Geçtiğimiz haftalarda Roma’da Türkiye kamuoyuna yansımayan ama toplumsal hareketler açısından ‘tarihi’ olarak nitelendirilen bir toplantı gerçekleşti: Dünya Halk Hareketleri Buluşması. 27-29 Ekim tarihleri arasında gerçekleşen buluşmayı özel kılan nedenlerden biri çağrının bizzat Papa Fransisko tarafından yapılmasıydı.
Papa’nın sosyal adalet ve toplumsal eşitsizlik hakkındaki çalışmaları nedeniyle ülkesi Arjantin’de sevildiği ve nüfusunun büyük çoğunluğu katolik olan Orta ve GüneyAmerika’da beğeniyle karşılandığı biliniyor. Yine de Ratzinger döneminde muhafazakar ve statükocu kimliği iyice güçlenen Vatikan’ın günün birinde böyle bir buluşmaya evsahipliği yapacağı (Latin Amerikalıların dışında) pek kimsenin aklından geçmiyordu.
Brezilya’dan Mali’ye, Filistin’den Yeni Zelanda’ya, Hindistan’dan Kamboçya’ya yüzü aşkın toplumsal hareket lideri, aktivist ve akademisyenin yanı sıra pek çok uluslararası gözlemci, insan hakları savunucusu ve katolik kilise mensupları da toplantıya katıldı. Tartışma toprak, barınma ve emek olmak üzere üç ana eksen etrafında şekillendi. Katılımcıların büyük çoğunluğuda bu üç alanda mücadele eden hareket ve örgütlerden oluşuyordu.
Buluşmanın gerçekleşmesinde büyük payı olan ALBA1 hareketine göre, toplumsal hareketler ile Katolik Kilisesi’nin aynı zeminde nasıl buluşacağı sorusunun ipuçları Papa’nın eleştirel bakışında saklı. Evangeli Gaudium adlı eserinde,“yoksulların sorunları kökten bir şekilde çözülmedikçe, pazar ekonomisinin ve finansal spekülasyonun mutlak özerkliğine son verilmedikçe, toplumsal eşitsizliğin yapısal nedenlerine inilmedikçe, dünyadaki hiçbir sorun çözülemez” diyordu Papa. Nitekim çağrı metninde toplantının amacı şöyle ifade edilmişti: “Bizler yani yoksullar kendi kaderimizin öznesi olmak istiyoruz ve bu süreçte kilise bize eşlik etmek istiyor”.
Peki kimdi bu kaderinin öznesi olmak isteyen halklar? Toprak mücadelesi verenler adına topraksız köylülerin, yerli halkların ve küçük çiftçilerin uluslararası hareketi olan La Via Campesina’nın yerel ve bölgesel bileşenleri başı çekerken; barınma hakkı mücadelelerini gecekondu ve çöküntü bölgelerinden gelen örgütler ile kriz nedeniyle evlerinden çıkarılan mağdurların oluşturduğu platformlar temsil etti. Emek mücadeleleri içinde ise kayıtdışı çalışanlar, güvencesiz emekçiler, enformel sektör çalışanı işçiler ile kağıt toplayıcı ve geridönüşümcülerin örgütleri dikkat çekti.
Tartışmanın merkezinde yer alan diğer başlıklar arasında barışın önündeki engeller ve küresel kapitalizmin yol açtığı ekolojik yıkım da vardı. Bu konuda önemli katkılardan biri, toplantıya Türkiye’den katılan Abdullah Aysu’nun ülkemizde yaşanan köylü ve ekolojik mücadelelerin yanı sıra Ortadoğu’da süren savaşı ve Kobani direnişini anlatan ve büyük ilgiyle karşılanan konuşması oldu.
Toplantı ikinci gününde Papa’nın katılımıyla Vatikan’da devam etti. Tüm katılımcıları teker teker selamlayan Papa Fransisko, toplumsal hareketlerin taleplerini ve sorunlarını da dinledi. Bu vesileyle, Türkiyeli katılımcılar olarak doğanın tahrip edilmesinden ötürü duyduğumuz kaygıları ve bölge halklarının barış talebini bizzat Papa’ya aktarma fırsatı bulduk.
Toplumsal hareketlere seslendiği konuşmasında Papa, günümüzde yaşanan eşitsizlik ve yoksulluğun nedenlerini irdelerken doğa ve barışın önemine de değindi: “Kısa bir süre önce dile getirmiştim ama burada yeniden tekrarlıyorum. Aşama aşama da olsa üçüncü dünya savaşını yaşıyoruz. Ayakta durabilmek için savaşa ihtiyacı olan ekonomik sistemler var. Bunun için silah üretip satıyorlar ve para uğruna insanlığı feda ederek, ekonomik dengeyi doğrultmaya çalışıyorlar…Para tanrısına odaklı bir ekonomik sistem aynı zamanda doğayı da ele geçirme ihtiyacı duyuyor. Özünde yatan tüketim çılgınlığını sürdürebilmek için doğayı ele geçiriyor.”
Yaşanan başka bir “tarihi” an da Bolivya Başkanı Evo Morales’in buluşmaya katılması ve Papa’yla bir araya gelmesi oldu. Bilindiği üzere Evo Morales toplumsal hareketlerin ve yerli halkların mücadelesini başkanlığa taşımayı başarmış yegane liderlerden biri. Son yıllarda Bolivya’da özelleştirmelere ve neoliberal politikalara meydan okumasıyla Morales özellikle de Latin Amerikalı hareketlerin umuduna dönüştü. Brezilya Topraksızlar Hareketi lideri Stédile’ye göre, Morales’in muhafazakar kimliğiyle tanınan Bolivya Kilisesi’yle arası çoktandır açık. Bu nedenle de Papa’yla görüşmesi büyük önem taşıyordu.
Morales konuşmasında “her şeyi alıp satan kapitalizmin savurganlık medeniyetine karşı demokrasiyi ve siyaseti yeniden kurmak” gerektiğini zira “demokrasinin sermayenin ve bankaların yönetimi değil halkın yönetimi” olduğunu vurguladı. Ne var ki enerji alanında önerdiği çözümlere dair kafamızda bazı soru işaretleri belirdi. Kamuya ait HES, RES, baraj ve güneş paneli projelerini teşvik ederek enerji ihtiyaçlarını karşılayacaklarını belirtmesi daha önce bahsetmiş olduğu Toprak Ana’ya saygı ilkesiyle çelişiyordu. Doğa ve yerel halk üzerindeki olumsuz etkileri açısından bakıldığında, bu tür projelerin kamu ya da özel sektör tarafından yapılmasının bir fark yaratmadığını tartışmaya açacaktık ki maalesef soru-cevap kısmına zaman kalmadı.
Üç gün süren tartışmaların sonucunda toprak, ev ve işe erişimin tüm insanlar için temel bir hak olduğu ve güvence altına alınması gerektiği bir kez daha vurgulandı. Ayrıca buluşmaya katılanların gerçekleştirmeyi taahhüt ettikleri bazı ilkeler belirlendi ardından Dünya Halk Hareketleri Sonuç Bildirgesi hazırlandı
Bu taahhütlerden bazıları, gıda egemenliğini (halkın kendi ürettiği ve tükettiği gıdaları belirleme hakkı) ve toprak reformunu hayata geçirmeyi; doğal varlıklar üzerinde kolektif kullanım hakkını ; GDO’lar, kimyasal girdiler ve endüstriyel tarımın yerine yerel tohumların ve agroekolojinin teşvik edilmesini kapsadı.
Emek alanında ise onurlu ve adil çalışma koşullarının sağlanması; sendikal örgütlenme ve sosyal güvenlik başta olmak üzere tüm işçi haklarının uygulanması ana hedefler arasında yer aldı. Ayrıca günümüzde hâlâ devam eden kölelik ve sömürü biçimlerine; ırkçılığa ve her türlü etnik, cinsiyetçi, dini ya da kültürel ayrımcılığa; serbest ticaret anlaşmalarına, özelleştirmelere ve her türlü metalaştırma sürecine karşı örgütlü mücadele ilkesi benimsendi.
Barınma alanında; herkesin adil ve onurlu bir yaşam alanına sahip olması; su, elektrik, yol, eğitim, ulaşım gibi temel hizmetlere erişimin sağlanması; (borç nedeniyle) evden zorla çıkarılma, uzaklaştırılma ve yıkım vakalarının engellenmesi, inşaat sektörü ve emlak spekülasyonunu engellemeye yönelik eylemlerin düzenlenmesi; boş ve atıl alanların işgal yoluyla kolektif kullanıma açılması; mahallelerde özyönetimci ve dayanışmacı kooperatiflerin oluşturulması ve kolektif konut yapımının teşvik edilmesi gibi öneriler kabul edildi.
Genel hedefler arasında eğitim amaçlı okulların kurulması, toplumsal hareketlere karşı yürütülen (ve onları suç unsuru olarak tanıtan) kampanyalara karşı mücadele, gündelik tüketim ve üretim alışkanlıklarının dönüştürülmesi gibi başlıklar öne çıktı. Ortak bildiriye imza atarak, toprak, barınma ve emek hareketleriböylelikle yeni bir sürecin ilk tohumlarını atmış oldular. Bir sonraki buluşmaya kadar karşılıklı işbirliğive dayanışma ağlarını güçlendirme kararı aldılar.
Öte yandan, Kilise ile ilişkilerin hangi boyutta sürdürüleceğini ve Papa’nın görüşlerinin Vatikan’ın iç ve dış politikasına nasıl yansıyacağını önümüzdeki dönemde hep birlikte göreceğiz. Zira Papa Francisco’nun göreve gelmesiyle birlikte Katolik Kilisesi’nin kendi içindeki gerilimin arttığı söyleniyor. Bir yandan, otoriter devlet politikalarını destekleyen muhafazakarlar bastırırken, diğer yandan küresel kapitalizmin yol açtığı toplumsal, ekonomik ve ekolojik tahribat karşısında sesini yükselten, barış ve demokrasi yanlısı kesimler değişim talep ediyor. Kimilerine göre, kilisenin zedelenen imajını onarmak ve liberal muhafazakar danışmanları karşısında elini güçlendirebilmek için Papa’nın halk hareketlerinin desteğine ihtiyacı var. Vatikan’ın gündeme getirdiği toplumsal hareketler ile aralarında görüş alışverişini sağlayacak bir “diyalog masasının” oluşturulması talebi de bunun bir göstergesi olarak kabul ediliyor.
Şimdilik ileriye dönük bir “ittifak” politikasından bahsetmek için henüz erken. Via Campesina gibi uluslararası hareketler, gerek benimsedikleri yatay ve katılımcı örgütlenme modeli, gerek yürüttükleri eylem ve mücadele biçimleriyle kiliseden yapısal olarak ayrıştıkları kanaatindeler. Yine de bu nitelikte bir buluşmaya katılmanın – özellikle de Dünya Sosyal Forum sürecinden beklenen ortak mücadele umudunun yitirildiği bir dönemde – diğer toplumsal hareketlerle dayanışma ağları kurmak açısından önemli olduğu görüşündeler.
Son olarak, Papa Fransisko’nun konuşmasından Türkiye gerçekliğine cuk oturan bazı satırları aktarıyoruz. Önümüzdeki günlerde yapacağı ziyaret öncesinde dikkate alınması dileğiyle…
“Eğer doğayı tahrip eder ve barışı sağlamazsak, geriye ne toprağımız, ne evimiz ne de işimiz kalır. Bunlar öyle önemli meseleler ki halkların ve toplumsal hareketlerin bunları tartışmaktan hiçbir zaman vazgeçmemesi gerekir. Sadece siyasi liderlerin eline bırakılamazlar. Dünyanın tüm halkları, iyi niyetini koruyan tüm kadınlar ve erkekler, bize sunulan bu değerli iki nimeti, barışı ve doğayı korumak için hep birlikte sesimizi yükseltmeliyiz.”