Algının yaratılması kadar onu yaratan ve yansıtan unsurlarında deşifre edilmesi isimlerinin netleştirilmesi büyük önem taşımakta. Öneminin büyüklüğü ekoloji mücadelesinin yön ve hattına katkı sunuyor olmasından da kaynaklı. Net tanımlarla ilerleyelim… “Ekoloji mücadelesi ne sağcıdır ne solcu. Tarafsız bir doğa savunusudur…” Lafı baştan sona hatalar zinciri taşır. Ekoloji mücadelesi sınıfsal bir mücadele ve politik tavır alıştır. Bu anlamı ile ezilen ve sömürülen tüm sınıf ve canlılardan yana açık bir şekilde taraf alır. Bilindiği gibi taraf tutmuyorum demek, egemenin tarafındayım dememek için yalan söylemektir.
Siyaset yapış tarzı olarak ekoloji mücadelesi hala daha gerektiği, hak ettiği önemi göremiyor. Siyasi ekoloji tam olarak gündeme oturamıyor. Bir çok neden saymak adettendir. Ekoloji mücadelesinin kendisinin siyasi bir duruş olduğunu belirterek devam edip ekleyelim: Ekoloji mücadelesinin önem kazanması tamamıyla pratik yani örgütlenme sorunudur. Bu sorunu ilerleyen süreçte uzun uzadıya tartışacağız bu sayfalarda…
“Daha az zararlı” lafını bir türlü anlayamadım! Ne demek daha az zararlı? Şu enerji tipinin kullanımı, bu üretim tekniği, o model araba, şu santral tipi, bu maden çıkarma yöntemi… daha az zararlı derken anlatılmak istenen ne? Bir kıvırtma biçimi olarak bu söze inananlara ne demeli peki! Zararlının azından ne anlıyorlar bilmiyorum ama, altında feci şekilde sistemi kutsama ve kurtarma operasyonunun yattığını biliyorum. Daha fazla kâr için yeni alanlar arayan sistemin önemli sayıda insanı uyutmak için kullandığı bir kavram bu: daha az zararlı… Bundan kurtulmak ve bu algıyı düzeltmek gerçekten önem taşımakta. Doğaya saldırının daha azının olamayacağının kavranması gerekmekte. Bunun aslında suçu örtme, bastırma, yanıltma ve yanlışa razı etme stratejisi olduğunun altı çizilmeyi beklemekte.
Ekolojik mücadelelerin olmazsa olmazı; döviz / pankartlar. Çok sık gördüğüm bir pankartla devam edelim. Şöyle yazıyordu: “ Biz buraya santral (maden araması) istemiyoruz “. Bu pankartta yazılanlar doğru ama önemli eksikler içeriyor. Burada falanca doğa talanı, yıkım vd. istemiyoruz ama az ötede yada daha uzakta olursa iyi olur mu denmek isteniyor? Benim bulunduğum yerde olmaması sorunu çözmeye yetiyor mu? Bir örnekle somutlaştıralım bu durumu: Evimizi temizlemek olmazsa olmazımız. Sürekli temizlikten bahseder dururuz. Bir kova suyun içine falanca temizlik malzemeleri (kimyasallar) doldurup evi bir güzel temizler siler süpürürüz. Buraya kadar tamam. Peki o kirlenen su ne olacak? Süpürülen silinen kirler nerede duracak? Lavabo ve çöp yolu ile evden atılacak. Ev hariç doğanın geri kalanı ile buluşacak. Kirli su ve çöpler yok edilmeyip uzaklaştırılacak. Sorun çözülmeyip ertelenecek… Bu bölgede istememek yetmiyor, her yerde ve zamanda istenmediğini söylemek gerek. Evimin önünü temizlemek için önce yanı başımdaki evin önünü kirlettiğimi unutmadan buna tüm sonuçları ile karşı çıkmak önemli.
Son günlerde zeytin talanı gündeme oturdu. Biliyoruz ki, zeytin bir ağaçtan çok daha fazlası. Aynı zamanda tarih, kültür mirası. Bu anlamı ile kıymeti paha biçilemez öneme sahip. Yok edilmesine her şartta karşı çıkmak gerek, ama orada durmamak koşulu ile. Çünkü ekoloji mücadelesi sonuç odaklı bir mücadele değildir ve orada noktayı koymamak gerekir. Zeytin katliamı, maden, enerji, kâr oranı, doğa ve insan sömürüsü, savaş… arasında bire bir bağlantı olduğunu unutmamalıyız. Zeytin ağacı kesilmediğinde (işte çeşitli nedenlerle kesim engellendiğinde) az önce saydığım bağlantılar ne yazık ki kesilmiyor! Zeytin ağacının kesimi bu bağlantıların sonucudur. Bunlar olsun, gerçekleşsin diye zeytin ağacını kesiyorlar. O nedenle sadece sonuca endekslenmiş eylemler sorunu çözmeye yetmiyor. O anı kurtarıyor o kadar. Yürütme sadece duruyor. O da bir süreliğine. Ekleyelim; bir şeyin durması tekrar hareketlenmeyeceği anlamına gelmiyor. Bir an için durur ama sonra tekrar yoluna devam eder. Bu durmayı önemsemek ama önemini abartmamak gerek. Abartı unutturur. Kapitalizm kendi hareket yasaları gereği durmaz, duramaz! Durmadan yürüyen (daha çok kâr diyen) sistem de yürü(t)meyi durdurmak anlık çözümdür. Sonuçta yürü(t)me bir şekliyle devam eder.
Algı yaratıcıları kadar algı pohpohlayıcıları ve bunu marifet gibi sunanların sayısı oldukça fazla. Sanki “içten sesler korosu” gibiler. Bu koronun başında bulunan kapitalist yöneticiler son günlerde Aziz Augustinus‘un ünlü duasını repertuvarlarından eksik etmiyorlar: “ Tanrım beni masum, namuslu, onurlu yap… Ama şimdi değil.“
Başladığımız gibi bitirelim. Politikleşemeyen her mücadelenin kısa ömürlü olduğunu ve geriye aktaracağı birikiminin bulunamayacağını tekrar hatırlatalım. Aktaracak deneyim ve birikimi olmayan mücadelede gerçek anlamda mücadele olamaz. O artık bir hurafedir, bir efsanedir ve sönüp gidecektir…
Kaynak : Gaztete Karınca