Henry Kissinger'ın düşüncesini baz alalım. Buğday, jeostratejik açıdan en az petrol kadar ve hatta petrolden daha değerli bir varlık olabilir mi?
Genetik yapısı değiştirilmiş organizmalarla (GDO) ilgili olarak ABD’nin dünyaya dayatmasının, her zamanki gibi çok insancıl (!) sebepleri olduğu muhakkak. Kimilerinin devrim olarak kabul ettiği GDO tarzı tarımın, dünyada açlık meselesinin çözülmesine katkı sağlayacağı söylenmekte. Tam da İstanbul’da, İSEDAK (İslam İşbirliği Teşkilatı Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi) toplantısında taze veriler elimize ulaşmıştı bu konuda. Son ekonomik krizin de 100 bin civarı katkı yapmasıyla, açlık problemiyle yüz yüze yaşamaya çalışan insan sayısının 1 milyarın üzerine çıktığı bildiriliyordu.
GDO teknolojisinin kullanım istatistiğine bir göz gezdirecek olursak, 1996’da 6 ülkede 1.7 milyon hektarlık alanda GDO ile tarım yapılırken, 2005’te 21 ülkede 90 milyon hektarlık tarım alanında GDO ile üretim yapıldığı görülmekte (Kaynak – ISAAA). 10 yılda GDO’lu üretimde 53 kat artış olmasına rağmen öne sürülen tezin aksine, dünyada açlıkla boğuşan insan sayısının hızla artmakta olduğundan bahsediyoruz kısacası.
Demokrasinin bedeli:Petrol ve buğday
Amerika’nın gerçeklerle uyuşmayan tezlerine tek örnek bu değil elbette. Geçenlerde yine kanımızı donduracak bir rakam geldi ABD kontrolünden yeni çıkan Irak’tan. Her ay onlarca çocuğun 400 dolara, organ ticareti ve cinsel istismar dahil türlü amaçlarla satıldığı Irak’ta, temel meselelerden birinin açlık olduğu söyleniyordu. Binlerce yıl önce buğday tarımının doğduğu yer olan Irak’ta, bugün açlıktan bahsediyoruz. ABD’nin de Irak’a girerken taahhüt ettiği, tokluk değildi zaten, demokrasiydi! Bir türlü gelmeyen demokrasinin bedeline gelince… ABD merkezli ‘Adil Dış Politika’ kuruluşu, Ekim 2006’da 1 milyon 213 bin 716 sivil ölüm saptadı Irak’ta. Bütün bunlar, küçük bir yanılsamanın sonuçlarıydı. Zira ABD, nükleer silah var diye girdiği topraklarda, silah dışında petrol (ABD’nin şah damarından akan kan) ve işkenceci Amerikan askerlerinin görüntüleriyle basına yansımış Ebu Gureyb’de, yüzlerce yılda geliştirilmiş buğday tohumu çeşitlerinin yer aldığı bir tohum bankası buldu. Petrol ve buğday tohumu! Tohum bankasında bulunan tonlarca buğday tohumunun akıbetiyle ilgili olarak, kimisi komplo teorisi kıvamında pek çok şey söylenmekte. Klasik emperyalizmle anlaşılamayacak ABD gerçeğini eski ABD Dışişleri Bakanı ve Nobel Barış Ödülü sahibi (!) Henry Kissinger’ın ‘Ulusları ve insanları kontrol altında tutmanın yolu, petrolü ve yiyeceği kontrol altında tutmaktır” düşüncesini temel alarak inceleyelim. Acaba buğday, jeostratejik açıdan en az petrol kadar ve hatta petrolden daha değerli bir varlık olabilir mi? Bu sorunun cevabına ulaşmak için İkinci Dünya Savaşı ve özellikle Soğuk Savaş sonrası ABD gerçeğini anlamalıyız.
Dünya nüfusunun yalnızca yüzde 5’ini barındırırken, dünyanın tüm zenginliklerinin üçte birine sahip ABD:
Dünyanın dört bir yanından gelen beyin göçünün bir numaralı adresi. (2001’de Amerikan üniversitelerindeki mühendislik fakültelerinde, öğretim görevlilerinin yüzde 34’ü yabancıydı.
Araştırma-geliştirmeye devasa paralar harcamakta (dünyada bu alana ayrılan paranın üçte birinden daha fazlası).
Toplam sanayi üretimi içinde, yüksek teknolojik sanayinin büyük ağırlığı dikkat çekici (2001’de yüzde 21, aynı yıl Almanya’da yüzde 10.7).
Dünyada yapılan askeri harcamaların, tek başına yarısına denk gelen bir askeri bütçeye sahip. Nükleer gücünün yanı sıra havada ve karada sahip olduğu istisnai lojistik olanaklar, gözlem ve haberleşme uydularının avantajlarıyla, uzaklardan gerçek zamanlı savaşlar yürütebilecek tek ülke.
Para birimi Amerikan Doları, dünya döviz rezervlerinin yüzde 68’ini karşılamakta. Ticaret hacmi uluslararası ticaret hacminin yüzde 15’ine denk gelmesine rağmen, uluslararası ticaretin yarısında fatura birimi dolar olarak geçmekte. Büyük miktarda kamu ve özel sektör borç stokunu kendi parasıyla borçlanarak finanse etmekte.
Enformasyon ve iletişim teknolojilerinde öncü ülke. Dünyada yazılım sanayiinin yüzde 51’ini, bilişim hizmetlerinin yüzde 41’ini elinde tutmakta. Dünyada en büyük 10 bilişim donanımı firmasının 8’i, ABD menşeli.
Küreselleşen ekonomik sistem içinde ekonomik güç, sayıları birkaç yüzü geçmeyen büyük şirketlerin kontrolünde ya da gizli tekelinde. İlk 100’e giren şirketlerin cirolarının yüzde 37’si, ABD menşeli firmalara ait. ABD, çokuluslu büyük şirketlerin vazgeçilmezi serbest ticaret ilkesini işine geldiği gibi bir baskı aracı olarak kullanmakta.
Tüm dünyada geçerli İngilizcesinin de katkısıyla, dev medya şirketleri (en büyük 10 medya devinin 8’i ABD menşeli), interneti (tamamen kamuya ait ya da özel ABD şirketlerinin kontrolü altında) ve Hollywood sinemasıyla kitle kültürünün nimetlerinden sonuna kadar faydalanmakta (Kaynak: Amerikan İmparatorluğu Atlası, Gerard Dorel). GDO meselesini, yukarıda kabaca özetlediğimiz maddeler ışığında ele alalım. Dev şirketlerden bahsetmiştik. GDO konusunda öncü olan Amerikan ‘Monsanto’ firması, 1998’de bir dizi tohum üreticisini, Dekalb’ı, dünyanın en büyük tahıl üreticisi Cargill’in tohum branşını, Unilever’in pamuk üzerine uzmanlaşmış branşını ve bir başka Amerikan şirketi Delta ve Pine’ı satın alarak devleşti.
ABD’nin araştırma-geliştirmeye ayırdığı bütçenin büyüklüğünden bahsettik. Monsanto, yarının GDO’larını geliştirmek için dünyanın dört bir yanına yayılmış 14 laboratuvarda büyük miktarda paralar harcamakta.
Fiili işgale ne hacet…
Firmaların tekel olmasından ve ABD’nin işine geldiği zaman serbest piyasa ekonomisini dayatmasından da bahsettik. GDO’ların yayılması ve mevcut tohum depolarının ele geçirilmesi, Amerikan firmalarının bu alanda tekel olmasıyla beraber stratejik bir güç sağlayacaktır (Kissenger’ı anımsayın!). Çünkü insanı kontrol etmek demek, her şeyden önce nüfusu kontrol etmek anlamına geliyor. Yani gizli bir kısırlaştırmadan söz edebiliriz. Ya da kitlesel hastalıklara yol açabilecek, insanların genetik benzerliklerine göre bağışıklık sistemlerinin tekel haline gelmiş inorganik gıdalar yoluyla zayıflatılması komplo teorisi değil, geleceğimizin gerçekleridir. Bu aynı zamanda Amerika’nın kitle kültürüne de uygun bir durum. Herkesin aynı yarışma programlarını izlediği, aynı şeyleri giydiği, aynı şeyleri yediği ve nihayetinde aynı şekilde hasta olduğu dünya, ABD için ideal. Aynı şekilde hasta olanların aynı ilaçları kullanması da kaçınılmaz! Bugün Amerika, GDO konusunda Çin’i, pamuk dışındaki diğer ürünlerde de kullanması için ikna etmeye çalışmakta. Böylece GDO pazarı, tüm Asya’yı da içine alacak şekilde büyüyecek. ABD, GDO’ların serbest dolaşım hakkını Dünya Ticaret Örgütü’ne taşıyarak, özellikle engel teşkil eden ülkelerin (Avrupa ülkeleri dahil) kınanmasını sağlamaya çalışmakta.
Kısırlaştırma politikasına komplo teorisi gözüyle bakanlar, 18. yüzyılın Avustralyası’nı anımsamalı. İngilizler tarafından, kimi kaynaklara göre 2 milyon Aborjin kıtada yaşıyorken, boş diye işgal edilip hızlı bir asimilasyon ve kısırlaştırma politikası uygulandı. Bugünün Amerikası’nın yukarıda özetlediğimiz maddelerden dolayı, özel durumlar hariç, fiili işgal yapmasına gerek yok. Sahip olduğu askeri-ekonomik güç, baş döndürücü üretim döngüsü ve kitle kültürü, yarının dünyasını sapıklığa varan fundamentalist ABD politikaları yüzünden her zamankinden daha fazla tehdit etmekte.
Kaynak :Radikal – 16 Ocak 2012