Bu ülkede “Sapla saman biri birine karışmış durumda.” Tüm kamusal varlıkları küresel tekellere peşkeş çekenler ‘vatansever’, yıllardır ilmek ilmek dokudukları doğasını, toprağını savunanlara da ‘hain’ yaftası yapıştırılıyor.
Geçen gün Mardin’e bir açılışa giden Başbakan çevre mücadelesi verenleri kastederek “(…) Bu oyunların temelinde işte bu tür kalkınmaların engellenmesi yatıyor. Bu oyunların temelinde Ilısu gibi barajların engellenmesi yatıyor (…).” dedi.
Aslında Başbakan’ın çevre mücadelesi verenlere, neden böyle dediği, Türkiye’nin kırlarında olup bitene baktığınızda anlıyorsunuz.
Uzun süredir kırsal alanların neredeyse tamamı, bir şantiyeye dönmüş durumda. Kazma vurulmayan önüne set çekilmeyen ne bir dere, ne bir nehir bırakıldı. Her şey sermayenin karlılığına terkedilmiş durumda…
Daha dün yoksul yaşamlarında bu sorunlardan bihaber yaşayan kitleler, yerlerinden yurtlarından olmamak için, Munzur’da, Loç vadisinde, Karadeniz’in ücra yerlerinde dere simsarlarına inat direniyorlar.
Ne var ki AKP hükümeti bu direniş karşısında hayli şaşırmış durumda. Çünkü insanların doğasını, toprağını, suyunu dişe diş devlet ve sermayeye karşı savunacaklarının hesaba katılmadığı anlaşılıyor. Bu nedenle Başbakan, Bakanlar çevre mücadelesi verenleri hedef tahtasına oturtulmuş durumdalar.
Zira çevre örgütlerine daha da ileri giderek “Çevreci adı altında tipler” oldukları ve aslında bu çevreci tiplerin “Kalkınmanın düşmanı” ve ‘ülkeyi bölmeye çalıştıkları’ konusunda son zamanlarda yoğun bir propagandaya da tanık oluyoruz.
Yani Başbakan inceden inceye bu hareketleri yasadışı ilan ediyor.
Aslında sermayenin yeni birikim sürecine karşı çıkanlara, hükümet cephesinden verilen gözdağı, sadece ifade edilen sözcüklerde saklı değil. Söylenen sözler yavaş, yavaş pratiğe geçiriliyor.
Zira aralarında Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’in de olduğu yerel yöneticilerin Ilısu Barajı’nın yapımını durdurmak için Avrupa’da lobi faaliyeti yürüttükleri için “KCK” örgüt üyeliyi ile yargılandıkları biliniyor.
Kısaca Hasankeyf’in kurtarılmasını istemek, artık suç kapsamında görülüyor. Bölgede yapılan barajların İnsana, Doğaya, Kültürlere zarar verdiğini söylemek her doğaseverin KCK/TM’den yargılanması tehlikesini barındırmaktadır.
Fakat hükümetin çevre örgütlerini sindirmeye dönük tutumu, ülkenin her tarafında uç vermeye başladı. Halkın her demokratik tepkisi asker, polis zoruyla bastırılmaya çalışılıyor. Yargılamalar ve baskılar artıyor.
Önümüzdeki süreçte doğanın talanına karşı çıkanları, hükümetin daha fazla kriminalize edeceği ile ilgili ciddi kuşkular var.
Ancak hükümetin yoğun saldırılarına çevre örgütleri, toplumsal muhalefet oldukça cılız ses veriyor. Daha çok çevre mücadeleleri, kendiliğinden tabandan bir gelişme seyri içerisinde yürüyor.
Oysa hükümet sermayeye verdiği taahhütleri yerine getirmek istiyor. Çünkü neredeyse ülkede satılmayan ne bir tesis kaldı ne de bir karış toprak… Kamu varlıkları ve hizmetlerinin satışından sonra, şimdi de sıranın doğal kaynakların metalaşmasına geldiği anlaşılıyor.
Kısacası AKP hükümeti, toprağı, suyu, madenleri, ormanları sermayenin karlı alanları haline getirmek istiyor. Bunun içinde sermayenin önündeki yasal ve hukuksal engeller kaldırılıyor, hukuk esnetiliyor.
Bilindiği gibi AKP hükümeti kentsel rant dönüşümünü belediye kanununda, orman arazilerinin talanını maden kanununda düzenledi. Şimdi ise HES’lerle ilgili mahkemelerin verdiği durdurma kararlarını boşa çıkarmak için, “Ulusal Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu” tasarısıyla tabiat varlıklarının tespit ve tescili ile ilgili yeni bir düzenlemeyi meclis gündemine getirmeye çalışıyor.
Öncelikle acilen doğanın talanına olanak sağlayacak olan yeni yasa taslaklarının yasalaşması engellenmelidir. Bunun için tüm çevre örgütleri, emek ve demokrasi güçleri birleşik bir ekoloji mücadelesi yürütmeleri gerekir.
Yoksa protestocu ve yerellere sıkışmış bir muhalefetle, sermaye saldırılarına karşı konulması mümkün değildir.
Kaynak : Sendika.org -15 Kasım 2010