1 Haziran 2009 tarihinde Hükümet Sözcüsü Sn. Cemil Çiçek televizyon kameralarının karşısına çıkarak, “GDO’lu ürünleri yıllardır yiyoruz, o halde ülkemizde de ekilmesinin zamanı gelmiştir” diyerek bu konuşmadan yaklaşık 2 hafta önce ülkemizi ziyaret eden ABD Başkanı Obama’nın ülkemiz için uygun gördüğü tarım modelini açıklamış oldu.
26 Ekim tarihinde dünyanın hiçbir yerinde örneği görülmemiş bir şekilde ülkede Cartagena Protokolü çerçevesinde biyogünlik yasası çıkmadan “Gıda ve Yem Amaçlı Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerinin İthalatı, İşlenmesi, İhracatı, Kontrol ve Denetimine Dair Yönetmelik” çıkartılmıştır.
Bu yönetmeliğin GDO’lu gıdaların ülkemize rahatça sokulması için olduğu kamuoyu tarafından algılanınca oluşan büyük tepkiler sonucu gerek Tarım Bakanı Sn. Mehdi Eker, gerekse de Tarım Bakanlığı bürokratları bu yönetmeliğin GDO’lu gıdaların ülkemize girmesini engellemek amacıyla çıkartıldığını iddia ettiler. Tarım Bakanı “ben GDO’lu gıda yemem” dedi kameraların karşısında.
Yönetmelik 20 Kasım 2009, 21 Ocak 2010 ve 28 Nisan 2010 tarihlerinde olmak üzere 3 kez değiştirildi.
Bu arada 26 Mart 2010 tarihinde 5977 sayılı Biyogünvenlik Kanunu çıkartıldı ancak yürürlülük tarihi 6 ay sonraya ertelendi.
Biyogüvenlik Kanunu’nun 16. maddesi “bu kanunun uygulanması ile ilgili usul ve esasları düzenleyen yönetmelikler, Kanunun yayımı tarihinden itibaren en geç üç ay içerisinde Bakanlık tarafından çıkarılır” hükmünü getirdiği ve 26 Haziran 2010 tarihinde belirtilen süre doldu. İlgili yönetmelikler Ağustos ayında çıkartıldı.
Biyogüvenlik yasası 26 Eylül tarihinde yürülüğe girecek olduğu halde yangından mal kaçırırcasına yasaya istinaden çıkması gereken yönetmeliklerin hiçbiri çıkmadığı halde 26 Ekim 2009 tarihinde çıkartılmış ve 3 kez değiştirilmiş yönetmeliğe istinaden Haziran ve Temmuz ayında GDO’lu 25 bitki ve ürünlerinin ithalatına izin verilmiştir.
Yangından mal kaçırırcasına çünkü 26 Eylül 2010 tarihinde yürülüğe girecek olan Biyogüvenlik Kanunu çerçevesinde bu ürünleri ülkeye sokmak bu kadar kolay olmayacaktır.
En başta Biyogüvenlik Kanunu’nun
1. Başvuru, değerlendirme ve karar verme sürecini belirleyen 3. maddesi, 5. Fıkrası “ç” bendinde: “GDO ve ürünlerinin çevreye yayılma riskinin olması”, “d” bendinde: “biyolojik çeşitliliğin devamlılığını tehlikeye düşürmesi” durumlarda bu başvurular reddedilir denmektedir.
Hâlbuki T.C. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Tarımsal Araştırmalar Genel Müdürlüğü’nün 22 Temmuz 2010 tarih ve 3121 sayılı yazısının ekinde yer alan “Bilim Komite Kararı”nda ithalatına izin verilen gentiği değiştirilmiş tüm kolza cinslerinin bilim komitesi açıklamasında “Ülkemizde bu türün yabanileri bulunduğundan gen kaçışının önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınması önerilmektedir”, denmektedir. Gen kaçışını bugüne kadar hiçbir ülke önleyemediğine göre Biyogüvenlik Kanunu’nun 3. Maddesinin, 5. Fıkrasının “ç” ve “d” bendlerine göre bu ürünlerin müracaatı reddedilmesi gerekir.
2. Biyogüvenlik yasasının 3. maddesinin 12. fıkrasında:” GDO ve ürünleri ile ilgili yapılan başvurular hakkında risk ve sosyo-ekonomik değerlendirmeye ilişkin bilimsel raporlar, Kurul tarafından, biyogüvenlik bilgi değişim mekanizması vasıtasya kamuoyuna açıklanır” denmektedir.
Hâlbuki Haziran ve Temmuz ayında verilen ithalat izinlerinin dayandığı Yönetmelikte “kamuoyuna açıklanabilir” denmekte ve bu nedenle hiçbir bilimsel sonuç kamuoyu ile paylaşılmamıştır.
Bu iki maddeden de anlaşılacağı gibi Biyogüvenlik Kanunu’nun yürürlüğü girmesi beklenmeden verilen bu izinler Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın kamu menfaatinden çok birkaç şirketin menfaatini kollanması için yapılmıştır.
Verilen ithâlat izinlerinin bazı başka sakıncaları ve suç unsurları da vardır.
1. 26 Ekim tarihli yönetmelikte antibiyotik direnç geni içerek GDO’lu ürünlerin ithalatı yasaklanmışken 28 Nisan 2010 tarihinde yapılan değişiklikle bu yasak kaldırılmıştır. Haziran ve Temmuz aylarında ithalatına izin verilen 25 GDO’lu bitkinin 10 tanesi nptII geni (kanamisin isimli antibiyotiğe direnç geni) içermektedir. Bir tanesi ise (Kolza MS8 x RF3) streptomisin isimli antibiyotiğe direnç geni içermektedir.
Streptomisin ülkemizde tüberküloz hastalığının tedavisinde en başta kullanılan antibiyotiktir. Gerek insanlarda gerekse de büyükbaş hayvanlarda tüberküloz ülkemizde bu kadar yaygın görülürken bu ilaca karşı direnç geni içeren bitkilerin ithalatı kamu sağlığını tehlikeye atmaktır.
Kanamisin ise Dünya Sağlık Örgütü tarafından klasik ilaçlara karşı direnç gelişmiş tüberküloz vakalarının tedavisi için yedek saklanan bir antibiyotiktir. Dünyada her yıl 8 milyon yeni tüberküloz vakası ortaya çıkmakta, giderek daha faza oranda dirençli vakalarla karşılaşılmaktadır. Bu gerçek hiçe sayılarak kanamisin direnç geni içeren GD-bitkilerin ithalatına izin verilmesini anlamak mümkün değildir. Ayrıca kanamisin biyolojik silahlarda kullanılan bakterilerin oluşturduğu enfeksiyonları tedavi etmek için de kullanılabilecek tek antibiyotiktir. Toplumda bu antibiyotiğe karşı direnç gelişirse, gelecekte olası bir biyolojik saldırı karşısında hiçbir tedavi olanağı kalmamaktadır.
2. 26 Ekim 2009 tarihinde çıkartılmış olan yönetmeliğin 28 Nisan 2010 tarihinde yapılan Değişiklik Yönetmeliği’nin 2. maddesinde 26 Ekim 2009 tarihli yönetmeliğin 6 ncı maddesinin ikinci fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiş, diğer fıkralar teselsül ettirilmiştir “denerek: “(3) Komite, ticarete konu olan ve risk değerlendirmesi yapılması sonucu Avrupa Birliğinde tüketime uygun olduğuna dair onaylanmış genler hakkında değerlendirme yapar. Değerlendirme sonucu bu onaylı genler arasında uygun görülelerin listesi Bakanlığa bildirir” fıkrası eklenmiştir.
Hâlbuki Temmuz ayında ithalatına izin verilen 6 genetiği değiştirilmiş pamuğun üçünün (MON15985-7, MON1445-2 x MON15985-7, MON531-6 x MON1445-2) ve 3 GD-kolzanın birinin (MS8 x RF3) AB ülkelerinde rafine yağ olarak kullanılması yasak olduğu halde Tarım Bakanlığı bu pamuk ve kolza cinslerinden de rafine yağ yapılmasına izin vererek yönetmeliği ihlal etmiştir.
3. 26 Ekim 2009 tarihli yönetmeliğin 9. maddesinin 2. fıkrasının “j” bendinde: “Başvuru yapılan gen veya genlerin, geliştirilmiş oldukları ülkede başvuru yılından en az üç yıl öncesinde tescil edildiğini, piyasada satışının olduğunu gösterir bilgi ve yetkili mercilerden alınmış onaylı belgeler” gerekir denmektedir.
Hâlbuki Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın ithâlatına izin verdiği BASF Plant Science GmbH şirketinin EH92-527-1 kod numaralı genetiği değiştirilmiş patatesini AB Komisyonu 2 Mart 2010 tarihinde tescil etmiştir. Yönetmeliğin 3 yıl koşulu bu üründe yerine getirilmemektedir.
4. Yine Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın ithalatına izin verdiği Bakteri biyokütlesi PL73 ve Maya Biyokütlesi pAK729 bugüne kadar herhangi bir ülkede tescil edilmemiştir. Bu iki üründen Anijonmoto şirketi sahihibi olduğu PL73 GD-bakteri biyokütlesi için tescil müracaatını 5 Eylül 2008 tarihli mektubu ile geri çektiğini bildirmiş, EFSA 5 Ağustos 2010 tarihinde geri çekme işlemini onaylamıştır.
Danimarka’nın Novo Nordisk firması pAK729 maya biyokültüründen rekombinant insülin üretmektedir. Üretim sonucu atık malzemeye dönüşen pAK729 maya biyokütlesini 16 yıl boyunca AB’de domuz yemi olarak pazarlamış. GDO’lu bir ürün olmasına karşın ruhsatsız pazarlanan bu ürünün ruhsat eksikliği 26 Nisan 2007 tarihinde fark edilmiş ve Avrupa Komisyonu Novo Nordisk’in ruhsat için müraccat etmesi talebinde bulunmuş. Bu gelişmenin üzerine Novo Nordisk şirketi 30 Nisan 2007 tarihinde domuz yemi olarak gerekli ruhsat müracaatında bulunmuş. Halen EFSA değerlendirme aşamasında bulunan bu madde hale hazırda AB’de satışı durdurulmuştur. Sadece 2006 yılı satış miktarı 155 bin ton olan bu maddenin hiçbir ülkede ruhsatı olmadığı halde Tarım Bakanlığı tarafından ithâl izni alması çok ilginçtir. Türkiye satışı yasak olan bunca domuz yemini ne yapacak?
5. Gerek 26 Ekim 2009 tarihinde çıkartılan yönetmelik gerekse de Biyogüvenlik Kanunu Çocuk ve devam mamalarında GDO’lu ürünlerin kullanılmasını yasaklamaktadır. Şekerin her yaş grubunda sık kullanılan bir madde olduğu göz önünde bulundurulduğunda genetiği değiştirilmiş H7-1 şeker pancarına ithâlat izni verilerek bu pancardan şeker üretilmesi sonucu küçük çocukların bu maddeden korunması olanaksız olacaktır. Bu tutum hem Yönetmeliğin hem de Biyogüvenlik Kanunu’nun ruhana aykırıdır.
Diğer taraftan dünyanın beşinci büyük şeker pancarı üreticisi olan ülkemizin hiçbir şekilde dışardan şeker pancarı alması gerekmediği halde GD-şeker pancarı ithalatı pancar köylümüzü olumsuz yönde etkileyecektir.
Prof. Dr. Kenan Demirkol-İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi