Röportaj- Duygu Kaşdoğan- Yakın zamanda citta slow (yavaş şehir) ünvanını edinen Seferihisar’ın Sığacık bölgesi tam da isminin çağrıştırdığı gibi küçük alana birçok şeyin sığdırılmaya çalışıldığı sakin, huzurlu bir yer.
Kısa süreliğine geldiğim Sığacık’ın” yavaş yaşamı”nı ne kadar devam ettirebileceğine dair aklımda soru işaretleri oluşmaya başlamıştı. Gündemde olan “Orkinos çiftliğinin” bölgeye kurulması planları da sorularımı belirginleştirdi.
Bölge hakkında genel bilgi almak ve bölgenin sorunlarını anlamak adına otelinde misafir olduğum İsmail Ecer Bey ile dolu dolu bir sohbet gerçekleştirdik…
Seferihisar tarımı hakkında genel bir bilgi verebilir misiniz?
Seferihisar doğumluyum. Buralarda benim çocukluğum zamanında tütüncülük vardı, sebzecilik yoktu. Ben 10-12 yaşındayken, 60’lı yıllardada sebzeciliğe geçildi. Sebzeye bizim buralarda zerzevat derlerdi. İki tane kaptı kaçtı dediğimiz minibüsler vardı. Zerzevatlar bu minibüslerle Seferihisar haline giderdi. Hal’e de o zamanlar kanto derlerdi. Izmir’e o zamanlar ulaşım kolay değildi. Daha sonraları naranciye ile uğraşılmaya başlandı. Naranciyenin getirisi iyiydi ve uzun yıllar buranın insanının geçim kaynağı oldu. Her ne kadar naranciyenin ilk yetiştirilime süreci zahmetli olsa da- 10, 15 yıl çocuk gibi bakarsınız- sonrasında kazancı güzel olur.
İzmir’in merkezindeki mandalina bahçelerinin zaman içinde yok olduğunu, yerlerine konutlar yapıldığını duyuyor ve gözlemliyoruz. Seferihisar’daki naranciye bahçeleri şu an ne durumda?
Tabi ki rant işi bu. Eskiden tütün tarlalarını, üzüm bağlarını ve bazı zeytinlik alanları mandalina bahçeleri yok etmişti. Getirisi azalınca alternatifler çıkıyor ve eski ekim alanları yok oluyor. Mandalina bahçeleri de babadan oğula bölünerek geçti zamanla. Bundan dolayı bir kişinin geçimini sağlayacak şekilde elinde kalmadı.
Naranciye bahçelerini bozdurmayalım diyoruz. Düşünün iki tane yan yana tarla var. Yıllar önce birisinin babası işlemiş, emek vermiş. Diğeri ise işlenmemiş boş tarla. Mandalina bahçesini koruyalım ve inşaatı mandalina bahçesi olmayan yere yapalım diyoruz. Ama bir yandan da devletten teşvik yok, kişi naranciye bahçesinden geçimini sağlayamıyor.Sen bunu bozma demek için o bahçenin kişiye bir artısının olması gerekmekte.
Yani korunmasını mülk sahibinden istemek lazım ama bir yandan da hep beraber mücadele etmeliyiz. Kim satmak ister ki tarlasını, en azından hatırası vardır. Sonuna kadar muhafaza etmek isteyecektir içgüdüsel olarak. Çaresiz kalınca ne yapacak?
Bu konu sadece mandalina bahçeleri ile sınırlı değil. Mesela; kıyılarımız topluma, kamuya açık olsun düşüncesi güzel. Ama ordaki mülk sahiplerinin tapularının iptal edilmesi de söz konusu bir yandan… Adaletli bir durum değil. Tapuyu alan devletten almış zamanında, devlet şimdi burası kıyı çizgisi diyor. Neyse ki Avrupa İnsan Hakları mahkemesinden çıkan kararların da etkisiyle yeni bir yol bulunarak bu sorun asgariye indirildi. Ama Kıyı çizgisinin peşinden kıyı şeridi geliyor.Kıyı şeridinde yapılaşma yasak.Yanlış hatırlamıyorsam 1992 yılında konuldu bu yasak.Ama o yıldan önce yapılmış olan konutlar var. Şimdi sahil şeridindeki bu uygulamanın nasıl yansıdığını hemen şuradan ileriye doğru yürüdüğünüzde neye mal olduğunu görebilirsiniz.Kıyı şeridinde bir imar adasında 92 yılına kadar yapılmış konutlar haliyle yerinde duruyor,yanıbaşındaki arsalara şimdi konut yapmak yasak. Ama mülkiyeti şahıslarda.Arsaya konut yapılamadığı için bakımsız ve adeta yılan yuvası. Kamulaştırma işlemi de yapılmadığından devlet de bir şey yapmıyor.Bu arsalardan kamu da yararlanamıyor.Yazık değilmi orada yaşamlarını sürdürmeye çalışan insanlara ve de hiç bir işe yaramayan o arazilere? Bu yıl yeni bir kararla kıyı şeridinden sonra gelen birçok bölgenin de imar durumları değiştirildi ve konut imarlıdan turizm amaçlı imarlı arsa konumuna getirildi. Az önce anlattığım kıyı şeridinde yaşanan olumsuzluklar buralara da taşınmış oldu.Aynı şekilde bundan da birçok kişi mağdur oluyor. Bu çizgiler neye göre belirleniyor bilmiyoruz. Hepsi bir yana, örneğin antik sit alanı olarak belirlenen bölgenin sınırları arada bir değişir mi?
Yakın zamanlarda bölgenizde açılışı gerçekleşen marina için de benzer bir durum söz konusu mu peki?
Marinanın olduğu yerde toplumun elinden alınan birşey var. Daha önce buranın halkının kullandığı yer birilerine satılmış durumda. Devlet, ben koruma adına kıyı kenar çizgisi oluşturdum diyor; ama bir taraftan da muazzam bir marina inşa edilmiş.
Marinanın inşası ile marinanın olduğu yerdeki iskelede barınan, yalnız balıkçı tekneleri değil amatörce kullanılan tekneler, gezi tekneleri açığa çektirildi. Bir balıkçı limanımız var ama tüm teknelerin oraya sığması mümkün değil. Yat limanında teknelerini tutmak mümkün değil tabi bir çoğu için. Ne de olsa ucuz birşey değil. Önceden parasız barındığınız yer bir şekilde paralı hale geliyor. Buranın halkının barındığı bir yer de değil. Vardır tabi ama çok az. Daha çok burayı dışarıya açmış oldular.
Marinanın yapımı citta slow ünvanı ile çelişen bir durum değil mi?
Marinanın temel atma töreni 1995-1996 yıllarında oldu. Demirel atmıştı temeli. 3-5 sene öncesinde de yap-işlet-devret projesiyle de ihale edildi ve bu yıl açılışı gerçekleşti. Marinanın düşünülme tarihi ile citta slow’un adım atılma tarihleri arasında 15 senelik bir zaman zarfı var. Marina değil sadece citta slow ünvanını bozacak. Dahası geliyor! Ünvan ile birlikte ziyaretçi sayımız arttı. Belki ziyaretçiler dokuyu bozmaz ama ziyaretçilere müdahale edilmemesi dokuyu bozuyor. Araç ile gelip her yere parkediyorlar. Kaldırımlar ve çim alanlarının üzerine araç parkediliyorsa dokunun korunduğundan bahsetmek pek mümkün değil. Bu anlamda başarısız olduğunu düşünüyorum. İlk gelen ziyaretçilere mesaj pek iyi verilemedi. Bu şekilde devam ederse citta slow bir fantazi olarak kalır diye düşünüyorum.
Kısaca citta slow ünvanına sahip olunması ile birlikte bölgede ne gibi olumsuzluklar yaşandı diyebiliriz?
Aslında çok birşey götürdüğü yok şu anda. Evet park sorunu bile aşılamadı, düzenlemeler yapılamadı tam olarak, ziyaretçilerin artması ile yaşam alanlarında daralmalar oldu, bunaltıcı olan o diğer turizm bölgelerindeki hava bize de yansıdı deriz ama bunların çözülmesi çok da zor ve geç değil. Radikal birkaç karar ile çözülebilir.
Dikkate alınması gereken yaşam şeklimizi bu işlerin bozmaması. Citta slow olduk diye havalara uçmuyoruz. Biz büyüsü bozulmamış şekilde yaşamımıza devam ediyoruz. Citta slow bizler için sadece bir kalkan oluşturdu, aynı şekilde hayatımıza devam etmek için. Yani, biz zaten yavaş şehiriz dedik. Herkes tabi ki gurur duydu. Yavaş şehir projesi ortaya atılmış ve yeniden yapılandırılmış bir şehir değil. Mevcut bir yavaş şehir vardı, bize o ünvan verildi.
Peki bu “etikete” sahip olmanın getirileri neler oldu sizce?
İnsanlar küçük tarım alanlarında uğraşırken, turizm sektöründe küçük küçük işletmeler ile bu işi yürütürken, küçük tekneler ile geçimlerini sağlamaya çalışırken birden potansiyelin artması ile yeni oluşumlar gerçekleşti tabi. Kadınlar bazlama, el işleri gibi kendi ürettiklerini satmaya başladılar ve onlara ekonomik getirisi oldu. Otellerde, pansiyonlarda yoğunluk biraz daha arttı. Gelen ziyaretçiler için tekne turları iş yapar oldu…Ama bu boyutlarda kalmalı. Profesyonelliğe kayma olursa başka bölgelerde yaşanan hanutçuluk dediğimiz olayı yaşamaya başlarız. Vardır ya biri bir kolundan çeker diğeri bağırır kendi restoranına çağırır…Bizim buralara bu girmiş değil. Ama bu potansiyel varken bölge de, onun da girmemesi için hiçbir neden yok ne yazık ki…
Buraya dışardan gelen insanlar memleketiniz çok güzel aman sahip çıkın diyorlar. Öğüt güzel! Ama buranın insanı zaten kanaatkar davranarak geçimini sağlamış…Olta balıkçılığı yapmış. Limanda çekilmiş trollar varsa bunlar gerçek Sığacıklı değildir. Karadenizden ordan burdan gelmiştir…Hem öğüdü verenler onlar oluyor hem de buraya yüklenen onlar!
Buranın halkı bu ünvanı taşıyor mu peki? Yahut taşıyacak mıdır? Orkinos eylemi konuşulurken asıl bölge yerlisinin bu eyleme katılmadığından yakınılıyordu…
Bu faaliyetlere biz ailece katılırız. Bunun gerekli olduğunu düşünüyoruz. Evet, mesela toplantılar olur yerli dediğimiz insanlar neden bu etkinliklere katılmıyorlar, asıl onların sahip çıkması gerekir diye eleştiri alırlar… Onların namına ben sözcülük yapar durumda oluyorum, kendi insanıma sahip çıkmak zorunda hissediyorum. Buranın dokusunun bozulmamasını sağlamış bu insanlar ve yıllar yılı buraları korumuşlar… Tepeden tırnağa halkın hepsi doğaya, tarihe zarar vermemiştir demek doğru olmaz. Ama en azından burayı yağmalamamışlar, ilk olarak bunu kabul etmeliyiz. İkincisi, mesela; şu karşımızdaki Akkum tepesinin benim çocukluğumda yarısından fazlası çamlıktı. Her yıl iki üç defa yangın çıkardı orada. Şimdi bu yangını çıkaranlar oraya piknik yapmaya gelenler. Halk elinde kazma kürek Akkum tepesine koşturup söndürüyorlardı. Bir kısmı yansa da bir kısmını kurtarıyorlardı… 40-50 yıllık bir maziden bahsediyorum. 50 yıl boyunca koşturmuşsanız gene o dağa koşmaya devam eder misiniz? Şimdi halkın duyarsız olduğu söyleniyor. Esasında duyarsızlık değil bıkkınlık var…
Devletin kurumları da halka öğüt veriyor. Tarihi Sığacık kalesini önce siz koruyacaksınız diyorlar. Korumayıp buraya bir çivi çakarsanız yargılanırsınız deniliyor. E peki vatandaş da görmüyor mu Sığacık karakolu tam da Sığacık kalesinin tepesinde kurulu! Veya karakolun altına bomba atılmasın diye kaleya yapılan demir parmaklıkları! Bunları Sığacık halkı yapmadı, öğüt verenlerin ta kendisi yapıyor… Yasaklara riayet etmemekle suçlanan vatandaşlar da ilk ifadelerini o karakolda veriyor!
Kıyı çizgisi konusunda da benzer durumlarla karşı karşıyayız. Mesela, bu otel arazisi bize dedemizden miras. Birileri kıyı kenar çizgisi diyor ve burayı o çizginin ön tarafında bırakıyor. Tapu iptal davası açıldı 15 yıl kadar önce hazine tarafından. Bizim idari mahkemelere başvurumuz sonucu daha bu kış tapunun iptal edilmemesi yönünde karar çıktı. Diğer taraftan da geçen yıl bitişiğimize sahil güvenlik lojmanı olarak kullanılan bir yer yapıldı. E bu kıyı çizgisini veya kıyı şeridini ihlal etmiyor mu? E-devlet diyorlar ya insanın e-be-devlet! diyesi geliyor…
Sığacık esasında ölçerseniz derinliğine 1km, genişliğine 2km gelir. Bu kadar yerin içinde doğal sit, kentsel sit, antik sit, kıyı kenarı var. Denizde avlanma hakeza. Bunların hepsi bir araya, bu küçük alana sıkıştırılmış. İnsanlara söylenen buraya şu yasak, kaleye yasak, antik kente yasak… Bunların hepsi tamam da halk korurken toplumun, devletin hep birlikte buraları koruması lazım.
Orkinos çiftlikleri de Sığacık’ın ne kadar, kimler tarafından “korunmadığını” göstermek açısından önemli bir konu diye düşünüyorum…
Şimdi bir de bu çıktı. Biz trolculara karşı çıkan yok mu derken, bir de bu konu gündeme geldi. Aslında Urla tarafına yapılacak bu çiftlik diyorlar ama Sığacık körfezinde yapımı planlanılıyor. Sığacık bölgesinde iki tane alternatif su ürünleri alanları var. Oralara balık çiftlikleri kuruldu. Bunları bizim koylarımız kaldırır mı diye tartışırken bir de Orkinos çiftlikleri çıktı. Araştırdık, bu Türkiye’de yeni kurulan bir çiftlik değil. Antalya’da 7 numaralı su ürünleri bölgesinde mevcutmuş. Dereler orada çok akıp alüvyon fazlalığı oluşmuş ve balıklar zayiat vermiş. Sığacık körfezi daha iyi diye buraya taşıyacaklarmış…
Başaranlar diye bir şirket yürütüyor bu çiftlikleri, Japonlar ile ortaklığı varmış. ÇED raporlarına baktım, 9-10 numaralı alternatif su ürünleri bölgesinin raporları. İş ciddi. Bunu duyan doğaya duyarlı STK’lar da hareketdeler.
Yıllar öncesine dönersek Sığacık körfezinin turizme uygun olmadığı yönünde kararlar alınmış. Buna istinaden alternatif su ürünleri bölgesi olarak belirlenişi de 8-10 yıllık bir mesele. Kim nasıl karar vedi bunlara bilmiyoruz. Yerli yabancı tüm gören gözler, hepsi şu anki haliyle buraya cennet diyor, burası turizm açısından bir işe yaramaz raporu verilmiş ama… Hayırlı olsun memlekete!
Türkiye’nin sorunu bu, Türkiye güzelim bir koyunu kaybetmekle karşı karşıya. Birinci dereceden bizim sorunumuz ama Türkiye’nin sorunu bu!
Peki neden orkinos çiftliklerine karşı çıkılıyor? Doğaya, bu bölgeye ne gibi zararları olabilir? Biraz açabilir misiniz bu konuyu?
ÇED raporlarına bakacak olursanız hiç bir zararı yok! Diyorlar ki; biz burda besleme, büyütme esnasında çevreyi kirletmeyeceğiz, atığımız olmayacak. Verdiğimiz yemlerden alta geçenler olursa balık adamlar ile toplatacağız. Verdiğimiz yemler de suni değil. Tirsi, sardalya, hamsi türü ekonomik değeri az olan balık türlerini ithal edeceğiz ve bunlar ile beslenecek balıklar diyorlar.
Malzeme dışarıdan ithal edilecek deniliyor, yem de dışarıdan gelecek. Yetiştirildikten sonra da ihraç edeceğiz deniliyor. Uluslararası orkinos ve orkinos benzeri balıklar avcılığı denetim örgütü (ICCAT) orkinosların avlanma kotalarını belirlemiş. Bazı ülkeler kotalarını kullanmıyormuş. Bizim 420 ton avlanma kotamız varmış ama yeterli olmayan kotayı başka ülkelerden alacakmışız. Başka ülkeler kotasını kullanmıyor, biz uyanık olduğumuz için kullanıyoruz…
Internetten orkinosların nasıl hasat edildiğine baktığınız da hoş olmayan görüntüler ile dolu. Ilıdır’da (Çeşme) orkinos çiftliği var. Orda kafalarından vurularak hasat ediliyor deniliyor, Ege Üniversitesi su ürünleri bölümünün gözlemleri sonucu hazırladığı bir raporda da hasatın öyle yapıldığı belirtiliyor . ÇED raporunda ise elektro şok ile hasat edeceğiz deniliyor. Yüzde 80’ini şoklanmış olarak gemiyle Japonya’ya göndereceğiz diyorlar. Yüzde 20’sini de çiftlik bölgesinde geminin içerisinden dışarıya kanlarını akıtmadan parçalama işlemini gerçekleştirip soğuk hava depoları ile karadan göndereceğiz diyorlar. Hatta Belediye Başkanınımızın da katıldığı bir toplantıda, Başaran şirket temsilcileri hasat edilen orkinosların tamamını parçalamadan direk göndereceğiz diyorlarmış.
Rakamlara, raporlara bakarsanız herşey yolunda. Ama Ege Üniversitesi’nin raporunda diyor ki balıklar torba ağları ile çekilerek yakalanıyorlar ve oradan beslenme kafeslerine aktarılıyorlar. Dolayısı ile bu şekilde yakalandıkları için tane tane sayılmalarının ve tartılmalarının imkanı yok. Ama ÇED raporuna bakarsanız herşey rakamlarla çok net!
ÇED Raporunda özetle şöyle yazıyor; beslemek için orkinoslara verdiğimiz yem balıkların üçte biri enerjiye dönüşecek, üçte biri balıklarda et olarak artış sağlayacak ve üçte biri dışkı olarak denize bırakılacak. Şimdi kendi verdikleri bu veriden yararlanarak bir hesap yaparsak; bir yetiştirme döneminde yani altı aylık bir zamanda 534 ton olarak kafeslere konulan balıklar 700 tona ulaştıklarına göre aradaki et artışı 166 ton olacak, dolayısı ile denize bırakılan dışkı miktarı da 166 ton olacaktır. Yani 6 ayda 166 000 kg. dışkı atığı! Bilir kişi raporlarının olumlu olması, ona istinaden bakanlığın imza koyması Sığacık körfezinin kirleneceği gerçeğini değiştirecek mi? Bir koydan bahsediyorsunuz. Profesör, alim, uzman olmaya gerek yok. Bizim küçük koylarımıza gidelim Yunanistan’dan gelen atıkları bulursunuz. Yani akıntının bu yöne olduğunu anlamak hiç de zor değil. Alim olmaya gerek yok yani. Denizde ne malzeme varsa olduğu gibi bizim bu koylara geliyor. Burda hangi köylüye, balıkçıya sorarsanız, adam denizde birşeyini kaybederse iki gün sonra gelip bu koylara bakar… Sonra bu denenmemiş da değil. Teos Marinanın yapımı aşamasında denizin derinleştirilmesi çalışmalarında desarj edilen çamurları önce remorkörlerle şimdi orkinos çiftliği kurulması planlanan alanlara boşalttılar. Akıntı hepsini aldı geriye getirdi. Baktılar ki olmayacak; killik burnu istikametinde taa Ege denizi derin sularına kadar taşımak zorunda kaldılar.
10 sene sonra yanlış yaptık diyenler olacaktır. Ama raporlar bunu yazıyordu diyecekler. İş işten geçmiş olacak…
Yukarıdaki soruya geldik yine. Neden buranın insanı biraz çekingen duruyor. Hangisine müdahale etsinler? Bir taşın altından kurtuluyorsunuz diğeri üzerinize geliyor. Ondan kurtuluyorsunuz bu sefer daha büyüğünün altında kalıyorsunuz. Sonra da kadercilik olgusu insanın üzerinde hüküm kurmaya başlıyor…
Hayvancılık yaparken yaşadıklarınız da bu bahsettiğiniz taşlardan biri olsa gerek…
Kışın turizmde potansiyel olmadığı için haynacılığa kalkışmıştım biraderimle. Ne kadar da riskli bir iş olsa yine de yapalım dedim. Büyük paralar yatırıyorsunuz kazanacağınız belli değil. Hırsızlığı var, hastalığı var, doğal koşullar var.. Bir yıldırım düşse bittiniz. Riski göze alıp kalkıştık bu işe. Birileri Türkiye’nin güzel olmasını istiyor ya, sağlıklı et yiyelim, mezbahalara kriterler getirelim diyorlar. Belirtilen kriterleri tutmayan mezbahaları da kapatıyorlar. Bizim de belediyeye ait mezbahamız vardı. Kapatıldı! Burada dünya kadar insan hayvancılık yapıyor. Buradaki kapanınca en yakın(!) mezbahalar İzmir Bornova’da Pınar’ın tesisi ve Çoban tesisleri. Bunlardan birine götürmek zorundasın. Bu da o kadar kolay değil! Benim başımdan geçti. Oraya götürebilmek için İlçe Tarımdan yol ve menşe belgesi almak gerekiyor, hayvanların çalıntı olmadığına dair. Neyse bir gün yola çıktık hayvanları götüreceğiz. Belgeleri almak için İlçe Tarım’a gittik. Görevli memur geldi. Küpe numaralarını kontrol falan edip belgeyi verecekler. Aksilik çıktı bir tane küpe numarası tutmuyor. Belgeyi sabah veremediler, öğle tatili geçti ancak öğleden sonra geç bir vakit belgeleri alabildik. Bu arada hayvanlar yatmasın diye de araba Seferihisar çevresini habire dönüp duruyor…Neyse İzmir’e vardık ki tesis kapanmış. Geceyi hayvanlar orda geçirmek zorunda kaldı…Ne kadar su versek de ertesi gün aç susuz olarak kesime girdiler. Ben bu işi bırakıyorum dedim! Bunun gibi maceralar hala her gün yaşanıyordur ve burda hayvancılık ile geçinen bir sürü insan var.
Yani düşünceler güzel. Daha iyi olması için birşeylerin adımları atılıyor. Fakat bu adımları atarken –mezbahanın kapatılması mesela- sonuçları neler olabilir düşünülmüyor. Ne yazık ki benim yetkililerim, devletim kötü koşulda olanları iyiye çevirmek için değil de yasak koyup işin içinden çıkmaya çalışıyor.
Olumsuzluklar sürekli mevcut. Dediğiniz gibi bir sorun ile uğraşırken yeni yeni altından kalkılması zor sorunlar ile karşılaşıyoruz…Belirttiğiniz ve benzeri sorunlardan çıkış yolunu nerde görüyorsunuz peki? Eğer ki çıkış yolları varsa tabi…
Biz tüm bu olanlara rağmen yılmıyoruz. Ben şahsen umutsuz değilim ve bunların aşılabileceğine inanıyorum. Bu olumsuzluğu yaratanlar bir gün bu işleri olumluya çevirebilir. O günleri bekliyoruz… Bir gün olur sadece yasak yeterli gelmez diyen birileri çıkacaktır. Anlayış buna kayma gösterirse sorun çözülmüş olur.
Yetkililerin mi bu durumları düzelteceğini düşünüyorsunuz yani?
Hayır, çözümü toplumun kendisinde görüyorum. Toplumun iyi ve güzele olan şiddetli talebi buna hız kazandırabilir. Ama zaman zaman toplum da karamsarlığa sürükleniyor. Çoğu insan da bakarsınız bana da sahip çıkarlar düşüncesi ile kamufle ediyor birçok şeyi. Sistem kendilerine çalışıyorsa bunu değiştirmek istemeyen insan, firma da çok.
Orkinos eylemi yapıyorsunuz, Çiftliklerden en çok etkilenecek olan kuruluş olan Teos marina ortada yok. En çok bağırması gereken o değil mi? Neden ortada yok?
Başaranlar ile Kolin firması [Marinanın işletmecileri], onlar büyükler…Orkinos hesabı Başaranlar açısından tek sezon için hesap şöyle:700 000 kg * 11 USD/Kg.=7 700 000 USD. Burdaki vatandaş da küçükler. Onlara düşen de tek sezon için 166 000 Kg. dışkı…
Benim vatandaşım bunu düşünmüyor mu? Onların düşündüğünün on katını düşünürler. Kandırmak, inandırmak zordur burdaki köylüyü. Gerçekten söylüyorum. Üstelik siz bu insanlara 10 yılda 1 660 000 kg. balık dışkısı sizin körfezi kirletmez derseniz inandırıcı olmaktan geçin bu insanların muhakeme yetenekleri ile alay etmiş olursunuz. Onlar en azından kendilerine reva görülenlerin neyin uğruna yapıldığını ne maksatla yapıldığını veya neyin karşılığında yapıldığını bu kadar deneyimden sonra ziyadesiyle çözebilecek tecrübedeler. Fakat şimdilik suskunlar. Benim de çok merak ettiğim iki husus var. Bu insanların sabrı ne zaman tükenecak ve bu sabırlı insanlara daha ne kadar yüklenilecek…
İsmail Bey, çok teşekkür ediyorum. Eklemek istediğiniz birşeyler var mı?
Devletine karşı çok saygılı bu güzide insanların “yetti be gari” dedirtinceye kadar sabırlarının zorlamamasını temenni ediyorum. Onlara ve onların yaşamlarını sürdürdükleri güzel Sığacık’a ve Sığacık körfezine yetkili, yetkisiz herkesin sahip çıkmasını diliyorum.
Bu teknik raporlara, bu izin belgelerine imza koyanlara ve de onların da üzerinde olanlara ve de Başaranlar’a buradan sesleniyorum. Sil baştan başka bir ekiple yeniden araştırın. Sığacık körfezinin haritasını bir daha karşınıza alın ve bakın. 12 kilometre genişliğindeki kapalı sığacık körfezi o sizin projeyi kaldırmaz arkadaş. Çok kısa sürede rezil olur, sizi de rezil eder. Burası diğer yerler gibi değil, çok göz önünde bir yer. Şimdiki hali çok ama çok yerli ve yabancı insan tarafından bilinen citta slow bir yer. 3-5 yıla kadar o güzelim deniz vıcık vıcık olup Sığacık körfezi de yağ kazanınına dönünce, denizin dibi de karararacaktır. Ama aynı süreçte meselenin aslını örten kamuflaj da ağaracak ve seffaflaşacaktır. Ve inanın bana altından çıkan ceremenin parayla karşılığı olmayacaktır…