150 yıl kadar önce başladı, başlatıldı bu “savaş”. Yeni değil, sanayi devrimiyle birlikte başladı ve hala sürüyor bu kavga.Şirketlerce…
Yeryüzü şimdi gökyüzü ile kanlı bıçaklı. Yeryüzü durmaksızın saldırıyor, gökyüzü kendini savunmaya çalışıyor, ama nafile. Çünkü yeryüzünün saldırgan yüzü şirketler ve hamileri hükümetler çok arsız. Arsız oldukları kadar yüzsüzler de.
Sanayi devrimiyle enerji tüketim materyalleri değişti/değiştirildi. Yöresel ekolojik yakıtların yerine kömür petrol ve doğal gaz ikame edildi.
Sonuç?
Şirketler ve şirketlere cansiperane kalkan olan hükümetler, ne yeryüzünde bir düzen, ne de gökyüzünde bir istikrar bıraktılar.
Şimdilerde gökyüzünün gözpınarı muslukları kapalı, yağış yok denecek kadar az. Bu yüzden içme suyu baraj seviyeleri düştü. İnsanlarda içme suyu kaygısı başladı. 2017’den ve 2018 başlarına, yani bugünlere kadar bitkilerin periyodik olarak ihtiyaç duyduğu yağışlar yeterli oranda düşmedi. Bu nedenle içme suyuna ek olarak, bitkisel besin endişesi de baş gösterdi; insanoğlu ve kızında. Kısacası, yeryüzü suya hasret. Beslenme için tehlike çanları çalıyor. Türkiye’nin birçok bölgesinde yeryüzü tam takır, kuru bakır. Suyu ara ki bulasın.
Peki, nereler bu yerler?
Urfa, Erzurum ile Ağrı arası ve Kırşehir’in kuzeyi, hatta Ordu’nun bir bölümünü kapsayan alan için olağanüstü kuraklıktan söz ediyor, Meteoroloji Genel Müdürlüğü, son 12 aylık kuraklık analizinde.
Maraş, Elazığ, Diyarbakır, Malatya, Muş, Gaziantep, Kayseri, Mardin Kilis ve Antakya için de, kuraklık derecesini şiddetli olarak verdi. Bu bölgeler dışında İstanbul ve İzmir’de fırtına “ben buradayım, unutmayın” derken, Antalya’da ağaçları kopararak, “ben buyum bakın”, dedi fırtına.
Evet, iklim krizi almış başını gidiyor, her geçen gün istikrarsızlaşıyor da. Türkiye’nin doğusunu kurutuyor, batısını sel ve fırtına ile önüne katıyor.
İşte böyle. Son 44 yılın en kurak yılı yaşandı, hala da yaşıyoruz. Uzmanlar, yağışların Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgelerinde yüzde 20-40, Orta ve Batı Anadolu bölgelerinde ise yüzde 40’ı aşan oranlarda azalacağı sinyalini veriyor.
Bu ne demek?
Daha uzun ve şiddetli kuraklıkların sıklıkla yaşanma ihtimali artacak, Türkiye nüfusunun 50 milyonunu barındıran 30 şehir büyük oranda kuraklıktan etkilenecek, demek! Bunu söyleyen ben değilim; uzmanlar söylüyor. Yani veriler, karnemizin iklim dersi bölümüne, “sınıfta kalma ihtimali yüksek, ‘bütünlemeye kaldı’” diye not düşmüş vaziyette. Çok çalışmamız lazım çok!
Çalışmamız yetmez, çok dikkat etmemiz de gerekiyor. Dikkat ediyor muyuz, peki? Hayır!
Bakın, Türkiye’nin atmosfere saldığı sera gazları 1990’da 214 milyon ton iken 2015’de 475,1 milyon tona yükselmiş. İki katını aşmış durumda. Aynı dönemde kömürlü termik santrallerin karbondioksit salımları 30,4 milyon tondan 80,3 milyon tona çıkmış. (Orhan Sarıbal) Bu oranda üç kata merdiven dayamış vaziyette. Nereye?
Ne yapar bu termik santraller?
Görünürde elektrik üretir. Elektrik üretirken çok su tüketir. Temiz aldığı suyu da kirletir, öyle bırakır doğaya. Böylece yeraltı ve yerüstü sularımız kullanılmaz duruma gelir. Kullandığı kömür ile atmosfere karbondioksit pompalar. Ovalarda bitkisel üretimi hem düşürür hem sağlıksızlaştırır. Küresel iklim değişikliğine katkı koyar. İklimin istikrarsızlaşmasına yol açar. Elbette bütün bu olup bitenlerin tek nedeni termik santraller değil, ama en önemli nedenlerinden biridir, termik santraller.
Ne yapmalıyız o halde?
Termik santral için gaz pedalında tuttuğumuz ayağımızı kaldıracağız, fren pedalına basacağız. Bu kadar.
Kaynak : Özgürlükçü demokrasi – 28 Ocak 2018