Çiftçiler Sendikası genel örgütlenme sekreteri Adnan Çobanoğlu’yla, Tarım Kredi Kooperatifi ortağı olan çiftçilerin durumundan yola çıkarak, borçlanma ve haciz sürecinin arka planını ve çiftçilerin örgütlenme eğilimlerini konuştuk. İki bölüm olarak yayınlayacağımız söyleşinin bu bölümünde, tarım kredi mağduriyetine odaklanıyoruz.
Tarım Kredi Kooperatifleri ülkenin çeşitli yerlerinde çiftçilerin traktörlerini, araçlarını, hayvanlarını haciz etti. Bu süreci nasıl görüyorsun, yorumluyorsun?
Açıkçası bu durum bir sonuç, şaşırtıcı bir yanı yok. Zaten Tarım Kredi Kooperatifleri, eski geçmiş işlevlerine uygun bir davranış içinde değil. Kooperatifler şirketlere alternatif olarak doğmuştur. Ancak Tarım Kredi Kooperatifleri, son 10-15 yıldır şirket gibi yönetilen, holdingleşmiş bir “kooperatif”. Kendi bünyesinde çok sayıda şirketi var ve asıl faaliyeti bu şirketler üzerinden yürüyor. Geçmiş kooperatifçilik mantığıyla hareket etmiyor artık.
Geçmişi nasıldı?
Kendisini Mithatpaşa’nın “Memleket Sandıkları” hikayesine bağlıyor sözde; 1935’lerde kredi vermek üzerine kuruluyor. Ama her farklı dönemde, siyasi iktidarlar farklı bir biçim vermeye çalışmışlar. Son 10-15 yıldır da şirketler kurarak holdingleşmiş. Asıl işlevi kooperatifçilik değil, şirket kurmak olmuş bir kurum. 12 Eylül sonrasında neoliberal politikalarla, özellikle 2000’ler başında bu büyük kooperatiflere —tarım satış kooperatifleri birliklerine de— şirketleşin dediler. Avrupa Birliği, Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu (IMF) yoluyla gerçekleşti bu. Kooperatifleri şirketleşmeye yönlendirerek, deyim yerindeyse tasfiye ettiler.
Bir kooperatifle bir şirket arasındaki farkı nasıl görüyorsun?
Kooperatifte herkes eşit haklara sahiptir. Ortakların büyük sermaye koyması üzerine şekillenmez. Yönetim seçimle olur. Tarım Kredi Kooperatifi yönetimleri de sözde seçimle belirleniyor; ama iştiraki olan holding yönetimleri seçimle değil, atamayla, müdürler yoluyla yönetiliyor. Bu kooperatifin yatırımlarına baktığımızda, madencilik, sigortacılık, lojistik, uluslararası taşımacılık, son iki yıldır da marketleşmeye yönelme var. Bizzat Cumhurbaşkanı, gıda krizi karşısında sözde çözüm yolu olarak ifade etti. Bu kooperatif ne yapacak? Üreticilere kredi mi verecek? Tarımsal üretim yapmaları için destek mi olacak? Yoksa, ticari faaliyet mi gösterecek? Kooperatifin genel yönelimine baktığımızda ticari faaliyeti öncelediğini görüyoruz. Hiç de öyle üreticinin üretim yapmasını teşvik sağlayan bir faaliyet değil. Bir şirket kurarak lisanslı depoculuk yapıyor, lojistik firması kuruyor, sigortacılık yapıyor, market açıyor, elindeki sermayeyi bu tür yatırımlara yöneltiyor. Elde edilen gelirle üreticiye kredi vermeye yönelmiyor. Kooperatifçiliğin ana mantığı, oluşan kârı üyelerinin kararı ile üyelerle paylaşmaktır. Bunu yapmaktan ziyade hep yatırıma yöneliyor ve bunları da şirkete dönüştürerek yapıyor. Bu anlamıyla bakıldığında, bir kooperatif mantığının ötesinde işlevi var. Haciz işlemleri ve benzeri şeyler şaşırtıcı değil.
Yine de insan, kendi ortağı olduğu kooperatifin başka bir yol yöntem izlemesini bekler, değil mi?
Elbette. Üreticiler de bu yönüyle bakıyor. Cumhuriyet’in ilk kurulduğu zamanlar kredi vermek amacıyla kurulan bir kooperatifti bu. Çiftçilerin pazara dönük bir üretim yapması için öne çıkarılıyordu. “Yeşil Devrim” zamanı bu kooperatiflerin işlevi gelişiyor ve sayıları artıyor. Tarımsal üretimde krediyle büyüme sağlamak, üreticinin üretim biçiminin değişmesini sağlamak işlevleri vardı. Bunu kârlar elde ederek veya faiz koyarak yapmıyordu. Aksine, üreticiyle dayanışma mantığıyla yapılıyordu. 70’li yıllardan sonra, özellikle makineleşme artınca, bu kooperatifler makine ve benzeri araç ve ekipman sağlama işlevi görmeye başladı. 2000’li yıllara gelindiğindey

Adnan Çobanoğlu
se, neoliberal tarım politikalarına uygun olarak bu kooperatiflere yeniden biçim verildi.
Bu nasıl oluyor?
Mesela, tohumculuk sektöründe çalışıyor, hibrit tohumu sunuyor, özellikle övünüyor bunu söylerken. Sertifikalı tohuma uygun hareket ediyor. Sonuçta, Tarım Kredi Kooperatiflerini köylüyü kontrol etmenin, yeni gıda sistemine, şirketlere bağımlı kılan sisteme dönüştürmenin bir aracı olarak kullanılıyor bugün siyasi iktidar tarafından. Haliyle bu nedenle çiftçiler kooperatifleri birbiriyle dayanışma ve ortaklaşma aracı olarak değil kendinin sömürülmesi aracı olarak görüyor ve genel olarak kooperatifçilik fikrinden uzaklaşıyor. Halbuki gerçek kooperatifçilik bu değil.
Türkiye genelinde büyük borçlanma olduğu doğru mu?
Pandemi döneminde özellikle borçlanma ağırlaştı. Ürünleri pazara sunmak zorlaştı. Yazın domates tarlada çürüdü, benzeri başka ürünler oldu. Pazara ulaşamayınca, çiftçi geçinmek için zorunlu olarak borç alıyor. Bundan bir kaç yıl önce üreticiler tarım kredi kooperatifinden alınan kredi faizinin özel bankalardan daha yüksek olduğundan şikayetçiydiler. Burada başka bir tehlike de şu: üreticileri birbirine kefil yapıyorlar. Tarlasına ipotek koymak yetmiyor. Diğer çiftçileri de aynı dişlinin parçası haline getiriyor, ödeyemez kılıyor.
Karşımızda o halde daha bütünlüklü bir tablo var.
Şu anda Tarım ve Orman Bakanlığı’nın üretim politikası “sözleşmeli üretim” yönünde, bunu teşvik ediyor. Tarım Kredi Kooperatifleri de buna uygun biçimleniyor. Ürün desenini değiştireceksiniz, ihracatta katma değeri olan, ihtiyaç hissedilen ürünlere yöneleceksiniz. Kredi kullanımı artacak ve borçlanma büyüyecek. Oysa üretici, üretemez noktada. Ürettiği ürünü ise pazara sunamıyor. Pazar yerine aracılar çöreklenmiş. Tarım Kredi Kooperatifi de bu anlamda aracılık yapıyor, köylüyü baskılandırıyor. Üreticiden borcu kadar, taksidi kadar ürün alıyor, marketlerinde satmak için.
Şu an ne yapılmalı?
Pandemi koşullarından kaynaklı olarak, bu borçların faizsiz ertelenmesidir, yapılandırılmasıdır. İkincisi, zaten traktörleri, tarlaları hacizli bu çiftçilerin. Bunlara el koymakla, üretim aracına el konmuş oluyor. Bu şu demek: “sen üretme, bunu şirket üretsin, veya sen git, şirketlere bağlan, sözleşmeli üretim yap.”
Çiftçiler traktörleri haciz edildikten sonra Amasya’da eylem yaptılar, Ankara’da buluştular. Bir arayış içerisindeler. Bunu nasıl değerlendirmek gerekir?
Belirli zamanlar, gıda sistemlerinin ciddi dönüşüm süreçleridir. Bu dönemlerde iflaslar da çoğalıyor, tepkiler de. 2000li yıllarda, neoliberal politikalar uygulanmaya başladığında, “15 günde 15 yasa” uygulamaya başladığında, bir çok yerde üreticiler traktörlerle tepki gösterdiler. Çünkü, devlet aradan çekilmeye başlamıştı. Destekleme alımlarından, taban fiyat uygulamasından vazgeçmişti. Birdenbire üreticiler problemle karşı karşıya geldiler. Aşağıdan yukarıya, örgütlenme geleneği de yok çiftçilerde. Böyle olunca, anlık tepkiler ötesine gidemiyor. Bizim çiftçi sendikalarını kurmamız da bu döneme tekabül ediyor. Gerek devletin bu konuda yasal düzenleme yapmamış olması, gerekse baskılar, kendini hissettirdi ve örgütlenmede sıkıntılar yaşadık. Son Tarım Şurası’nda ciddi bir karar alındı: sözleşmeli üretimi tercih ederek kullanma. Sözleşmeli üretim, nedir? Üretim araçlarıyla —tarlası, araçları, hatta ailesiyle birlikte— kendini, emeğini kiraya vermesidir. İkinci bir karar, bundan sonra tarımsal üretimi, Tarıma Dayalı İhtisas Organize Sanayi Bölgeleri kurarak yönetmek. Gıda ihtiyacı buradan karşılanacak. Bu bölgeler, örtü altı tarımı öne çıkartan, buraların yönetimi ve sahiplerini ticaret odaları, ihracatçılar birliği ve benzeri şirketlere ve Tarım Kredi Kooperatifi’nin ortak kuracağı şirketlere bırakarak yönetileceği şeklinde ifade ediliyor. Bunu yapmak için de, bu toprakların, kaynakların şirket üzerinden yönetimini öne çıkaracaklar. Dolayısıyla, eğer ki üreticilerin tasfiyesiyle bu amaçlanıyorsa, bundan daha elverişli bir durum söz konusu olmaz. Haciz edersin, toprağına el koydurursun, daha sonra o bölgede başka bir tarzda üretim sistemi kurdurursun. Tarıma Dayalı İhtisas Organize Sanayi Bölgeleri olgusunda, devlet acele kamulaştırma da dahil hazine arazilerinin hibe olarak vermesi vb. olarak ifade ediliyor. Bunları gören bir noktadan üreticiler, sadece günü kurtarma anlamında değil, uzun vadeli şirketlere ve şirket politikalarını uygulayan siyasi iktidarlara karşı bir mücadele hattı kurabilir, buna göre bir örgütlülük içine girebilirse başarı şansı olur.
Röportaj: Umut Kocagöz