On bin yıl önce başlayan tarım devriminden başlayarak bütün kültür bitkilerini çiftçiler ve daha çok da kadınlar geliştirdiler. Ancak yirminci yüzyılın ikinci yarısından bu yana önce devletler daha sonra da tohum şirketleri bitki ıslahçılarını hegemonyaları altına alarak çiftçileri bu işlerinden dışladılar. Tabii bütün bunlar gelişme adına yapıldı. Böylece yetiştirdiğimiz bitkilerin ıslahı açısından iki seçenek ortaya çıktı. Büyük şirketlerin şüphesiz kârlarını en çoğa çıkarmak için izledikleri yol her şeyi merkezileştirerek, geniş bölgelerde ekilecek, dolayısıyla biyoçeşitliliği yok edecek, patentli veya kendine özgü bir fikri mülkiyet hakları sistemi ile korunmuş tohumlar ıslah etme seçeneğidir. Bu yola tek gen stratejisi diyebiliriz. Çünkü çoğu zaman ortaya çıkan problemler tek bir gen katarak çözülmeye çalışılmaktadır. Geliştirilen bu çeşitler çoğu zaman sulanabilir yerlerde yetiştirilebilen, bazen dekara ana üründe daha fazla verim getirebilen, ancak kimyasal ilaç ve kimyasal gübresiz yetiştirilemeyen çeşitlerdir. Bunlara şirket çeşitleri diyebiliriz. Bunlar çoğu zaman tatsız tutsuz ve besin içerikleri de şiddetle düşmüş zehirli, insan sağlığına zararlı ürünler verirler. On bin yıldır çiftçilerin yaptığı geliştirmelere el koyan bu biyo-korsanlar hemen her ülkede çıkarttıkları tohum yasaları ile kendi uygulamalarını yasal, çiftçilerin tohum üretimlerini ise yasa dışı ilan ederek çağımızdaki en büyük zulmün ve baskının uygulayıcıları olmuşlardır. Türkiye’de de tohum yasası köylülerin tohum ve fide satmasını yasa dışı ilan etmiştir. Bir çok kişi bundan habersizdir. Yönetim de şimdilik olayın üstüne fazla gitmemektedir. Diğer ıslah yolu ise yereli temel alan, biyoçeşitliliği koruyan ve geliştiren, biyo-korsanlığa karşı çıkan, çiftçi ve bitki ıslahçısı bilim insanlarının işbirliğini esas alan katılımcı ıslah seçeneğidir. Bu seçenekte en başından itibaren bilim insanları ve çiftçiler ıslah çalışmalarını birlikte planlayıp yürütmektedirler. Bu yaklaşımda biyoçeşitlilik esastır. Bir bölgede birden fazla çeşit yetiştirilir. Çeşitler patentli değildir. Kimse çeşit üzerinde mülkiyet hakkı talep etmez. Tohum satılabilir, ama çeşit kimsenin malı değildir. Hastalıklar ve zararlılar var olan çeşitlerin bir kısmına zarar verebilir. Bu tür problemlere bir yıl içinde çare bulunur. Köylü ve bilim insanları elele çalışarak dirençli çeşitleri öne çekerler veya çeşit içindeki farklılıktan yararlanarak dirençli bitkiler çoğaltılır. Islah çalışması son derece dinamiktir. Ürünler hem lezzetli hem de kimyasal maddelerden arîdir. Bu yaklaşımla ilgili bir örnek verelim. 1985 yılında Filipin’deki pirinç araştırma enstitüsü IRRI’nin şirket yanlısı ve çiftçi düşmanı yaklaşımına karşı gelen 45 çiftçi kuruluşu ve Filipin Üniversitesindeki ilerici bilim insanları IRRI’nin zararlı çalışmalarının durdurulması ve bilim insanları ile işbirliği halinde çiftçilerin önderlik ettiği pirinç araştırmalarının başlamasını talep etmişlerdir. (H.Paul ve R. Steinbrecher, Hungry Corporations, 2003, s.119) Katılımcı ıslah oldukça geçmişe dayanmaktadır. Ne yazık ki ülkemizde ıslahçıların ezici bir çoğunluğu bu terimin ne olduğunu bile duymuş değillerdir ve bazıları bunun köylü koşullarında adaptasyon araştırmaları veya denemeleri olduğunu sanmaktadırlar.
Şirket hegemonyasındaki ıslah çalışmaları sık sık başarısızlığa uğramaktadır. Biyoçeşitliliğin yok olması sonucu çok geniş alanlarda tek bir çeşit yetiştirilmektedir. Bu çeşit hastalık ve zararlılara karşı kısa zamanda çökmektedir. Şirket ıslahçıları zamanla büyük bir yarış içinde çöken çeşitleri yenileyerek başa çıkmaya çalışmaktadırlar. Bazen iki yıl içinde çeşit başarısız olmaktadır. Bütün bu anlamsızlığın temel nedeni çiftçiyi kâr amacı ile süreçten dışlayarak az sayıda çeşide bağlanmaktır. Yeni bir çeşit bulununcaya kadar tarım ilaçları uygulaması şiddetlendirilmektedir. Bunlar ise doğal dengeyi bozarak sorunları işin içinden çıkılmaz bir hale getirmektedir. Aşırı ilaç kullanımına tohum firmalarının bir itirazı olamaz, çünkü çoğu zaten aynı zamanda ilaç firmasıdır.
Son elli yılda FAO’ya göre dünyadaki tohum çeşitlerinin %75’i yok olmuştur. Büyük tohum şirketleri her ne kadar yerel tohumları dışlasalar da bunlardan ıslah amacıyla yararlanmak istemektedirler. Bu yüzden 1971 yılında Dünya Bankası ve FAO tarafından Rockefeller ve Ford Vakıflarının desteği ile kısa adı CGIAR (Consultative Group for International Agricultural Research) (Uluslar arası Tarım Araştırmaları Danışma Grubu) adlı bir kuruluş oluşturmuşlardır. CGIAR’ı destekleyen 58 kamu ve özel sektör kuruluşu ve çoğunluğu kuzey ülkelerinden 50 devlet vardır. CGIAR 16 uluslar arası tarımsal araştırma enstitüsünü desteklemektedir. Dünya Bankası, FAO ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) CGIAR’ı ortaklaşa finanse ederler. CIAR’ın başkanı Dünya Bankasının başkan yardımcısıdır. Türkiye’ye en yakın uluslar arası araştırma enstitüsü Halep’teki ICARDA’dır.
CGIAR’ın en önemli görevlerinden biri de bütün dünyadan genleri toplamak ve güya insanlık için saklamaktır. İsteyen kuruluşlar bunlardan örnekleri isteyebilmektedir. Toplanan genlerin %91’i Asya, Afrika ve Latin Amerika’dan sağlanmakla birlikte, bunların ancak %15’inden gelişmekte olan ülkeler yararlanmaktadır. Diğer yandan örneklerin %85’i kuzey ülkelerindeki araştırma enstitülerine veya doğrudan kuzey ülkelerine dağıtılır. ABD %25’i aşan oranda aldığı gen ile aslan payını almaktadır. Bu kaynaklar sonuç olarak büyük tohum şirketleri tarafından alınmakta ve kullanılmakta, daha sonra patentlenmektedir. (C. Fowler ve P. Money, The Threatened Gene: Food, Politics, and the Loss of Genetic Diversity, Cambridge: Lutterworth, 1990,s.189’dan aktaran Hungry Corporations. s.112)
CGIAR 300 ürüne ait 500 000 tohum vb. materyale sahiptir. Ancak bu kaynakların bir kısmının öldüğü de tartışma konusudur.
Çiftçilerin önderliğinde kurulan tohum bankalarının işlevleri bu gen bankalarından büyük ölçüde farklıdır. Filipinlerde kurulan kısa adı MASIPAG olan “kalkınma için çiftçi-bilim insanı ortaklığı” denilen kuruluş katılımcı araştırma yaklaşımını takip eden kuruluşlar arasında dikkati çekenlerden biridir. (www.masipag.org)
Ne zaman ülkemizdeki bazı bilim insanları büyük çok uluslu şirketlerden başkasına çalışmayan uluslar arası kuruluşların izinde gitmeyi bırakabilecek?
Bir Yorum
cengiz şahin
Bu konunun çok önemli olduğu konusunda hiç kimsenin tereddütü olmamalı . Mesleğim (Tütün Eksperliği ) ve zaman zaman yaptığım dağcılık sporu sayesinde , memleketimizin ne kadar değerli bir hazineye sahip olduğunu yaşayarak öğrenenlerdenim .Sadece Kaçkar – Dilberdüzü yaylasında kaç çeşit endemik bitki türü var biliyor musunuz ? Bir yaz boyunca , çantasına makarnasını , kuru meyvesini , kuru yemişini , peksimetini v.s. alan kaç farklı ülkeden dağcılar geliyor Kaçkarlara hiç merak ettiniz mi ? Belki bir gün merak edenlerin sayısı artar ve sahip olduğumuz hazineyi farketmeye oradan başlarız .
Bu arada , açılışı bu gün yapılan ” Türk Tohum Bankası ” nın ne anlama geldiğini inşallah doğru değerlendirebiliriz . Aksi taktirde ,bizden tohum temin etmek isteyenler Kaçkarlara kadar bile yorulmayacaklar , belki de posta ile göndereceğiz :) Bu konuda uyanık olunmalı !
Hollanda ekonomisinin önemli bir kısmını Hollandalıların Osmanlı dan aldıkları Lale soğanlarından geliştirdikleri farklı renk ve cinsteki lale soğanı ticaretinin oluşturduğunu bir yerlerde okumuştum !
Tayfun bey’in kalemine sağlık . Teşekkürler .