Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) kuruluş tarihi olan 16 Ekim, her yıl belirlenen bir tema çerçevesinde Dünya Gıda Günü olarak kutlanıyor. Bu yılın teması “Aile Çiftçiliği: Dünyayı besle, yeryüzünü önemse” olarak belirlendi. Bu tema ile açlık ve yoksullukla mücadele, gıda güvenliğinin ve yeterli beslenmenin sağlanması, geçim kaynaklarının iyileştirilmesi, doğal kaynakların yönetimi, çevrenin korunması ve kırsal alanlarda sürdürülebilir kalkınmanın başarılması açısından aile çiftçiliğinin ve küçük ölçekli çiftçiliğin önemine dikkat çekilmesi hedefleniyor.
Dünya Gıda Günü kapsamında yapılan etkinliklerin bir bilgilendirme ve kamuoyu yaratma amacı taşıdığı açık. Bunda bir sorun yok. Asıl sorun istenilen hedeflere ulaşılıp ulaşılamadığında.
Her yıl ciddi bir soruna dikkat çekilmesine rağmen; mevcut sistem, FAO’nun ulaşmak istediği amaçların tam aksi gerçekleşecek tarzda işliyor. Genel olarak bakıldığında gıda üretimi ve tüketimi süreçleri içinde yer alan her şey yıldan yıla artan biçimde küresel ölçekte faaliyet gösteren şirketlerin egemenliği altına giriyor. Dolayısıyla FAO’nun aile çiftçiliğinin önemine dikkat çekmesi nostaljik tonlar taşıyan bir temenniden öte bir anlam taşımıyor. Öyle bir gidişat var ki, şirketler gıda ve beslenme konusunda tarladan çatala uzanan süreçte yer alan her şeye sahip olmak istiyor. Temel amaç gıda güvenliği veya güvencesi değil tedarik zincirinin tamamına hâkim olarak kârı olabildiğince maksimize etmektir. Düzenleyici veya norm oluşturucu işleve sahip ulusal veya uluslararası kurumlar bir engel oluşturamıyor.
Bu konuda çok detaya girmek olanaksız; ama hayvancılık üzerinden bir örnek vererek duruma açıklık getirmek mümkün.
Brezilyalı bir sığır eti şirketi olan “JBS SA” son 5 yıl içinde ABD, Avustralya ve Avrupa’daki büyükbaş ve kümes hayvanı yetiştiren şirketleri satın alarak sektörü tepeden tırnağa yeniden şekillendirdi. JBS şu anda dünyanın en büyük et üreticisi ve sahip olduğu tesislerde her gün yüz binlerce büyükbaş-küçükbaş hayvan ile 12 milyon tavuk kesimi yaparak elde ettiği et ürünlerini 150 farklı ülkeye gönderiyor. Çok büyük bir üretim kapasitesidir bu. Bir de bütün ulaşım hattında soğuk zincir olduğunu dikkate alarak sarf edilen enerjiyi düşünelim.
Küçük aile çiftçiliği bitkisel üretim ile hayvancılığın yan yana, birlikte yürüdüğü bir üretim biçimi. Aslında tarım yapmak dediğimiz şey de budur. Ülkemizdeki gibi gıda, tarım ve hele hayvancılık birbiri ile ilişkisi olmayan konularmış gibi ele alınmaz. Dünyada hayvancılık konusunda aile çiftçiliğini daha da aşındıracak çok önemli dönüşümler oluyorken FAO’nun aile çiftçiliğinin önemine dikkat çekmesi hiçbir işe yaramaz. Ulusal ya da uluslararası kurumların devasa ölçeklere ulaşan şirket büyüklükleri, merkezileşme, doğal kaynaklarının müsrifçe kullanımı, korkunç miktarlara varan atıklar ve bu yapıyı değiştirmek şöyle dursun sürekli derinleştiren teknolojilerin geliştirilmesi karşısında yapabilecekleri hiçbir şey yok.
Burada çok detaya girmek olanaksız bu konu hakkında; ama abarttığımı düşünenlere ABD ile Avrupa Birliği arasında müzakere edilen ve yakında yürürlüğe girmesi beklenen “Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı” anlaşmasını hatırlatmak istiyorum. Tarihteki en büyük ikili ticaret anlaşması olacak bu anlaşma ile şirketlerin daha da büyüyeceğini, uluslararası ticari faaliyetlerin daha da ivmeleneceğini öngörmek mümkün. Anlaşmada yürürlüğe girdiğinde gerek doğa ve gerekse kamu sağlığını korumak adına hükümetlerin önlem alması çok zorlaşacak. Bu durumun mevcut yıkımı daha da hızlandıracağını söylemeye sanırım gerek yok.
Umutsuzluk yaratmak istemiyorum. Alternatifler vardır ve bu konuda dünyada bu konulardaki sorunları daha doğru bir bakış açısı ile ele alan “Gıda Egemenliği Hareketi”, ülkemizde yıllardır bu konuları bıkmadan dile getiren “ÇiftçiSen”, Hindistan’da Navdanya gibi ilk anda akla gelen bazı örgütlerin neler yaptığına, neleri söylediğine daha çok dikkat etmemiz gerektiğini söylemek istiyorum. Süreci kontrol edecek ve değiştirecek güce kavuşmaları hepimizin çabasına bağlı.
Kaynak : Birgün -17 EKim 2014