16 Ekim Dünya Gıda Günü. İnsanların ve canlıların yaşamlarını sürdürebilmeleri için olmazsa olmaz olan gıda, bütün dünya da sayıları neredeyse bir elin parmakları kadar olan ulusaşırı şirketlerin denetimine geçiyor. Yerel kültürler ve bu kültürlere uygun ürünleri üreten köylüler ve küçük çiftçiler yok oluyor. Doğa Der bu politikaları lanetleyen basın açıklaması yaptı.
BASIN AÇIKLAMASI METNİ
Ulusaşırı şirketler, Dünya Ticaret Örgütü tarafından dayatılan serbest ticaret antlaşmaları aracılığıyla, küresel pazarlardaki gıdayı ve tarımsal ürünleri kendi kontrolleri altına almaktadırlar. Ulusaşırı şirketler, yerel ve geçimlik ekonomileri tahrip etmekte, halkların yeterli, güvenli, sağlıklı ve ekolojik olarak sürdürülebilir bir şekilde üretilmiş gıdaya ulaşmalarını engellemektedirler. Halbuki olması gereken şey, bireylerin, toplulukların, ülkelerin gıda egemenliğine sahip olmaları, kendi istediği ürünleri üretme, tarım sistemini koruma, tarım politikalarını belirleme hakkına sahip olmalarıdır.
Gıda egemenliği, yerel ve ulusal ekonomileri ve piyasaları öncelikli tutar ve aile ile üretilen tarım, balıkçılık, hayvancılık ve gıda üretiminde, dağıtımında ve tüketilmesinde çevresel, sosyal ve ekonomik sürdürülebilirliğ e dayanır. Gıda egemenliği saydam bir alışveriş önererek herkes için adil bir gelirin sağlanmasını, tüketicilerin gıda üzerinde kontrol hakkı olmasını kabul eder. Gıda egemenliği, topraklarımız, su, tohumlar, canlılar, biyoçeşitlilik kullanım ve yönetim haklarının gıda üreticilerinde olması gerektiğini kabul eder. Kadınlar, erkekler, etnik gruplar, toplumlar, sosyal sınıflar ve nesiller arasında eşitsizlikten ve baskıdan uzak yeni sosyal ilişkileri ifade eder.
Tüm canlılar, milyonlarca yıl boyunca toprak, hava, su ve güneş gibi ekosistemin farklı unsurlarıyla, doğal yollarla etkileşerek ve gelişerek çeşitlenmişlerdir. Yani genetik değişim, milyonlarca yıldır var olan bir olgudur. Farklı türlerden gen aktarımı yoluyla, canlıların kendi evrimsel sürecinde gelişen ve değişen genetik özelliklerine biyoteknoloji ile yapılan müdahaleler, tarlalarımız, sofralarımız, dolayısıyla gıdamız için büyük bir tehdittir.
Genetik bilimini tarımsal biyoteknolojinin bir silahı olarak her türlü legal ve illegal yolu kullanarak, insanlığın ve ekolojinin riske atılması pahasına tarlalara ve sofralara sokmaya çalışanlar, ulusaşırı şirketler ve onların çeşitli ülkelerdeki sivil ya da resmi taşeronlarıdır.
Küresel biyoteknolojik ürün alanlarının çoğunu, yabani ot ilaçlarına tolerans geni ve bakteri genleri aşılanmış soya, pamuk, kanola ve mısır yani toplam 4 ana ürün işgal etmektedir. Fakat bu ürünlerin ekildiği bölgelerde kullanılan tarım ilaçları miktarı, özellikle ot öldürücüler, artmış ve artma eğilimi de devam etmektedir. Gen kaçışları ile ilaca dayanıklılık geni aşılanmış bitkiden, diğer akrabalarına bulaşmalar olmaktadır. Konvansiyonel ve organik tarım ürünleri bu sayede daima tehdit altındadırlar. GDO’lu kültür bitkilerinden gen kaçışları ile pestisitlere dayanıklılık genine sahip, süper yabani otlar ortaya çıkmaktadır. GDO’lu bitkiler hedeflenmeyen organizmaya zararlı etkide bulunabilirler, bu nedenle faydalı böcekler ve mikroorganizmaları n yok edilmesi ve türlerin azalması da söz konusu olmaktadır.
İnsanoğlunun gıda, tekstil hammaddesi olan lif ve enerji (bioyakıt) gereksiniminin çoğunluğunu karşılayan çok az sayıdaki monokültür ürün, biyoteknolojik endüstriyel tarım adına, konvansiyonel veya organik tarım üzerindeki totaliter baskı etmenidirler. Gen çeşitliliğinin olmadığı monokültür, yani tekli tarım sistemleri, salgın boyutunda gelen hastalıklardan yüzbinlerce dönüm ürünün bir anda kaybedilmesi ve bu hastalıkların yayılmasından sorumludurlar. Bu nedenle başta zengin gen çeşitliliğine sahip yerel türler olmak üzere polikültür yani çoklu tarım sistemleri desteklenmelidir. Ürün çeşitliliğinin zenginliği ülkelerin gıda üzerindeki egemenliklerini de pekiştirir.
Biyoteknoloji şirketleri, monokültür tarımı alabildiğince yaygınlaştırarak, kendinden başka tarım sistemlerini ve ülkelerin gıda egemenliklerini hiçe saymak, ülke çiftçilerini yıkıma sürükleyip topraklarından koparmak, ülkelerin en önemli kaynaklarından olan biyoçeşitliliklerini tehdit etmek, ekolojilerini tahrip etmek, ulusların yerel çeşitlerini ekledikleri ya da değiştirdikleri genlerle patentleyip, mülkiyetlerine geçirmek gibi olumsuz özellik ve eylemlere sahiptirler.
Bunların, ülkemiz için oluşturdukları tehditi; dışa bağımlılığın arttırılması, tarım ve gıdanın endüstrileşmeyle şirketlere bağımlı kılınması ve bu olayların da Tohumculuk Yasası gibi ithal yasalarla pekiştirilmesi ile ilişkilendirmek mümkündür. Ülkemizde, 31 Ekim 2006’de Meclis’te kabul edilip, 7 Kasım 2006’da yürürlüğe giren “Tohumculuk Kanunu”, ülkemizin biyolojik çeşitliliği ve bu çeşitliliğin güvenliğini, uluslararası tohum tekellerinin boyundurluğuna sokan bir içerikle yasallaşmıştır. Bu yasa ülkemizde; tarımın, toprağın, çiftçinin ve gıdanın geleceğini riske atarken, henüz çıkarılamamış Biyogüvenlik Yasası nedeniyle de GDO’lu oldukları bilinen her türlü tarım ve gıda ürünü ülkemize rahatlıkla girebilmektedir. Geçtiğimiz aylarda bizzat Toprak Mahsulleri Ofisi tarafından Arjantin’den ithal edilen yem ve hayvancılık sektöründeki şirketlere satılan GDO’lu mısırlar bunun en güncel örneğidir.
Gıda güvenliğini hijyen kuralları, kalite sistemleri, doküman ve prosedürlerle allayıp pullarken, sağlıklı ve ulaşılabilir gıdanın, insanların temel bir hakkı olduğunu da unutmamak gerekir. İnsanlarımızın seçme hakkına, yemek kültürümüze ve gıda egemenliğine saldırı demek olan GDO’lu ürünleri bir kez daha lanetliyor, ülke tarımını kendine yeterli gıda üretmede dışarıya bağımlı kılan, gıda hammaddesini oluşturan tarım ürünlerinin üreticisi olan kırsal nüfusu topraklarından koparmaya çalışan politikaları kınıyoruz.
DOĞADER
Doğayı ve Çevreyi Koruma Derneği
Tel: (0224) 222 96 01
Sehrekustu Mah. Cemal Nadir Cad.
Koyuncuoglu Apt. No:5 Kat:2 BURSA
(Pirinchan arka kapisi karsisinda)