Kapitalizmin neden olduğu ekonomik krizlere, çıkardığı savaşlara insanlık defalarca tanıklık etti. Krizlerin ve savaşların neden olduğu yoksulluğu, büyük aıları, insanın kendi kendini yıkıp perişan etmesini yaşadı. Ama insanlık ilk defa bir grup insan faaliyetinin bütün bir insan türünün varlığını yok edecek bir kriz, bir tehdit yarattığını görüyor. Küresel iklim Krizi, enerji krizi, gıda krizi olarak adlandırılan üçlü bir krizle karşı karşıyayız ve üstelik bu krizler birbirlerini tetikliyor. Gelinen nokta o kadar vahim ki, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban ki Moon “Ayağımız gaz pedalına yapışmış bir halde uçuruma sürükleniyoruz.” diye yakınıyor.
Bu konuyla ilgili yeni çıkmış bir kitap; “Küresel Isınma ve Toprak Ananın Yıkımı”. İki, üç kuşak sonrasının dünyasından, bugüne doğru yazılmış bir mektupla başlıyor. Mektup göklere sesle yazılmış, nedeni de sesin uzayda hiçbir zaman kaybolmaması. “Severek büyüttüğünüz, mutlu olduklarında mutlu olduğunuz, üzüldüğünde daha çok üzüldüğünüz, hastalandıklarında başucunda uykusuz geceler geçirdiğiniz, daha iyi bir gelecek için çırpındığınız çocuklarınızın çocukları ve torunlarıyız biz.” diye başlayan sesin umudu, bugünün insanının bu sesleri okuması ve bu gidişe çare bulmasıdır.
Atmosferin ısısının 3-4 derece arttığı; denizlerin 6-7 metre yükseldiği; dev dalgaların oluştuğu; kıyı kentlerinin ve adaların sular altında kaldığı; buzulların ve dağların doruklarındaki buzların eridiği; sellerin her şeyi önüne kattığı; yağmur ormanlarının sıcaktan kavrulduğu; ormanların yok olduğu, dünya nüfusunun yarısının öldüğü; kuzeye doğru göçlerin yaşandığı; tarımsal üretimin neredeyse yapılamadığı bir dünyadan yazılmaktadır bu mektup ve sitem doludur. Mektupta ; “…Çocuklarınız için büyük özverilerde bulunan sizler, soyunuzun daha iyi koşullarda yaşaması için onca caba gösterirken, nasıl oldu da onların yaşayacakları dünyayı tüketmek için uğraştınız, tüketilmesine göz yumdunuz.” Denerek, sorulmaktadır: her türlü olumsuzluktan zarar gören büyük çoğunluk olarak, küçük bir azınlığın kar hırsına nasıl teslim oldunuz, dayatılanlara kuzu kuzu uydunuz. “Neden, nasıl ?”
Kitap gelecekten gelen bu sorunun cevabını arıyor ve bugünkü durumu tanımlıyor.
“Sera gazının sorumlusu insan.
Küresel ısınmanın sorumlusu, başta karbondioksit olmak üzere sera gazlarının artışı.
Sanayi devriminden beri 0.85 ⁰C sıcaklık artışı oldu. Küresel ısınma, kuraklık, seller kasırgalar, su ve gıda kıtlığı ve her gün pek çok canlı türünün yok olduğu iklim değişiklikleri ile kendini gösteriyor.
Sıcaklık artışının 2⁰C’ye ulaşmasıyla, 3, 4,5 ⁰C… artışlarının önlenmesinin iyice güçleş(tirecek).
Yani 2 ⁰C artış, devrilme noktası, sonun başlangıcı.”
Doğanın doğal döngüsü nasıl işlediği, sanayi devriminden sonra bu döngünün nasıl bozulduğu, gezegenin ve beraberinde insanlığın ve tüm canlıların tehdit altına girdiği anlatılıyor. Bütün bunlar bilim insanlarının onca uyarılarını görmezden gelinerek yapılıyor.
Durum hızla kötüleşiyor. Ve gezegenin tehdit altında olduğunu görmek istemeyen gözler bile görmek zorunda kalıyor. “1987 yılında BM Çevre ve Kalkınma Komisyonu Ortak Geleceğimiz (Our Common Future) adlı bir bildiriyle “gelecek kuşakların kendi ihtiyaçlarını karşılamasını sağlayacak kalkınma” olarak sürdürülebilir Kalkınma kavramını ortaya atı”yor.
1989 yılında IPCC’nin (İklim Değişikliği Paneli) ilk kez yapılıyor.
1992 yılında NAS ( Amerikan Bilimler Akademisi), belirsizliklere rağmen, sera gazı etkisinin potansiyel bir tehdit olduğunu belirten bir rapor yayınlıyor. Aynı yıl Rio’da düzenlenen BM Çevre ve Kalkınma Konferansı sonunda hazırlanan Sürdürülebilir Kalkınmayı temel alan “sanayileşmiş ülkelerde savurganlığa varan sürdürülemez üretim ve tüketim şekillerine” vurgu yapan bir bildiri yayınlanıyor. “Gündem 21” başlıklı bir eylem planı hazırlanıyor. “Rio Bildirisi, 50 ülke tarafından imzalanarak sözleşmeye taraf olan ülkelerin yıllık toplantılarının, yani Taraflar Konferansının ilkinde (COP-1) kabul edil”iyor.
“1997’de Kyoto’da yapılan 3. Taraflar Konferansı’nda (COP-3) ülke temsilcileri, sera gazlarını azaltmaya yönelik olduğu söylenen, bağlayıcı bir protokol üzerinde anlaşıyorlar.” Kyoto Protokolü denilen, çokça tartışılan protokol ve sonrası kitapta da tartışılıyor. Alınan kararlar yeterli mi, uygulanabiliyor mu, uygulanabilir mi, küresel ısınmaya çözüm olabilir mi ve benzeri soruların cevabı aranıyor.
Daha da önemlisi, küresel iklim krizinden etkilenen büyük çoğunluk işin neresinde? Onlar yeterli bilgiye sahip değiller. Esas olarak bu bilgiyi taşıyıp yaygınlaştıracak olanlar, toplumsal eşitsizliğe karşı mücadele edenlerdir. Ne yazık ki, ekolojik yıkımın farkındalığına rağmen toplumsal ve ekolojik sorunların birbirlerine bağlılığı yeterince kavranılamıyor. Kapitalizmin insanın sömürüsü üzerine kurulduğu gibi, doğanında tek taraflı sömürüsü üzerine kurulu olduğu unutuluyor. Çevre sorunları biraz da küçümsenerek sistem içi teknolojik tercihler üzerinde tartışmalar yürüten çevrecilere bırakılıyor. “Piyasa Çevreciliği” diye adlandırabileceğimiz grupların baskısı RES’ler ve biyoyakıt vb. konularda tutukluk yaratıyor. Oysa doğa ile toplum arasında sürdürebilir bir ilişkiyi kapitalizmin kurabilmesi mümkün değildir. İnsanlığı çevresiyle kritik bir eşiğe getirenler şimdi çözümünde kendilerinde olduğunu söylüyorlar. Dağları, taşları, ovaları, nehirleri, denizleri metalaştırıp piyasanın hizmetine sunuyorlar ve adına Sürdürülebilir Kalkınma, yeşil enerji diyorlar. Köylüleri, küçük çiftçileri ve yerel halkları yerlerinden sürüyorlar.
Oysa, kitabın yazarının dediği gibi; “Kar amaçlı bu ekonomik sistem içinde, küresel ısınmayı durdurmanın, doğayı koruyup onarmanın ve milyonlarca aç ve yoksul insanı insanca yaşayabilir hale getirebilmenin olanağı yok. Bu ekonomik sistem değişmeli ve ekonomi ekolojik olarak yeniden yapılandırılmalıdır.”
Tehlikenin farkında olan, mücadele edenlere kitabın kaynak oluşturacağını umuyorum.
*Ali Bülent Erdem / Tütün-SEN Genel Başkanı,Çiftçi-SEN Genel Sekreteri
Kaynak : Birgün – 1-Şubat-2014