Başbakan Sayın Erdoğan’ın yükselmeye devam eden et fiyatları nedeniyle basına yansıyan bir açıklaması ile sarsıldık. Evet, gelinen son nokta AB ülkelerinden ve ABD’den et ithal edilmesidir. Bir tarım ve hayvancılık ülkesi sayılan Türkiye’nin, sanayileşmiş ve şehirleşmenin en üst seviyesine gelmiş AB ülkelerinden, Amerika kıtasından hayvansal ve tarımsal ürünler ithal eder hale gelmesi karşısında kimlerin ne diyeceği merak konusudur. Ama kim ne derse desin manzaranın vahametini değiştirmeye yetmiyecektir.
1980’li yıllarda toplam ihracatımız 5-6 milyar dolar seviyesinde iken 300-400 milyon dolar civarında canlı hayvan ve et ihracatı yapılırken, 1980’li yıllarda damızlık hayvan ithalatına başlanması, 1990 yılından itibaren kasaplık hayvan, et ve küçükbaş hayvan ithalatının kolaylaştırılması, üretim girdilerindeki artışlar ve ortaya çıkan çeşitli güçlükler sonucu 1991 yılında 60 milyon olan küçükbaş hayvan sayısı 2009 yılında 30 milyona gerilemiş bulunuyor. Ayrıca “kuş gribi” bahanesiyle telef edilen kümes hayvanlarındaki manzara içler acısıdır.
2002’den günümüze Ak Parti tarafından uygulanan ekonomik politikalar ve gelmiş geçmiş tüm iktidarların bıraktığı mirasın günümüze yansımaları ve ortaya çıkan manzarada, üreten küçük çiftçiye, aile içi hayvancılık yapan köylüye hayat hakkı yoktur. Böyle bir durum nedeniyledir ki, köylü süt sağdığı ineğini mezbahalara kesime göndererek, yumurtlayan tavuklarını kesip yemiş ve ahırları ineksiz, kümesleri tavuksuz bırakmıştır. Ormana zarar veriyor denilerek, keçi ve davar sürüleri yok bahasına elden çıkarılmış, dışarıdan alınan ithal koyun ve inekler de şartlara uyum sağlayamadığından yok olup gitmiştir.
Bundan birkaç sene önce Zeyve’den bir akrabamız yaylaya ektiği buğdaydan büyük zararlar ettiğini yana yakıla anlatmıştı. Benzer bir tecrübeyi de kendimiz yaşadık. 8-10 dönüm tarlaya buğday ekmeye karar vermiştik. Traktöre tarlayı sürdürme parasıydı, gübreydi, ilaçtı, gidip gelmeydi derken hasat sonrasında yaptığımız masrafın ancak üçte birini alabilmiş ve aynı tarlaya bir daha ekim yapamamış, korkmuştuk. Sonuçta, uzun yıllardır ekilip biçilen o tarla ve çevresindeki diğer çok sayıda tarla, ekilip biçilmediğinden orman olup çıkmıştı. Son yapılan kadastro çalışmaları sırasında da resmen orman arazisi sayıldı ve elden gitti.
Bu sütunlarda uzun zamandır, hep köylünün sıkıntılarını anlattık, çiftçinin sorunlarını dile getirdik, köyünden kopup gelmiş ve kentin varoşlarında sefalet içinde yaşamaya çalışan dar ve sabit gelirli insanlardan söz ettik, kapanan işyerleri nedeniyle işini, aşını kaybeden işsizleri anlatmaya çalıştık. Bu çaresiz insanların, bir umut diyerek, hangi boş yalanların peşinden koşup durdukları, yalan ve yanlışlara nasıl dört elle sarıldıklarını izah etmeye çalıştık. Ama sesimizin bir yerlere ulaşıp ulaşmadığından bilemiyoruz. Bilemiyoruz, çünkü hiç kimsenin durumunda, dünden bugüne en küçük bir değişiklik bile yok.
Bazen geriye dönüp bakıyor ve kendi kendime düşünüyor, sorguluyorum. Acaba yanlış bir yolda veya yanlış bir çizgide miyiz? Ortalık güllük gülistanlık, insanlar mutlu ve huzurlu da, biz farkına varamıyor muyuz? Ruhumuzda ve yapımızda hep muhalefetlik var da o nedenle mi, hep bazı şeylerden şikayet edip duruyor, yapılan iyi şeyleri ve ortaya çıkan güzellikleri göremiyor muyuz? Bu ve buna benzer soruları daha da çoğaltmak mümkün. Ama etrafıma bakıyorum, benim gibi düşünen çok sayıda kişiyi görüyor ve kendi kendimden şüphelenmekten vazgeçiyor, gören, duyan ve yaşayan bir kişi olarak kendime “aferin” demeden duramıyorum.
Evet, doğrudur; ülkeyi yöneten iktidardan ve politikalarından şikayet ediyoruz. Biz bu şikayetleri sıraladıkça iktidar mensuplarının dişlerinin gıcırdadığı, ellerinin titremeye başladığı, yüzlerinin asıldığı, seslerinin boğuklaştığını görür gibiyim. Yerel yöneticilerden ve bazı uygulamalarından tenkit ediyor, bazen sert bir şekilde eleştirdiğimiz oluyor. İyi bir şey yaptıklarında da takdir ediyor, tebrik ediyor ve kutluyoruz.
Birilerini tenkit ederken nasıl başka birilerinden bir beklentimiz yoksa; birilerini takdir eder, tebrik ederken de bir çıkarımız söz konusu olamaz. Yaptığımız şey doğru bildiğimiz şey ne ise odur. Bu durumdan kimse kendine vazife çıkarmasın.
Şimdi konunun başına dönelim. Türkiye gibi bir ülkenin dışarıdan et ve süt ürünleri satın alması doğru değildir. Yapılması gereken, tarım ve hayvancılığın desteklenmesi, geliştirilmesidir. Dün nasıl bu ülke gıda ve hayvancılıkta kendine yetebilen enden ülkelerden biri ise, alınacak tedbirler ile dışarıdan alan değil dışarıya mal satan ülkelerden biri olmalıdır. Bu potansiyel vardır ve bu kaynaklar harekete geçirilmelidir. Türkiye’nin dışarıdan et ve süt ürünleri satın alması büyük bir ayıptır.
Kaynak : Anamur Ekspress