Tarım, gıda ve ekolojiyi konuşuyoruz birlikte. Tarım, gıdanın sağlandığı uğraşı, iş. Gıda, insanların yaşamını sürdüren besin. Ekoloji tarımın yapılıp yapılamayacağına, neyin yetiştirilip, neyin yetiştirilmeyeceğini belirleyen ana öge.
Biliyorum. Bildiklerimizi tekrar ettim. Buradan bir şeyler üzerine hasbıhal edelim istedim.
Avrupa’nın kuzey bölgelerinin ekolojisi sığır yetiştirmeye elverişli. Sığır yetiştiriyor onlar. Oralarda yağmur bol. Bol yağmur, otların boyunu yükseltiyor. Yüksek boylu otlar sığırın beslenebilmesine olanak sunuyor. Onlar da sığır yetiştiriyorlar. Doğru yapıyorlar. Yaptıkları bu doğru ile tarımlarını iyi yönetmiş oluyorlar.
Sığırların laktasyon (süt verim dönemi) dönemi koyunlara göre uzun. Bu sayede yılın bütün ay ve günlerinde Avrupa’da süt bulunabiliyor. Sütü işleyip olmadığı zamanlarda kullanalım diye bir çabaları da pek olmuyor. Dolayısıyla onların hayvansal ürünlerle beslenme kültürleri bize göre farklı.
Bizim ekolojimiz koyun yetiştirmeye elverişli. Çünkü biz kurak iklim kuşağındayız. Bu nedenle yıllık yağış ortalamamız hem düşük, hem istikrarsız. Az yağmur yağdığı için otların boyu kısa. Kısa boylu otlar sığırların beslenmesine olanak vermiyor. Koyun yetiştiriciliğine el veriyor. Koyunların da süt verim dönemi sığıra göre daha kısa. Koyun sütünün kesildiği dönemlerde hayvansal ürün tüketimi sürebilsin diye sütün olduğu dönemlerde sütten peynir yaparız, biz. Peyniri yılın on iki ayı tüketiriz. Bu da bizim beslenme kültürümüz ve doğrumuz.
Tanzimattan bu yana Avrupa modernitesine öykünürüz. Bu öykünme bizi önemli ölçüde taklitçi yaptı. Taklitçiliğimiz sürüyor hala. Kısa erimde kurtulacağımız pek yok. Kendi gerçekliğimize uygun, jeopolitik koşullara ve potansiyelimize göre tarımımızı bir türlü planlayamıyoruz. Ya taklit ediyor veya onların dayattığı politikaları uyguluyoruz. Ondandır ki, bir türlü düzen tutmuyor tarımımız, bizim.
Hayvanlarımızı otlatmadan katkılı yemlerle şişiriyoruz. Hayvanlar şiştikçe geliştik diyor, böbürleniyoruz. Kendimizi kandırıyor, kamuoyunu da yanıltıyoruz.
Hayvancılığımız böyle de, bitkisel üretimimiz doğru mu? Ne gezer.
Hani deveye sormuşlar: “Boynun niye eğri?” O da, “Nerem doğru ki?” demiş. Bizim tarımımız bu misal. Geçenlerde Avrupa’dan 90 bin ton buğday ithal edeceğimiz yazıldı. İkinci Dünya Savaşı sonrası ürettiğimiz tarımsal ürünlerimizle doyurduğumuz Avrupa bize şimdi buğday satıyor. Gelişiyoruz ya! Nerden nereye demeyeceğim. Her şey orta yerde!
Avrupa buğdayı kime satıyor? Bize.
Biz neyiz? Buğdayın anavatanıyız.
Beslenme kültürümüz neye dayalı? Ekmeğe.
Ekmeğin anası buğdaya muhtaç bırakılmışız yani.
Gelsin bu gerçeklerin ardından “Tarımımız gelişiyor. Tarımı şuradan aldık, şuraya getirdik” teraneleri. Bilenler gargara yapıyor. Siz de bilenlere uyun, yutmayın.
Sen samanın, ekmeğin için dışa muhtaç ol. Konuşunca mangalda kül bırakma. Ama mutfaklarımızda fareler bile cirit atamaz hallerdeyiz. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu demezler mi?
Sonra şu olacağım, bu olacağım. Ol. Gelsin referandum. Gelsin. Ne olacaksa?
Ekmeğin anasına muhtaç edilmiş, ekmeğini üretmekten acze düşmüş bir memlekete Sultanlıktan kimseye yar olmaz.
Samanını, buğdayını, kurbanlığını yaban elden alan memleket; uzun sürmez, yönetenine el olur!
Kaynak : Demokrasi 28 Ocak 2017