Geçen hafta bir televizyonda tarım programında konuk idim. Çiftçiler telefonla bağlandılar. Konuşan on çiftçinin hepsi de satın aldıkları yem, kimyasal gübre, mazot ve tohumun pahalılaştığını, ancak ürün fiyatlarının ya düştüğünü, ya aynı kaldığını ya da artış oranlarının daha az olduğunu söylediler. Durumları her yıl biraz daha kötüye gidiyordu.
Durumu nasıl açıklayacağız? Örneğin sütü ele alalım. Süt Endüstrisi Kurumu özelleştirildiğinden bu yana çiftçi sütünü satarken nerede ise bir tekel ile karşı karşıyadır. Yani alıcı sayısı çok azdır ve bunların da bir kısmı çok güçlü yabancı şirketlerdir. Bu duruma iktisatta oligopson deniyor. Yani az sayıda şirketin alıcı durumunda olduğu bir durum. Bu durumda şirketler çiftçiye karşı düşük bir fiyatta anlaşıyorlar. Şirketler bu durumda öyle bir fiyat verirler ki bu fiyat onlara en çok kâr sağlasın. Fiyatı aşırı düşük de yapamazlar. Örneğin maliyetin çok altına. Bu durumda üretici üretmekten tümden vazgeçer. Şirketlerin işlediği ürün azalır. Şirketlerin kârları bu durumda da düşer. Şimdi çiftçilerimiz diyecekler ki süt alım fiyatı maliyetin altına sık sık inebiliyor. Doğrudur. Bir kısım üretici sütün bir kısmını kendi tüketimi için de kullanır. Ayrıca danası bazen kâr kalabilir. Veya çoğu durumda çiftçi kendi emeğine karşılık eline geçen değerin, asgari ücretin bile çok altına düştüğünü görür. Bu durumda çiftçi aşırı bir emek sömürüsü altındadır. Bu ek desteklere rağmen fiyat maliyetin altına çok düştüğünde bir noktadan sonra çiftçinin canına tak der ve tüm hayvanlarını kesime gönderip bu işten tamamen çekilir veya sadece ev ihtiyacı için bir inek bırakır. Bu durumla da geçen yıllar karşılaştık. Oligopsonun görüldüğü başka ürünlerde de (örneğin tütün) aşırı düşük fiyatlar şirketlerce verilebiliyor. Tepki olarak üretim iyice düştüğünde ise şirketler aşırı kaçtıklarını görüp fiyatı yükseltebiliyorlar. Sütte de bu geçen yıl görülmüş idi. Süt fiyatlarının düşük olmasının temel sebebi süt satıcısı birçok çiftçiye karşı çok az sayıda alıcı şirketin elinde olan ekonomik güçtür. Yem fiyatlarının aşırı artışı da benzer bir durumdur. Yem Sanayii özelleştirildiğinde bu defa yem sanayii şirketleri tekele yakın bir ekonomik güç kazandılar. Sonuç olarak yem fiyatları çoğu zaman hızla artarken süt fiyatları buna ayak uyduramamakta hatta gerileyebilmektedir. Bu durumda çiftçinin bu makastan kurtarılabilmesi için bu şirketlere karşı ekonomik güce sahip olması gerekmektedir. Bu bazı köylerde kısmen gerçekleşebiliyor. Örgütsüz çiftçi sütünü 50 kuruşa satarken, bazı süt kooperatiflerimiz ortaklarına sene sonundaki risturnlarla beraber 70 kuruşa yakın fiyat verebiliyorlardı. Bu kooperatifler yemi de biraz daha ucuza sağlayabiliyorlar. Bazı kooperatifler ise piyasa fiyatından azıcık fazla fiyat veriyorlar, ancak gelir birikimlerini çiftçiye faizsiz kredi sağlayarak veya kooperatifi büyütmek için kullanıyorlar. Demek ki örgütlenilirse olabiliyormuş. SEK gibi kuruluşların özelleştirilmesi çok kötü oldu. Bunlar kooperatifleştirilerek çiftçiye bırakılabilirdi.
Uygulanan tarım politikasına değinelim. Süt fiyatları yaz başında yaklaşık 70 kuruşlardan 50 kuruşa düşmüştü. Buna karşılık Tarım Bakanlığınca inek sütü primleri kiloda 4 kuruştan 8 kuruşa çıkarıldı. Piyasada güçlüler çiftçiden süt alım fiyatından 20 kuruş kırparken devlet buna karşılık sadece 4 kuruş daha verebilmiştir. Kısacası bu prim politikası bir şeyi çözmüyor. Ödenen primler, içinde çiftçilerin de olduğu vergi ödeyenlerce karşılanırken, şirketler istediği gibi süt fiyatlarını kırpabilmektedirler. Primler aslında şirketlerin kasasına gitmektedir. Dolayısıyla yapılması gereken çiftçi lehine bir ekonomik güç yaratmaktır. Bu kooperatifleri destekleyerek olabilir. Hatta bazı bölgelerde SEK gibi bir kuruluş doğrudan alım bile yapabilir. İzmir Belediyesinin bir kooperatiften süt alarak okullarda çocuklara dağıtması da başarılı bir politikadır. Hem kooperatifler (yani çiftçiler) desteklenmektedir. Hem de süt içemeyen çocuklar daha iyi beslenmektedir. Bu uygulama ile çiftçi lehine ekonomik güç yaratılmaktadır. Bu politikanın bütün Türkiye okullarında uygulandığını düşünün. Sütün süt tekellerinden değil, kooperatiflerden veya doğrudan çiftçiden alınması koşuluyla, çiftçi eline geçen fiyatı yükseltecektir. Tarım Bakanlığının süt için bir müdahale kurumu yaratacağını haber aldık. Ancak uygulanacak mekanizmanın gene prim benzeri olacağı söyleniyor. Bu durumda çiftçi lehine fiyatlarda bir gelişme beklemek çok zor olacaktır. Çok yüksek primler uygulanırsa (olmaz ya) bu durumda, uygulandığı sürece çiftçinin geliri belki artabilir. Muhtemelen artmayacaktır. Çünkü şirketler artan prim kadar fiyatları kırpabilir. Bu durum ABD’de yaygın rastlanılan bir durumdur. ABD’de birçok üründe şirketlerin alım fiyatları çiftçinin maliyetinin altındadır. Açığı devlet primleri kapatır. Ancak ABD devletinin mali olanakları çok daha fazladır. Buna rağmen bu desteklerin de çoğu sadece çok büyük üreticinin eline geçer. Çiftçilerin çoğu desteklerden hiç yararlanamaz. Türkiye’de süt için daha yüksek primlerin uygulandığını varsaymaya devam edelim. Yüksek primler devletin başka alanlarda yapacağı desteğin düşmesine neden olacaktır. Örneğin buğdayda, mazotta veya tarım sigortasında zaten pek işe yaramayan destekler iyice azaltacaktır. Bu da küçük bir battaniye ile herkesi örtmeye benzeyecektir. Battaniyeyi bir yere çekerseniz diğerleri açıkta kalacaktır.
Prim politikası bir aldatmadır. Gerçekten çiftçi lehine bir tarım politikası çiftçiyi ve örgütleri olan kooperatifleri güçlendirerek olur. Uygulanan politikalar ise daha çok süt sanayini desteklemektedir.
Uzun vadede ise hayvancılığın GDO’lu ithal yoğun yeme değil, meraya dayalı olarak yapılabilmesi düşünülmelidir. Bu ise çok büyük bir mera ıslahı atılımını gerektirir. Şu anda GDO’lu yemlerle beslenen ve merada çok otlayamayan hayvanların ürünleri sağlıklı da olamıyor.
*Prof. Dr. Tayfun Özkaya Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü