Birgün Gazetesi’nin, Üzüm-Sen Genel Başkanı Adnan Çobanoğlu’yla yaptığı röportajı, en altta ise Üzüm-Sen’in Kuruluş Yıldönümü’ne ilişkin yaptığı basın açıklamasını yayınlıyoruz.
8 Mart 2004 yılında kurulan Üzüm-Sen 12 Eylül’den sonra ürün bazında kurulmuş ilk sendika olma özelliğini taşıyor.Sendika,tarımdaki kadın emeğine de özel bir önem gösteriyor.Üzüm-Sen Genel Başkanı Adnan Çobanoğlu ile sendikanın 7.kuruluş yıldönümünde sektörü konuştuk.
TAMAMEN MÜCADELENİN İÇİNDEN
2001’de başlayan ve değişik bölgelerdeki üreticilerle ürün bazında yapılan “üretici kurultayları”ndan seçilen delegelerle 2003 yılında Ankara’da ilk çiftçi kurultayı gerçekleşti. Bu kurultayda Neoliberal politikalar ile mücadele etmek için sendikalaşmak konusunda hemfikir olundu.Böylelikle de ilk olarak Üzüm Üreticileri Sendikası ÜZÜM-SEN kuruldu.Daha sonra Tütün-Sen,Fındık-Sen kuruldu.3yıl içinde de kurulan diğer sendikalarla birlikte (Hububat-Sen,Ayçiçek-Sen, Hay-Yet-Sen(Hayvan Yetiştiricileri Sendikası),Çay-Sen,Zeytin-Sen ile birlikte 8 sendikaya ulaştılar.Daha sonrada faaliyeti devam eden 7 sendika bir araya gelerek (Hay-Yet-Sen’i mahkeme kapatmıştı,davası şu anda AHİM’de) 21 Mayıs 2008 de Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu (ÇİFTÇİ-SEN) çatısı altında toplandı.
12 Eylül darbesi nedeni ile 5.5 yıl cezaevinde yatan Adnan Çobanoğlu, liseyi dışarıdan bitirir ve Üniversitede Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’ne kayıt yaptırır.Ama okula bir süre gider. Ardından on yıla yakın bir süre halk evlerinin örgütlenmesinde yer alıp, yaklaşık on yıl 5. bölge temsilciliği yardımcılığı yapar. Üzüm üreticilerini örgütlemeye başladıktan sonra da Tarım Yüksek Okulunda okuyup Ziraat Teknikeri diplomasını alır.Üzüm-Sen Genel Başkanı Adana Çobanoğlu ile sendikanın kuruluş yıl dönümünde tarım sektörünü, çiftçinin son durumunu ve Türkiye’de yıllardır uygulanan, son yıllarda AKP hükümeti ile hız kazanan neoliberal politikaları konuştuk.
ÖZELLİKLE 8 MART SEÇİLDİ
>8 Mart dünya kadınlarının kazanımları ile elde edilmiş bir gün. Üzüm-Sen’in kuruluş tarihinin 8 Mart olması bir tesadüf müdür?
Üzüm-Sen 8 Mart 2004’te kuruldu çünkü tarımda kadının yeri apayrıdır. Tarımda en çok kadın emeği vardır. Ama örgütlenmelerine bakarsak neredeyse yok denecek kadar azdır. Emeği kadınlar üretirken maalesef paranın tasarruf hakkı çoğunlukla erkeklerdedir. Biz tarımda kadın emeğinin önemini vurgulamak amacıyla da 8 Mart tarihini bilerek seçtik.
>Çiftçilerin sendikalaşması örgütlü mücadele etmesi, mitinglerde taleplerini dillendirmesi Türk halkının çok da alışkın olduğu durumlar değil. Nasıl başladı sendikalaşma süreci, siz bu sürecin içinde nasıl bir yer aldınız?
Bir çiftçi ailenin çocuğuyum, Alaşehir’de doğup büyüdüm, tarım alanlarının en verimli olduğu bölgelerde yaşadım. Tarımdaki ilk değişimi fark eden arkadaşlarım vardı, o dönem Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nin üreticilerin kendi sorunlarını tartıştığı “Üretici Kurultayları” başladı.”Üzüm Üreticileri Kurultayı”da Alaşehir’de yapılacaktı. Arkadaşlar o kurultayın örgütlenmesine yardımcı olmam için çağırdılar, kurultayı örgütledik,üzüm üreticilerinin sorunlarını tartıştık ve orada delege seçildim.Ve böylelikle de sürece dahil olmuş oldum. Sorunu daha iyi fark edince sendika kurmaya karar verdik. Tabii hayata geçirmek kolay olmadı. Örgütlenme deneyimi olmayan bir kesimi mücadelenin içine çekmeye çalışıyoruz, tahmin edebileceğinizi gibi sabır isteyen bir alan. Mevcut düzenlemeler eksik, sendikalarımızın bir kısmı ve konfederasyonumuz mahkemelik, ‘siz sendika kuramazsınız, yasalar buna uygun değil’ diyorlar. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, işveren sendikası kurabileceğimizi söylüyor ancak biz üretici sendikası olduğumuzu söylüyoruz. Uluslar arası hukuk da sendika kurmamıza uygun. Tüm Köy-Sen’e açılan kapatma davası Yargıtay tarafından reddedildi, o nedenle umutluyuz. Mahkemelerin bir kısmı bizi kapatmaya çalışırken Anayasa Mahkemesi tohumculuk yasası için konfederasyonumuzdan görüş istedi.Devletin değişik kurumlarının desteklediği sempozyumlara, toplantılara katılımcı ve konuşmacı olarak davet ediliyoruz, ortada büyük bir çelişki var. Sorunu aşacağımızı umuyorum. Geleceğe bakınca eğer mücadele su, gıda ve enerji üzerinden yürütülecekse bu çiftçi sendikaları üzerinden yürüyecektir.
’20 BİN AİLE BİZİM ÜYEMİZ’
>Kuruluştan bugüne geçen yedi yıllık bir süre var. Neleri sığdırdınız geçen süreye?
Manisa Alaşehir’de iki miting yaptık, iki binin üstünde çiftçiyi alanlara getirdik.Tütün-Sen’in,Hububat-Sen’in,Fındık-Sen’in yaptığı mitinler var.Çay-Sen geçen yıl OF’ta “Suyuna,Toprağına Sahip Çık” mitingi yaptı Çiftçilere hukuki destek sağlıyoruz, ne zaman basın açıklaması gerçekleştirsek TARİŞ hemen üyelerine ödeme yapıyor. Üzüm-Sen’in şu an kayıtlı 4 bin üyesi var. Konfederasyonumuzun ise 20 bine yakın üyesi var, Yani 20 bin aile bizim üyemiz.
‘NEYE EVET DEDİKLERİNİ BİLEMEDİLER’
>12 Eylül’de halkoyuna sunulan yeni anayasa maddelerinin tarıma, çiftçiye nasıl bir yansıması oldu? Çiftçilerin büyük bölümünün ‘Evet’ oyu kullandığı tespitlerinden yola çıkarsak.
Yeni Anayasa ile yerindelik denetimi mahkemelerin elinden alındı. Önemli bir yetkiydi, çiftçilerin lehineydi. Bakanlık bu denetim yüzünden özelleştirmeler de binlerce dolar para kaybettiklerini, yeni düzenleme ile bunun önüne geçeceklerini söylemişti. Hükümetin düzenlemesi HES şirketlerinin önünü açan, arazileri tamamen şirketlerin eline veren bir düzenleme. Ben 12 Eylül’de yapılan referandumda ‘Hayır’ dedim fakat Çiftçi-Sen direkt buna şu şekilde oy kullanın diyemedi, çiftçiler de neye ‘Evet’ dediğini bilmeden oy kullandı.
‘Enerji,su ve gıda savaşları çıkacak’
> Neoliberal politikalar ülkemizde büyük bir hızla genişliyor. Hemen hemen her alanda tekelleşmeyi, yabancı ortaklı şirketleri görmek mümkün oldu. Bu politikaların tarım sektörüne etkileri nasıl oldu.
21. yüzyılda savaşların enerji, su ve gıda üzerinden çıkacağını düşünüyorum. Süreç 80’lerden sonra tarımsal KİT’lerin gözden çıkarılması ile başladı. Et ve Balık Kurumu v.b kuruluşlar özelleştirildi. Şimdi küçük üreticinin bittiğini, büyük şirketlerin sadece iş yapabildiğini görüyoruz. Sadece 2008-2009 yılı içinde 3.5 milyon çiftçi üretimden vazgeçti ve bakan bunu daha da çoğalması gerektiğini söylüyor. Tarımda çalışan nüfus AB standartlarına ulaşmalı yani %5 lere düşmeliymiş,Şu an çalışan nüfus içinde çiftçilerin payı %22 civarında.Ancak son kriz çiftçiyi yeniden toprağa yönlendirdi ve oran düşüş eğiliminden yukarı çıktı. Neoliberal politikalar ile tarımı değil ama çiftçiyi bitirdiler. Büyük hayvan çiftlikleri kuruldu, ilaçtan, tohuma, gübreden üretime kadar her şey sayıları onu geçmeyen uluslar arası şirketin elinde.
-Teşekkür ederiz
Üzüm-Sen’in 7. Kuruluş yıldönümüne ilişkin basın bildirisi ise şöyle:
BASINA ve KAMUOYUNA
Kurulduğumuz 8 Mart 2004 den bu yana neoliberal politikaların tarımda yarattığı tahribatı dillendirdik ve buna karşıda mücadele ettik. Bundan sonrada mücadele etmeye devam edeceğiz. Dünyada ve ülkemizde yaşanan gelişmeler söylediklerimizi doğruladı.
22 Kasım 2003 de üzüm üreticilerini sendika kurmaya çağırdığımız bildiride “Yabancı büyük tarım şirketlerinin istekleri doğrultusunda tarım yeniden şekillendiriliyor. Bu yapılırken çiftçiler yoksullaştırılıyor, küçük ve orta üreticiler tasfiye ediliyor. Türkiye tarımı büyük tarım şirketlerinin hizmetine sunulurken, birçok ürünün üretilmesinden vazgeçiliyor” ,“Biz örgütsüz üreticiler bütün bu gelişmeler karşısında her geçen gün daha büyük zorluklarla karşı karşıya kalıyoruz. Ama şu da gerçek ki, bir araya gelerek sorunlarımıza ortak çözümler bulamazsak, durumumuz daha da kötüleşecek” demiştik.
Tarım ve Köy işleri Bakanı Mehdi Eker 20 Şubat 2007 tarihli gazete haberlerine yansıyan açıklamalarında bizi doğruladı, tarımda çalışan nüfusun “bir an önce ABD ve AB seviyesine gelmesini” istedi. 2007-2008 yıllarında yazdığımız yazılarda, yaptığımız basın açıklamalarında “Türkiye’de kırsal kesimde yaşayanlar çok değil bundan 3-4 sene önce nüfusun yüzde 33’ünü, toplam işgücünün ise yüzde 40’ını oluştururken Şubat 2007 verilerine göre bu oran % 26.8 e geriledi.2007 yılında 1 milyon 400 bin çiftçi, 2008 yılında da 2 milyon çiftçi tarımsal üretimi bıraktı. Tarım üreticilerinin AB standartlarına yani %6-7 lere çekilmesi demek; tarımsal üretimde bulunan çiftçilerden 12-13 milyon kişinin işsiz kalması demektir. Türkiye’nin tarımsal yapısı hızla değiştiriliyor ve bu değişim çiftçiyi ya kendi toprağında işçi, ya da işsiz hale getiriyor” diyerek Bakanın bu yaklaşımını eleştiren cevaplar verdik. Çiftçi üretmezse Dünya’nın aç kalacağını, Dünya’ nın aç kalmaması için çiftçilere sahip çıkılması gerektiğini defalarca dillendirdik.
Yetkililer bu haykırışlarımıza duymazlıktan geldiler. Çiftçilerin ve dolayısıyla da tüketicilerin aleyhine olan yasa ve uygulamaları hızlı bir şekilde yaşamımızın bir parçası haline getirdiler. Çiftçilerin kooperatiflerini (Tariş v.b.) aradan çıkarmaya, çiftçilerin karşısında şirketlerin durumunu sağlamlaştırmaya çalıştılar. Tarım Satış Kooperatifleri’ni ve birliklerini sermaye ile ortaklıklara zorladılar. İşletmelerini A.Ş. kurarak işletmelerini istediler. Avrupa’nın en büyük iplik işleme tesislerinden birisi olan Tariş İplik İşletmesi 2007 de A.Ş ye dönüştürüldü ve daha sonrada zarara uğratılarak arazisiyle birlikte 2010 yılında satıldı. Tariş Üzüm Birliği ise daha birkaç yıl önce TAT’la ortaklık kurup Alaşehir’de Rakı fabrikası açmıştı,şimdi ise fabrika üretimini durdurdu satılığa çıkarıldı. Fisko Birlik’e de “mal varlıklarını satması” telkin ediliyor. Böylelikle tarım ve gıda şirketlerinin karşısında üreticilerin güçsüz ve örgütsüz kalması, gıda egemenliğinin tamamen şirketlerin denetimine geçmesi hedefleniyor.
2007 de yaptığımız açıklamalarda Küresel Sermaye’nin istekleri doğrultusunda “Dünya ve Türkiye tarımının giderek değiştiğini, tarımı her yönüyle şirketleştirecek politikaların uygulandığını, küresel sermayenin enerji, gıda ve su kaynakları üzerinde tek hakim güç olabilmesi için bu politikaların programlandığını,” söylemiştik. Adım adım bu hedeflerine ulaşmaya çalışıyorlar.
Bizim bu açıklamaları yapmamızın üzerinden çok zaman geçmedi,2008 yılında Dünya “Gıda Krizi” ile çalkalandı.2011 yılında da açlık ve gıda krizi nedeniyle birçok Afrika ülkesinde ayaklanmalar baş gösterdi. Ülkemiz 2010 yılında ithal angus’larla tanıştı. Et kıtlığı çekilmeye başlandı. Neoliberal politikalar uygulanırken , “Et Balık Kurumu”. “Devlet köftecilik mi yapacak?” diyerek işlevi küçümseniş ve özelleştirilmişti. Bu günkü Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker ise “EBK’nu özelleştirmekle yanlış yaptık” diyerek 100 yerde et satış reyonları açacaklarını ilan ediyor. İthal angusları orada satacaklarmış.
Tarımsal KİT’lerin bir parçası olan EBK,nın özelleştirilmesinin yanlışlığı konusunda defalarca uyardık dinletemedik, iş işten geçtikten sonra özeleştiri veriliyor. Bu günde uyarılarımız gene dikkate alınmıyor; bütün uyarı ve tepkilere rağmen akarsularımız şirketlere satılmaya başlandı. Şirketler derelerimizin üzerine 2000 den fazla HES kurmak için izinler aldılar. Şirketler bu izinler sayesinde dereleri hapsederek hem suların hâkimi hem de dere yatakları çevresindeki toprakların da hâkimi haline gelecekler. Devlet bu arazileri onlar için kamulaştırıp devredecek. Gıda şirketlerin denetimine geçtiğinde nasıl açlık ve gıda krizi yaşandığını görüyoruz, derelerimizin tümü şirketlerin denetimine geçtikten, doğa tahrip olduktan, susuzluk çekilmeye başladıktan sonra mı şirketlerin ve HES’lerin verdiği zararların farkına varacağız?
Kasım 2004 de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na “NEDEN SENDİKA?” başlıklı dosya da söylediklerimizi sendikamızın 8.yaş gününde bir kez daha söylüyoruz; “Çiftçiye ve tarımsal üretime sahip çıkın. Ülkemizin ve insanlığın geleceği “Gıda Egemenliği” ve “Gıda Güvencesi” ni bir avuç emperyalist tekelin eline teslim etmemekten geçiyor. Küresel sermayenin saldırıları karşısında bir avuç nefes, bir avuç yaşam alanı yaratmaya çalışan Brezilya’daki “Topraksızlar”,Fransa’daki GDO karşıtı “Tırpancılar”, Kore’de direnen çiftçi hareketleri gibi biz Türkiye’deki çiftçiler olarak da direnmeye kararlıyız, tohumumuza, toprağımıza ve suyumuza kısacası yaşamımıza sahip çıkıyoruz, sahip çıkmaya da devam edeceğiz. Ülkeyi yönetenlerden de aynı şeyi; yaşama sahip çıkmalarını istiyoruz.”
Adnan ÇOBANOĞLU
ÜZÜM-SEN Gen.Baş.