Çeviren: Umut Kocagöz
Uluslararası Çiftçi Örgütü La Via Campesina’nın 20. kuruluş yılı dolayısıyla yayınlanan açık kitabı, Çiftçi-SEN Çeviri Ekibi tarafından çevrilmeye devam ediyor. Kitaptan üçüncü makaleyi yayınlıyoruz.
Sizlere kendim ve geçmişim hakkında bir şey anlatmak istiyorum. Almanya’nın güneyinde, Alpler’e yakın bir bölgede küçük aile tarlamızı işleten, 29 yaşında bir makine mühendisiyim. Bu bölgede toprak mükemmel değildir. Çoğu kış fazla kar yağışı olur ve yazları sıkça yağmurludur. Burada, çayırlık bölgede hakim olan şey mandıracılıktır. Genç olduğum için, 20 yıllık La Via Campesina‘nın1 (LVC) tarihine bakma şansım yok; 9 yaşımda iken, tarım politikasından çok daha küçük problemlerle uğraşıyordum. Ancak bu fırsatı kullanarak, Avrupa’nın Almanca konuşan bölgelerindeki (elbette bütün Avrupa için konuşamam çünkü bölgeden bölgeye durum değişmekte) güncel tarım politikalarına dair görüşümü ve geleceğe dair düşüncelerimi ve temennilerimi paylaşmak istiyorum.
Gezegenin diğer bir çok bölgesinde olduğu gibi benim geldiğim bölgede de tarım arazileri giderek büyüyor. Bir çok arazi hala aileler tarafından işletiliyor. Ancak her geçen yıl tarım yapılan araziler azalıyor. Çünkü kazanan yok. Mülk sahibi sanayide daha iyi bir iş buluyor. Geriye kalan araziler ise daha da büyüyor. Eğer tarıma devam etmek istiyorsanız büyümeniz, daha verimli hale gelmeliniz, arazinizin daha çok ürün vermesini, ineklerinizin daha çok süt vermesini sağlamanız gerekiyor. Dünya pazarı ve ithalata yönelik olmanız gerekiyor. Çünkü gelecek bu şekilde tasarlanmış durumda. Dünyanın ihtiyacı olan şey, Çin ve Afrika için Avrupa’dan süt ve et temin etmek. Sözde uzmanlardan, siyasetçilerden, çiftçi dergilerinden bunu duyacaksınız. Büyük ve etkin çiftçi birliklerinden de duyacağınız budur. Çiftçi okullarında ve üniversitelerdeki tarım derslerinde bile bunu anlatıyorlar size.
Bugün Avrupa’nın, hayvanlarını beslemek için toplam 18 ila 20 milyon hektar arazide yetişen hayvan yemi ithal ettiğini anlatmıyorlar. Bu rakam, Almanya’nın (yaklaşık 17 milyon hektar olarak tahmin edilen) bütün tarımsal alanından daha büyük. FAO‘ya2 göre Almanya, 2008 yılında, hayvanlarını beslemek için çoğunlukla Güney Amerika’dan 6.2 milyon ton soya ithal etmiş. Bu yeni bir rekor.
Avrupa kamuoyu çoğunlukla GDO’ya (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) sert biçimde karşı olduğu için, GDO’ların üretimi ve ithalatı Avrupa’da yasak. GDO’suz soyanın bulunması her geçen gün daha da zorlaşması hayvan yemi teminatında sorunlara yol açıyor. Bu duruma karşı büyük çiftçi birlikleri “protein krizi”nden bahsediyorlar. Her yerde Avrupa’nın protein açısından kendine yeterli olmasının imkansız olduğu konuşuluyor. Halbuki, öte yandan her gün sayısı artan bir şekilde çiftçiler yerel protein ekini yetiştiriyor. Ayrıca sığır yetiştiriciliği ve mandıracılık açısından bakıldığında, sığır kendi proteinini kendi sindirim sisteminde ürettiği için ekinlere protein eklemek gerekmiyor.
Neyse ki monokültür tarım düşüncesini herkes kabul etmiyor ve başka modeller gelişiyor. Değişime dair çeşitli olumlu örnekler mevcut. Ürününü doğrudan yerel marketlere satan, tarlasında ufak satış reyonları açan, ya da önceden sipariş edilmiş ürünleri dağıtan çiftçi sayısı gitgide artıyor. Genellike bu çiftçiler daha sürdürülebilir bir şekilde yerel üretim ve tüketim yapıyor ve kendi tarlalarının suyunu sıkmaya çalışmıyor. Benim gözlemlerime göre bu çiftçiler gelirlerinden memnunlar ve ekonomistlerin asgari oranda yeterli bulduğu alanlardan daha küçük arazilerden iyi gelir sağlıyorlar.
Organik tarım, tüketiciler tarafından da desteklenen, yaygınlaşmaya başlamış bir trend haline geliyor. Pazara egemen olan birkaç büyük şirkete alternatif olmak için besin işleyen yeni kooperatifler kuruluyor. Tamamen tarıma dayalı sanayinin kontrolü altında bulunan tarım dallarına bile aileler yeniden giriyorlar.
Örneğin, 1990 yılının sonunda kümes tavukçuluğu tamamen endüstrileşmişti ve Almanya’daki et ve yumurta üretiminin neredeyse yüzde yüzü bir avuç şirketin elindeydi. AB kafeslemeyi yasakladı ve 2009’dan beri Almanya’da ve 2012’den beri de bütün AB ülkelerinde kümes tavukçuluğu yapan üreticiler sistemlerini değiştirmek zorunda kaldı. Ancak endüstri, hukuku yok saymaya ve işleri bildiği gibi yapmaya olan inancından dolayı kendini değiştirmedi. Tüketiciler ise bu şirket sistemini daha fazla istemediler ve bu durum çiftçilik yapan ailelerin piyasaya yeniden girmesine imkan sağladı. Günümüzde kümes tavukçuluğunun yaklaşık yüzde 20’si çiftçi aileler tarafından yapılıyor. Elbette bu oran daha fazla olabilirdi, ancak bu da bir başarıdır.
Bu çiftçileri destekleyen bir lobi ya da güçlü çıkar grupları olmadığı için, bu değişim projeleri genelde birbirini tanımadan ve birbiri hakkında bilgi sahibi olmadan, her projenin kendi sorunlarını kendisinin çözdüğü bir şekilde gerçekleşiyor. Buna karşın, Almanya’daki ve Orta ve Kuzey Avrupa’daki büyük çiftçi birlikleri endüstriye sıkıca bağlılar ve geniş ölçekli, endüstrileşmiş, dünya pazarına yönelik tarımsal üretimi yayıyorlar.
Bunun büyük çiftçi birliklerinin aksine, birçok örnekte olduğu gibi farklı modeller üzerine çalışan çiftçi birlikleri (benim de üyesi olduğum AbL3 örgütü gibi) küçüktür. AbL, benim daha önce hiç duymadığım La Via Campesina (LVC) örgütüyle iletişim kurmamı sağladı. 1993’te Belçika’da kurulmuş olmasına rağmen, LVC Avrupa ve Kuzey Amerika’daki çiftçiler tarafından çok fazla tanınmıyor (ki bu utanç verici bir durumdur). Bu değişim projelerini ve çabalarını birbirleri arasında ve dünyanın diğer bölgelerindeki çabalarla ilişkilendirmeliyiz. Bunu LVC değilse, kim yapabilir ki? Bunun yanında, LVC Avrupa ve Kuzey Amerika’da güçlenmek zorundadır, çünkü bu bölgelerin uluslararası tarım politikasında büyük bir etkisi vardır.
LVC’nin Avrupa’daki etkisinin eksik olmasının nedenlerinden biri onun sosyalist fikirlerle ilişkilendirilmiş olmasıdır. Kapitalist sistemin yalnızca çok küçük bir gruba hizmet ettiği ve bu sistemde, zengin ülkelerdeki çoğunluk dahil dünyanın geri kalanının bu küçük gruba hizmet için çalıştığına şüphe yok. Ancak geçmişte gördüğümüz sosyalist sistemlerde de durum farklı değildi. Almanya’da, ülkenin doğusu 50 yıl boyunca Soveyler Birliği’nin himayesi altındaydı ve o sistemin sonuçları bugün tarımda yaşadığımız temel problemlere neden oldu. Doğu Almanya’daki sosyalist dönemde küçük aile tarlaları devlet tarafından kapatıldı ve bir kaç yüzbin hektar boyutunda tarım yapan kooperatiflerle birleştirildi. Bugün Sosyalist sistemin çöküşünden ve Almanya’nın birleşmesinin üzerinden 20 yıldan fazla zaman geçti ve şu anda Doğu bölgesine gittiğinizde, köylerde hiç tarım arazisi yoktur. Çoğu bölgede monokültür tarım yapan zirai çöller tarafından kuşatılmış endüstriyel tarım alanları bulunmaktadır. Bu durum, Macaristan gibi diğer eski-Sovyet ülkeleri için de geçerlidir. Almanya yeniden birleştiğinde, küçük ölçekli aile çiftçiliği yapısını yeniden oluşturma şansı vardı, ancak bu yapılmadı. 1989’dan beri eski Doğu Almanya’da bulunan topraklar BlmA adında arazi kiralayan ve satan bir devlet kurumu tarafından yönetiliyor. Tarıma başlamak isteyen gençlere imkan vermek için bu durum çok iyi bir şans olabilirdi. Ancak şu anda bu gençler büyük firmalardan daha fazla kira vermeye gönüllü olmuş olsalar dahi, BlmA küçük çiftçilere toprak vermiyor. Gerekçe olarak bize söyledikleri “bu büyük ve çok verimli toprakları çok zor oluşturduğumuz için bölüp parçalamayız” ifadesi, küçük çiftçiden zorla alınarak yapılan kolektivizasyon sürecine gönderme yapıyor.
Ek olarak, eski Doğu Almanya bölgesinin bir çok yerinde çok güçlü olan Sosyal Demokrat Parti (SPD) ve Sol Parti (Die Linke) bu yapıları ve tarım politikalarını hem politik hem de finansal olarak destekliyor. Böylece daha sürdürülebilir bir kalkınmayı engellemiş oluyor.
Bu ve başka nedenlerle, Avrupa’nın bir çok bölgesinde sosyalist model çok popüler değil, özellikle çiftçiler arasında ve ben de sevmiyorum. Sosyalist fikirlere sahip olmasam da LVC ile ve LVC içinde çalışmaya değer veriyorum, çünkü LVC’nin kapitalist veya sosyalist üretim modelinden çok daha iyi bir üretim modeli var: agro-ekoloji.
İneklerimden maksimum oranda sütü elde etmek için, Brezilya’dan gelen soyayı kullanarak, soyanın neye benzediğini bilmeyen bankerler aracılığıyla, Çin pazarı için üretim yapmak istemiyorum. Kendi arazimin bana sunduğu kadarıyla yerel pazar için üretim yapmak istiyorum, çünkü böylesi uzun vadede daha verimli. Bu üretim, elbette ki bankerler için değil, çiftçiler ve tüketiciler için. Siyasetçilerin, endüstrinin ve geniş ölçekli üretim yapan çiftçi birliklerinin çabalarına rağmen, benim düşündüğüm gibi düşünen çiftçilerin sayısı artıyor ve çok güçlü bir ittifakları var: tüketiciler. Elbette sivil toplumdaki herkes tarımla ilgilenmiyor, ama bir çok kişi ilgileniyor ve endüstriyel tarım istemiyorlar. Son üç yıldır her Ocak ayında 40’tan fazla örgüt, içinde çiftçilerin, tüketicilerin, çevrecilerin ve hayvan hakları aktivistlerinin bulunduğu 20 binden fazla kişi, Berlin’de büyük bir miting düzenliyor ve bölgesel olarak yapılan ve sürdürülebilir tarımı destekleyen tarım politikaları talep ediyor. Bu durum karşısında siyasetçiler şaşkına dönmüş durumda, ne yapacaklarını bilmiyorlar. İnsanlar ise siyasetçilerin söylediklerinden usanmış durumda.
LVC içindeki faaliyetlerim süresince aynı süreçlerin dünyanın diğer bölgelerinde ve ülkelerinde de yaşandığını öğrendim. İnsanlar, siyasetçilerin onları dinlemelerini istiyor. Farklı bir tarım ve besin sağlama yöntemi talep ediyor, kendi egemenliklerini istiyorlar. Görünen o ki siyasetçilerin gösterdikleri tepki her yerde aynı: insanlara, yanlış yönlendirilmiş küçük ideolojik gruplar olduklarını, düşler adasında yaşayıp dış dünyadaki gerçekliğin farkında olmadıklarını söylüyorlar. Örneğin Avrupa’da GDO’ya karşı mücadele ederseniz, dünyanın her yerinde insanların GDO’yu istedikleri, her yerde GDO yetiştirildiğini, GDO’nun insanların günlük yiyeceği olduğu ve insanların daha fazla GDO istedikleri söylenecektir size. Oysa GDO’nun vatanı ABD’de bile ekmekler GDO’lu buğdaydan yapılmıyor, çünkü tüketicilerin ve fırınların endişeleri var. Başka bir örnek: Geçtiğimiz sene LVC‘nın, DDT4 kullanımının yaygın olduğu Brezilya’daki endüstriyel atık karşıtı kampanyasında çalışan insanlarla tanıştım. DDT kullanımının 1972’den beri ABD’de ve 70lerden beri de bir çok Avrupa ülkesinde, çevreye ve insanlara negatif etkileri olması nedeniyle yasaklandığını duyduklarında çok şaşırdılar.
Bu tür doğru bilgiler, yerel çalışmalarımızda bize yardımcı olacaktır. Bence LVC’nin çalışmalarının odak noktası, farklı bölgelerde çalışan insanlara bu tarz bir enformasyonu mümkün kılmak ve benzer problemlerle karşılaşan insanları strateji paylaşmaları ya da daha önemlisi, çeşitli spesifik problemlere çözümler bulmaları için bir araya getirmektir. Bana göre, insanları birbirlerinden öğrenmeleri için bir araya getirmek, dünyadaki beslenme sisteminin nasıl sağlanacağı konusunda politik teori tartışmaktan ya da belirli bir politik fikre odaklanmaktan çok daha önemli (ki bu tür teorik tartışmalar benzer fikirleri olsa da insanların katılımlarına engel olabiliyor). İnsanların katılımına ihtiyaç var, çünkü bu spesifik durumda daha çok ve daha büyük olan katılım daha iyidir, çünkü endüstriyel tarım lobisiyle başarıyla rekabet edebileceğimiz gücü bize verecektir.
Asya kıtasının bazı yerlerinde insanlar şöyle der: “Suçluyu arama, problemi çöz!”. Bizim yapmamız gereken şey bu ve bu işi küresel ölçekte yapabilecek LVC’den başka bir örgütlenme düşünemiyorum.
Gelecekte tarım monokültür olmayacak!
1 Uluslararası Çiftçi Hareketi. Metnin devamında LVC olarak kısaltılacaktır. [çev. notu]
2 Food and Agriculture Organisation of United Nations (Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü) [çev. notu]
3 Arbeitsgemeinschaft Bäuerliche Landwirtschaft: http://www.abl-ev.de/
4 Yağda kolayca çözülen ve gıda zincirinde birikmeye başlayan bir böcek öldürücü. [çev. notu]
Bir Yorum
deniz
güzel bir makale ! ” İneklerimden maksimum oranda sütü elde etmek için, Brezilya’dan gelen soyayı kullanarak, soyanın neye benzediğini bilmeyen bankerler aracılığıyla, Çin pazarı için üretim yapmak istemiyorum. Kendi arazimin bana sunduğu kadarıyla yerel pazar için üretim yapmak istiyorum, çünkü böylesi uzun vadede daha verimli. … Siyasetçilerin, endüstrinin ve geniş ölçekli üretim yapan çiftçi birliklerinin çabalarına rağmen, benim düşündüğüm gibi düşünen çiftçilerin sayısı artıyor ve çok güçlü bir ittifakları var: tüketiciler.”