Cargill’i kapatabilir ama hükümet ABD menşeli Cargill’i kapatmadığı gibi açılması için çaba harcıyor.
Fiyatlar
2006 yılında 0,089 Ykr, 2007 yılında yüzde 7 arttırılarak 0,095 Ykr’a yükseltilmiş, gerçekleşen bu fiyata göre; yüzde 27 artış yapılan üretim girdilerinin gerisinde kalmıştır.
Üretim
2007 yılında şekerpancarı üretiminde düşüş yaşanmıştır. Şekerpancarı üretimindeki düşüş yüzde 10,9 oldu. Şekerpancarı üretimi 14 milyon 452 bin tondan 12 milyon 875 bin tona geriledi.
Çay
1938 yılında başlanılan çay bahçesi tesisi çalışmalarına, 1974 yılında yeni izinler verilmemiş, 1982 yılında çaylık kurulması izini tekrar verilmiştir.
Günümüzde ÇAYKUR’un çayda tekelliğinin kaldırılmasının yanında üretim alanlarındaki genişleme ve çay yaprağında kalitenin bozulması en büyük sorun olarak görülmektedir. Bu sorunların kaynağı kim(ler) mi? Biraz üreticiler, en çok da, yönetenlerdir.
Başlangıç dönemlerinde yaş çay yaprağı fiyatları her yıl nisan ayında Rize’de toplanan bir komisyon tarafından belirlenirdi. Bu komisyon; Yerel Ziraat ve Ticaret Odaları, Tekel Genel Müdürlüğü, Tarım Bakanlığı temsilcileri ile üreticilerin temsilcilerinden oluşurdu. Yaş çay yaprağı fiyatı bu komisyon tarafından belirlenirdi. Saptanan fiyatın üreticilerin emeğini koruyacak ve masraflarını karşılayacak düzeyde olması için titizlik gösterilirdi. Her defasında yerel temsilciler fiyata muhalefet eder, bu nedenle fiyat saptanırken oy birliği değil de oy çokluğu fiyatlar belirlenirdi. Ama o dönemlerde alınan kararlar genellikle yetiştiricileri mutlu ederdi. Örneğin, 1947 yılında yaprak fiyatı 180 kuruştu. O yıl bir Cumhuriyet altını 30 TL idi. Yaklaşık 16 kilogram çay yaprağı parasıyla bir Cumhuriyet altını alınabiliyordu. Şimdilerde bir cumhuriyet altını alabilmek için 300 kg dan daha fazla çay satmak gerekir herhalde. Sorun bununla da bitmiyor, üretim girdilerinin ve temel ihtiyaç maddelerinin fiyatının artması da cabası.
Ayrıca Türkiye çay üretiminde kendine yeterlidir. Ancak yurda kaçak yollardan sokulan ve satılan çay sorun yaratmakta, çay üreticileri üzerinde büyük bir baskı oluşturmaktadır.
Fiyatlar
Yaş çay fiyatı 2006 yılında 0,570 Ykr olarak gerçekleşmişti. 2007 yılında yaş çay yaprağına yüzde 12 artış yapıldı, 0,640 Ykr olarak açıklandı. Üretim girdilerine yapılan zam ise yaş çay yaprağına yapılan zammın iki katından bile daha fazla; yüzde 27.
Üzüm
Yaş üzüm fiyatları değişkendir. Çiftçiler ekonomik örgütlerden yoksun olduklarından ve yaş üzümü bekletilemeyeceğini bilen tüccarlar bu durumda devamlı yararlanmakta, vurgun vurmaktadırlar. Üzüm üreticilerini sömürmektedirler.
Fiyatlar: Çekirdeksi kuru üzüm fiyatı 2006 yılında 1, 380 Ykr olarak açıklanmış, 2007 yılında yüzde 20 artış yapılmış, 1, 650 Ykr olarak belirlenmiştir. Açıklanan bu fiyatlar üretim girdilerine yapılan artışların gerisinde kalması bir yana yeterli alım yaparak piyasayı düzenleyecek bir alım kuruluşu olmadığı için piyasada çekirdeksiz kuru üzüm fiyatları belirlenen fiyatların çok altında alıcı bulmaktadır.
Üzümde uygulanan bu yanlış politikalar nedeniyle üzüm üreticileri adım adım iflasa taşınıyor.
Şaraplar, üzümlerin ezilmesinden değil, üreticinin ezilmesinden elde ediliyor
Özelleştirilmiş olan Tekel Alkol Fabrikası; üretici yerine toplam sayısı bir elin parmakları kadar olan tüccarlardan alım yapıyor. Tüccarlar üreticiden yaş üzümü ucuza fabrikaya ise daha yüksek fiyata satmaktadır. Arada üzüm üreticileri sömürülmektedir. TARİŞ -Tat ortaklığının kurduğu rakı fabrikası da benzer politikayı izliyor. Üreticiden doğrudan yaş üzüm alımı yapmıyor. Aracı kullanmayı tercih ediyor. Üzüm üreticileri zarar ederken tüccarların kazancı ise tam iki misli artıyor. TARİŞ Üst Birlik yönetimi de üreticiden yana ağırlık koymayarak bu duruma çanak tutuyor. Alanda örgütlü olan Üzüm Üreticileri Sendikası (Üzüm-Sen) gidişatı şu özlü sözüyle özetliyor: “Satışa sunulan şaraplar, üzümlerin ezilmesinden değil, üreticinin ezilmesinden elde ediliyor” diyor.
Tütün
Tütün yasasının çıktığı 2001 yılından sonra tütün üreticileri açısından her üretim yılı bir önceki yılı aratır olmuştur. Bilindiği gibi yasa sonrası TEKEL özelleştirme kapsamına alınarak destekleme alımı yapmaktan vazgeçirilmiş, TEKEL’in olmadığı bir piyasada üreticiler çokuluslu dev sigara şirketleriyle baş başa bırakılmıştır. Dev sigara şirketleri ve yerli ortakları talep ettikleri tütün miktarlarını alıcı firmalara bildirmişler, bu firmalar da köylere gelerek tek yanlı hazırlanmış ve üreticilerin hiçbir söz hakkı olmayan sözleşmeleri üreticilere imzalatmışlardır. Tütün fiyatları ilk sözleşmelerin imzalandığı 2001 yılı fiyatlarına her yıl enflasyon oranı kadar zam yapılarak belirlenmiştir. Açıklanan enflasyon oranlarından üreticinin ürününü üretebilmesi için kullandığı girdilerin enflasyon oranlarının daha yüksek olması nedeniyle, her yıl üreticiler çok daha kötü koşullarda tütün üretmek zorunda kalmışlardır. Sonuç olarak 2000 yılında 583 bin 474 0lan üretici sayısı, 2005 yılında 255 bin 763’e; 208 bin ton olan tütün üretimi 147 bin tona düşmüştür.
Fiyatlar
Tütün Yasası’nın çıkması ile birlikte 2002 yılında verilen fiyata hükümetin açıkladığı enflasyon fiyatı ilave edilmektedir. Örneğin 2004 yılı ürünleri birinci nevi tütünü için verilen fiyat 5 milyon 410 bin TL/kg’dır. 2005 yılı fiyatı da 2004 yılı fiyatına hükümetin açıklayacağı enflasyon fiyatı eklenerek belirlenecektir.
Üreticilerin 2006 yılında teslim ettikleri ürünlerin fiyatlarına gelince; sözleşmelerde 7 nevi üzerinden fiyat belirtilmektedir. 1. nevi tütünün fiyatı 5.760 YTL iken 7. nevi tütünün fiyatı 1.250 YTL’dir. Yani ortalama fiyat 4 YTL olmuştur. Bu fiyat bir kg. tütünün maliyetinin bile çok altındadır.
Yine 13 Temmuz 2006’da Tütün-Sen yeni imzalanan sözleşmelere itiraz etmiştir. TAPDK’ya ve alıcı firmalara noter kanalıyla gönderilen itirazda, tek tip sözleşmelerle fiyat tekeli oluşturulduğunu ve bu durumun Rekabet Kuruluna da bildirileceği belirtilmiştir. Yine bu yıl sözleşmelerde artı enflasyon oranındaki zammın yansıtılmamasına karşı çıkılmıştır.
Eğer TEKEL’in eskiden olduğu gibi tütünün fiyatını belirliyor olsaydı bu gün bir kilo tütünün fiyatı en az 25 milyon olması gerekirdi. 2006 yılında bir kilo tütünün fiyatı 5,760 olarak belirlendi. 2007 yılında da bir kilo birinci nevi tütünün fiyatı 7,100 YTL olarak belirlendi. Ancak piyasada tütün fiyatı 5.5-6 YTL oldu. Yani 2006 yılı ile 2007 yılı arasında tütünün bir kilo fiyatına yapılan zam yüzde 0, üretim girdilerine yapılan zam ise yüzde 27.
Görüleceği gibi 2007 yılı tütün üreticileri için kötü bir yıl olmuştur. T.C. Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulunun 11. 04, 2006 tarihli Tütün Raporunda da tütün üretimindeki sorunların çözümüne yönelik 15 maddelik öneriler bölümünün 7. maddesinde aynen şunlar söylenmektedir. “Sözleşmeli üretim sisteminde üretici ile alıcıyı eşit konuma getirmek için, üreticinin örgütlenmesinin özendirilmesi ve alıcıların sözleşmeyi üretici örgütleri ile yapması yönünde yasal düzenlemelerin yapılması,”. Ne yazık ki, tam tersi bir süreç işlemekte üreticilerin sözleşmelerde taraf olabilmek için kurdukları Tütün Sen üzerinde yargılama süreci devam etmektedir. Raporda da belirtildiği gibi üreticilerin örgütlenmelerinin önünü açacak düzenlemeler yapılmazsa önümüzdeki yılların tütün üreticileri için daha da kötü geçeceği ve tütüncülüğümüzün bitme noktasına geleceği açıktır. Üretim rakamlarındaki düşüş buna tanıklık etmektedir.
Üretim
Tütün Yasası ile getirilen kota öncesi 300 bin olan tütün üretimimiz 100 bin tona kadar geriledi. Bu denli gerileyen tütün üretimimiz yabancı sigara sektörünün talebi doğrultusunda 117 bin 600 tona çıkması bekleniyor.
Tek başına yabancı büyük sigara şirketleri belirlemektedir. Tıpkı Osmanlı döneminde Reji dönemindeki gibi yabancılar üretimden pazarlamaya zincirine egemen oldular.
Bugün ülkemizin gündeminde TEKEL’in özelleştirilmesi bulunuyor. TEKEL’in uluslar arası sigara şirketlerince satın alınması, çiftçilerin umutlarının tükenmesi ve tütün alanında geçmişe dönüş olanaklarının bütünüyle yitirilmesi anlamı taşıyacaktır.
Fındık
2006 yılında Fiskobirlik’in tasfiyesinin bir adımı olarak AKP hükümeti tarafından arz fazlasının kontrolü amacıyla Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) tarihinde ilk kez fındık alımlarında devreye sokulduğu düşünüldü. Ancak FİSKOBİRLİK’te yapılan seçimler sonrasında seçimleri AKP yanlıların almasıyla FİSKOBİRLİK’i ele geçirme hamlesi olduğu görüldü.
Bütün bu olumsuz gidişata basın açıklamalarıyla, broşür basarak dapıtma gibi eylemler düzenleyerek süreci bilince çıkarma çabasını alanda örgütlü olan Fındık Üreticileri Sendikası (FINDIK-SEN) aralıksız sürdürdü. Ancak FINDIK-SEN’in bu çabalarına karşın AKP yanlıları FİSKOBİRLİK’in yönetimini ele geçirdi.
Fiyatlar
2006 yılında 4,000 YTL olarak belirlenen fındık fiyatı 2007 yılında yüzde 29 arttırılarak 5,150 YTL olarak seçim öncesinde açıklandı. Fındık fiyatının seçim öncesi diğer ürünlere göre daha yüksek belirlenmesi seçim yatırımı olarak değerlendirildi.
Üretim
2007 yılında 661 bin ton olarak gerçekleşen fındık üretimimiz 2007 yılında 530 bin tona gerilemesi bekleniyor.
Sonuç olarak; tarımda ( bitkisel üretim ve hayvan yetiştiriciliğinde) kullanılan üretim girdilerinde 2006 yılına oranla 2007 yılında yapılan artış yüzde 27 olurken, ürün fiyatlarında yapılan artış yüzde 16 olarak gerçekleşmiştir. Yani çiftçiler ürettikleri ürün için döktüğü alınteri, harcadığı emeğinin karşılığını alamamış tasfiyeye birkaç adım daha yaklaşmıştır.
2007 yılında mevsimlik işçiler çalışma bölgelerine giderken birçok elim kazalar geçirdi, birçoğu hayatını yitirdi bu kazalarda.
Tüm ürünlerde düşüş yaşanmadı, artış olan ürünler de var
Türkiye’de 10 yıldan bu yana biyoyakıt üretiminde kullanılan aspir ve kolza üretiminde artışlar yaşandı. Aspir üretimi 395 tondan yüzde 359`luk artışla bin 814 tona ulaştı. Kolza üretimi ise yüzde 122 oranındaki artışla 12 bin 615 tondan 28 bin tona ulaştı. Bu artış hükümetler eğer isterse üretimi arttırabileceğine bu rakamlar işaret ediyor. Dolayısıyla üretimdeki bu gerilemeyi tek başına kuraklığa değil, üretimimizi kurutan/düşüren iç dinamikler (hükümetler) ile dış dinamiklerin (IMF, Dünya Bankası, AB Ortak Tarım Politikası) tercihli politikalarında aramak çözüme katkı koyar.
Mevsimlik işçiler
Bilinebileceği gibi tarımda çalışan mevsimlik işçiler için çalışmaya gitmek de çalışmak da azaptan başka bir şey değildir. Bu süreçlerde mevsimlik kadın işçiler için hayat iyice çekilmez bir hal alır.
Mevsimlik işçilerin yol azabı
Çalışma mevsimi yaklaştığında zorunlu gıda ihtiyacını gidermek için avansı alan işçiler avans verenlere çalışmak için yollara düşerler. Alacakları ücret sadece minibüs ve kamyon kasalarında seyahat etmeye olanak tanıdığı için çoluk-çocuk, kadın-erkek üst üste minibüs ve kamyon kasalarında yüzlerce kilometre yol kat ederek işyerlerine bin bir güçlük ve azapla ulaşırlar. Tabiî ki yolda trafik kontrolünde yakalanmaz ve kazasız belasız varacakları yere varabilirlerse!
Mevsimlik işçilerin çalışma azabı
Çalışacakları bölgelere sağlam ulaşabilenler için yol azabı bitmiş bu kez çalışma azabı başlamıştır. Çünkü gün doğumundan gün batımına kadar günde yaklaşık 12–13 saat güneş altında çalışmak zorundadırlar. Bu uzun çalışma süresini kısaltacak hiçbir yasal düzenleme yapılmadığı için doğal olarak yasal güvenceden de yoksundurlar.
Mevsimlik işçiler için çalışma mevsiminde çalışacakları süre kısadır. Bu süreyi iyi değerlendirmek zorundadırlar. Bu kısa zamanda daha fazla kazanç elde etmek, yılın diğer çalışamayacakları zamanında biraz daha rahat edebilmek için götürü usulüyle (parça başı, kilo başı, dönüm başına) iş yapmak üzere de anlaşabilmektedirler. Böylesi durumlarda çok iş çıkartıp daha fazla para kazanabilmek için genel olarak dinlenmeden, yemeklerini ayaküstü yemek suretiyle aralıksız çalışırlar. Başka bir deyişle kendi emeklerini sömürmeye başlarlar. Günde ne kadar çalışacağı artık vücudun tükenmesine endekslidir. Buradaki işi bitirip başka bir iş daha kapma, daha fazla kazanma ve kışın biraz daha rahat etme arzusuyla canhıraş bir biçimde çalışır, çabalar “üç kuruş fazla” için.
Tarım sektörü, bilindiği gibi üstü açık fabrikalardır. Her türlü doğal afete açıktır. Bu nedenle tarla sahipleri zamanı gelen ürünü afete uğratmadan bir an evvel hasad etmek ister. Bu tür anlaşmalar toprak sahibinin de işine gelir, hele daha ucuza getirecekse onun için güzel bir yemeğin üzerine “kaymaklı ekmek kadayıfı” olur.
Gündelik işçinin de çalışma süresi belirsizdir
Götürü olarak çalışan mevsimlik işçilerin yanında gündelikçi olarak çalışanlar da var. Gündelikçiler daha çok tütün, zeytin, fındık, şekerpancarı, meyve ve sebze üretimiyle uğraşan küçük ya da orta büyüklükteki aile işletmesi özelliğine sahip işletmelerin işlerini yetiştiremedikleri zaman birkaç günlüğüne gündelikçi işçi tutarlar. Birkaç günlüğüne ücreti karşılığında tutulan işçilere “gündelikçi işçiler” denir. Gündelikçi işçilerin de çalışma süreleri belirsiz ve genel olarak uzundur. Gündelikçi işçi işini bitirmeden iş yerini terk edemez. İşini bitirmeden işyerini terk eden gündelikçinin alması gereken parayı alması zorlaşır veya bir daha gündelikçi olarak çağrılmaz, kendisine iş verilmez. Bu nedenle gündelikçi işçilerin çalışma süresi 13–14 saati bulduğu olur. Gündelikçiler şu kadar çalıştırılır diye bir yasa da yoktur, zaten. Yani gündelikçi işçi günlük çalışma süresi yasallarla belirlenmiş değildir.
Evet, mevsimlik işçilerin ücretleri düşüktür. Çalışma koşulları ve süreleri uzundur. Beslenme sorunları vardır. Temiz suya erişimleri çoğu zaman mümkün değildir. Barınak sorunları vardır ve insana yaraşır hiç değildir. Temizlik sorunları had safhadadır. Toplum gelenek ve görenekleriyle bağdaşmayacak rencide edecek derecede elverişsiz barınaklarda yaşamak zorunda bırakılmaktadırlar.
Mevsimlik işçiler potansiyel “terörist” muamelesi görüyorlar
Bütün bu olumsuz yaşamı göze alıp çalıştıkları yetmiyormuş gibi çalışmak üzere gittikleri bölgelerde istenmezler. 2. sınıf insan muamelesine tabi tutulurlar. Güneydoğu’dan gelen mevsimlik işçiler “potansiyel terörist” muamelesi görürler. Mevsimlik işçilerin potansiyel terörist muamelesi görmesinde yerel yöneticilerin “sevecen” olamayan yaklaşımları, her an her şeyi yapabilirler tarzı davranışları ile yerel halktan soyutlama yoluna gitmeleri bu imajı daha da güçlendirmektedir.
Güneydoğu’dan gelen mevsimlik işçiler Batı’ya, İç Anadolu’ya ve Karadeniz’e gelmeden de doğdukları yerlerde geçimlerini sağlamaları aslında mümkündür. Ancak doğdukları ve yaşamaya çalıştıkları topraklarında süren “düşük yoğunluklu savaş” nedeniyle topraklarını işleyemiyor, hayvan yetiştiriciliği yapamıyorlar. Kendi topraklarında üretim ve yetiştiricilikten alıkonulan bu yurttaşlarımıza uygulanan kısıtlardan dolayı üretmek istedikleri halde üretememeleri nedeniyle bir ödeme devlet tarafından yapılmıyor. Yani üretici ve yetiştiricilerin belirleyicisi olmadıkları mağduru oldukları bu yoksunlaştırılmalarının karşılığında devlet telafi edici bir ödeme yapma yoluna gitmiyor. Bir de gittikleri yerlerde kölelere uygun görülen süre ve düşük ücretle çalıştırılmaları yetmiyormuş gibi potansiyel terörist muamelesi görebilmektedirler.
Kadınlar hem eziliyor hem sömürülüyorlar
Köylüler yoksulların en yoksuludurlar. Mevsimlik kadın işçiler de en yoksulların içindeki en yoksun, ezilen ve sömürülendir. Mevsimlik işçi olarak çalışan kadınlar hem tarlada çalışan hem de ev işlerini yapandır. Eğitim düzeyi neredeyse yok denecek düzeyde, örgütlülükleri hiç olmayandır. Toplumsal statüsü en geri olandır. Çalıştıkları tarlalarda çoğu zaman erkeklerden daha fazla üretken olmasına karşı sadece kadın olmalarından dolayı ücreti erkeklerden daha düşük belirlenir. Kazandığı paranın üzerinde kendi tasarruf hakları ise yok denilecek düzeydedir. Bütün bu saydıklarımızdan dolayı mevsimlik kadın işçiler; ezilen ve erkeklere göre iki kez daha fazla sömürülendir. Bu konuda Çiftçi Sendikaları olarak, yetkililer ve kamuoyu ile paylaştığımız çözüm önerilerimiz aşağıdadır
Kısa erimde
• Güneydoğu’da üretebilecekken süren “düşük yoğunluklu savaş” nedeniyle üretemeyen köylülerin üretimini engelleyen olumsuzluklar, çözüme kavuşturulmalı,
• Bu bölgede yaşayıp da üretememelerinden dolayı mağdur duruma düşen/düşürülenlere devlet tarafından telafi edici ödemeler adı altında ödeme yapılmalı,
• Mevsimlik işçiler sosyal güvenceye kavuşturulmalı,
• Mevsimlik işçilerin yoğun olarak çalıştıkları bölgelerde devlet tarafından sosyal meskenler tesis edilmeli, çalışma mevsimlerinde kendilerine tahsis edilmeli,
• Yerel yöneticilerin mevsimlik işçilere yönelik “ötekileştirici” tavırlarını terk etmeleri, terk etmeyenler için kovuşturma ve görevden uzaklaştırmaya varacak düzeyde yaptırımlar öngörecek yasal düzenlemeler yapılamalı,
• Mevsimlik işçileri, “dayıbaşı, elçi” gibi aracılar yerine yasalar önünde tanınacak, haklarını arayabilecekleri yasal düzenlemeler yapılmalı,
• Mevsimlik işçilerin, haklarını arayabilmeleri için örgütlenmelerinin önünü açıcı yasalar çıkarılmalı, örgütlenmeleri için desteklenmeli,
• Her yıl bir insanlık dramına dönüşen kazalara davetiye çıkaran minibüs ve kamyon kasalarındaki insanlık dışı yolculuk tarzı yasaklanmalı, onun yerine devlete ait demiryolunun gidebildiği yerlere kadar bedelsiz tren yolculuğu sağlanmalı, sonrasında kamuya ait bazı servis araçlarıyla konaklayacakları sosyal mesken alanlarına kadar ulaştırılmalı,
• Kadınların ezilmesini ve iki kat sömürülmelerinin önüne geçecek başta eğitim ve diğer haklar sağlanmalıdır.
2007 de tarımsal destekler Tarım Kanun belirlemesinin gerisinde kaldı
Bilindiği gibi 2006 yılında Tarım Kanunu çıkarıldı. Çıkarılan tarım Kanunu tarıma ayrılacak desteğin GSMH’nın Yüzde 1’den aşağı olmayacağını belirlemişti. 2007 yılında tarımsal desteklerin GSMH’ya oranı yüzde 0,9.
2007 de tarımda istihdam daralması sürdü
Tarımdaki istihdam 2002 yılında toplam istihdamın yüzde 34,9’unu oluşturuyordu. Toplam istihdam yüzde 27’lere gerilemiş durumda.
Kırlar ıssızlaşıyor
AKP döneminde hemen her yıl ürün fiyatları maliyetlerin gerisinde kaldı. Bu nedenle tarımdan ve kırsaldan kaçış devam ediyor. Kırlar ıssızlaşıyor; 2001–2006 zaman aralığında kırdan kopan nüfus 3 milyona yaklaştı. 2006 yılındaki verilere göre Türkiye’de artık her 50 saniyede bir çiftçinin iflas ediyor, her 50 saniyede bir çiftçi tarımda uygulanan bu neoliberal politikalar nedeniyle köyünü, toprağını terk ettiğine gösteriyor.
Endüstriye tarımda ısrar 2007 yılında da sürdü
AKP döneminde doğayla dost, insan sağlığı için risk oluşturmayacak, toprağı ve suyu zehirlemeyecek olan üretim modelinin uygulanması yerine doğayla dost olmayan endüstriyel üretim tarzında ısrar sürdü.
Hukuk katlediliyor, Çiftçi Sendikaları kapatılıyor!
Çiftçilerin ürün bazında örgütlendikleri üretici sendikalarına yönelik davalar sürüyor. Çiftçi Sendikalarının kurulması için uluslar arası anlaşmalar, Anayasa’nın 90. maddesi ve sendikaların kurulabileceğine dair içtihat kararları olmasına karşı Üretici sendikalarına karşı hukuk dışı kararlar alınmaya devam ediliyor. Kapatma davaları açılıyor. Çiftçi Sendikaları, bütün uluslararası anlaşmalar ve iç hukuk dayanaklarına karşı mahkemelerce kapatılabiliyor. Hükümet iç hukuk düzenlemeleri yapmıyor, bu hukuksuzluğa dur demiyor, sendikaları işlemez hale sokmaya çalışıyor. Böylece hükümet büyük tarım ve gıda tekellerinin ülkemizde “değneksiz gezmelerine” olanak sağlamaya devam ediyor.
Kısacası; AKP döneminde de çiftçiliği ortadan kaldırmaya, tarımı şirketleştirmeye ve Türkiye tarımına büyük tarım ve gıda tekellerini egemen kılmaya kurgulu politikalar 2007 yılında da sürdü.
Ayçiçek Üreticileri Sendikası Fındık Üreticileri Sendikası
Genel Başkanı Genel Başkanı
Nevzat UĞUR Kutsi YAŞAR
Hayvan Yetiştiricileri Sendikası Hububat Üreticileri Sendikası
Genel Başkanı Genel Başkanı
A.Hamit GÜRLEYEN Abdullah AYSU
Tütün Üreticileri Sendikası Üzüm Üreticileri Sendikası
Genel Başkanı Genel Başkanı
Ali Bülent ERDEM Adnan ÇOBANOĞLU
Çay Üreticileri Sendikası Zeytin Üreticileri Sendikası
Genel Başkanı Genel Başkanı
Recep MEMİŞOĞLU Sadettin ERARSLAN
Abdullah Aysu
Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu
Platformu
Dönem Sözcüsü
2 Yorumlar
Fahrettin Faki
bu Raporu köylülerimizin aydinlanmasi icin, köyümüzün sitesinde yayinlamak istiyordum. bunu neden yapamiyorum?
derya
aman ne kadar azmış cebine sığmıyor