Gıda Bankacılığı, muhalif kalemlerce “yapılan iyi şeyler de var” söylemiyle anılırken uygulamalardan kötü kokular geliyor. Yandaş şirketlerin vergi kaçırmasının ve Deniz Feneri, İHH gibi sicili kirli yandaş dernekleri aklamanın yolu Gıda Bankacılığı’yla açılıyor
Gıda bankacılığı, Türkiye’de 2004’ten beri uygulanan, bağışların ayni olduğu bir sosyal yardım kurumu olarak uzaktan bakınca göz boyuyor.
Gıda bankasına yardımlar nakdi (parasal) değil ayni (eşya) olarak yapılıyor. Yardımlar gıda bankacılığı marketlerine geliyor. İhtiyaç sahipleri de kendilerine verilen kartlarla bu marketlerden ihtiyaçlarını karşılıyor. Ayrıca gıda bankası sadece Ramazan ayında yoksula yardım yapan bir düzenek değil. Ancak bunlar gıda bankacılığını pür-i pak eylemeye yetmiyor.
Gıda bankacılığı uygulamasında yardım yapan yaptığı yardımın tamamını gelir vergisinde gider olarak gösteriyor. Gıda bankacılığı yapmak isteyen dernek ve vakıfların tüzüklerinde “Gıda bankacılığı yapabilir” şeklinde bir değişiklik yapmaları yeterli. Ayni yardım yapana getirilen vergi muafiyeti vergi kaçırmanın önünü açarken vergi kaçırılmasını engelleyecek, denetleyecek bir denetim sistemi de yok.
Gıda bankacılığı AKP tarafından icat edilmedi, uygulamanın başladığı yer ABD. Dernek ve vakıf ağlarının çok eskiye uzandığı ve yaygın olduğu Türkiye’de bu sistem hemen kabul gördü. Deniz Feneri örneğinde açıkça göründüğü gibi bir dizi dernek ve zenginin AKP’nin iktidar mücadelesinde finansörlük yaptığı biliniyor. Gıda bankacılığı aynı zamanda AKP’nin vefa borcunu ödemesinin bir şekli mi sorusunu aklımıza getiriyor.
Yoksulluğun sürdürülebilirliği, yandaşın birikimciliği
Bu yazıya Ezgi Başaran’ın Radikal’deki köşesinde yazdığı “Bu eserini de gör artık” başlıklı yazısı vesile oldu. Başaran, iyi niyetle yazdığı belli olan yazısında Batman’daki yoksulluktan yola çıkarak gıda bankacılığı yapan “Yoksullukla Mücadele ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği”ni anlatıyor. Söz konusu dernek de iyi niyetle kurulmuş olabilir ancak gıda bankacılığı sisteminin o kadar iyi niyetli olmadığını biliyoruz.
Başaran’ın “Öyle modern ve mantıklı bir sistem” diye nitelendirdiği gıda bankacılığını biraz inceleyince kimin için mantıklı ve modern bir sistem olduğu anlaşılıyor. Gıda bankacılığı, yandaş şirketlerin vergi kaçırmasının ve Deniz Feneri, İHH gibi sicili kirli yandaş derneklere kaynak aktarmanın yolunu açıyor.
Yoksula bayat gıda, yandaşa hayırlı işler
Gıda bankacılığın kuruluş öyküsü oldukça ilginç. İlk kez ABD’de 1967 yılında uygulanan sistemde son kullanma tarihi yaklaşmış, ambalajı bozuk ya da piyasada alıcı bulamayacak ürünlerin bağışlanması ve yoksulların bu bağışlanan ürünlerin olduğu gıda marketlerinden alışveriş yapar gibi ihtiyaçlarını karşılaması şeklinde işliyor. Ayni yardım yapan patronun yaptığı yardım da vergiden düşüyor. Yani vergi kaçırmak ve yandaş zengin etmek için, fukaraya yardım diye bayat gıda yediriliyor.
Türkiye’de gıda bankacılığı uygulaması Gelir Vergisi Kanunu’nda yapılan değişiklikle 1 Ocak 2004 tarihinde yürürlüğe girdi. Buna göre tüzüğünde belirtmek şartıyla dernekler ve vakıflar gıda bankacılığı yapabiliyor.
Vergi Usul Kanunu’nda yapılan değişikliklerle gıda bankasına yapılan bağışın tamamı gider olarak gelir vergisinden düşülüyor. Önceden sadece gıda yardımları vergiden muaf iken 5281 sayılı kanun ile yapılan değişiklikle gıda yanında temizlik, giyim ve yakacak maddeleri de muafiyet kapsamı içerisine alındı.
Gıda Bankacılığı yapan dernekler
Tüzük değişikliği ile gıda bankacılığı yapmak mümkün olunca kaç dernek/vakıf bu işi yapıyor kestirmek zorlaşıyor. Bu sayının 50 civarı olduğu sanılıyor. Söz konusu dernek ve vakıfların listesinde ise aşina olduklarımız var: Deniz Feneri Derneği, İHH, Kimse Yok mu Derneği, Sümbülefendi Eğitim Vakfı, Koza Eğitim ve Kültür Vakfı, Gıda Bankacılığı Derneği, Albayrak Vakfı.
CHP eski milletvekili Hüsnü Çöllü gıda bankası uygulamasından doğabilecek sıkıntılardan şüphe edip 28 Aralık 2010’da bir soru önergesi vermişti. Soru önergesinde hangi derneklerin gıda bankacılığı yaptığı, son üç yılda bu derneklere yapılan bağışlar ve bağışların suiistimal edilmesine karşı denetlemenin nasıl yapıldığı soruları Başbakan Tayyip Erdoğan’a yöneltildi ancak soru önergesine cevap verilmedi.
Yandaşın tuttuğu altın
Gazi Üniversitesi öğretim görevlisi Prof. Dr. Deniz Büyükkılıç “Tuttukları altın olsun” başlıklı yazısında gıda bankacılığı yapan derneklerin vergi yolsuzlukları yaptığını, AKP’li patronların bu yüzden vergi rekortmenleri listesinde olmadığını iddia etti. Ahmet Çalık, Fettah Tamince, Akın İpek, Remzi Gür, Cihan Kamer, Ethem Sancak, Vahit Kiler, Ahmet Albayrak, Unakıtan ve Topbaş ailelerinin vergi rekortmenleri listesinde olmamalarını gıda bankacılığına bağlıyor.
Son 5 yılda cirosunu üç buçuk, çalışan sayısını üç kat artırmakla övünen Kiler Holding’in sahibi Vahit Kiler’in başkanı olduğu Bitlis Feneri Derneği de gıda bankacılığı yapıyor. Vahit Kiler’in meclisin en zengin milletvekili olduğu söyleniyor.
Sürekli çözümler tartışılamaz mı?
Başaran yazısında Batman’da yaşanan yoksulluğa dikkat çekiyor. Şöyle demiş Başaran: “2009’da yapılan Sosyoekonomik Durum Araştırması’na göre Batman’da ortalama gelir düzeyi hane başına aylık 364 lira. Bu nasıl bi lira biliyor musunuz? TÜİK’e göre olmayan ve olamayacak türde. Çünkü TÜİK diyor ki; 4 kişilik bir evin aylık açlık sınırı 414 liradır. Yoksulluk değil, açlık sınırı! Hâlbuki ayda eline 364 liradan fazlası geçmeyen Batman’daki bu evlerde ortalama 7 kişi yaşıyor.”
Peki, bu yoksulluk, kamu kaynağı olarak o kent için geçici değil de sürekli çözümler üretecek paranın, gıda bankasına yapılan yardımlar eliyle vergiden düşülmesi ile mi çözülecek? Adı ne olursa olsun söz konusu yardımlar sadakadır. Sadakayı alan, aynı zamanda almak zorunda da olan yurttaşın yoksulluğu devam ediyor. Peki, o hayırsever iş adamları kendileri için daha hayırlı bir iş keşfettiklerinde ne olur? Birçok gıda bankasının raflarının da şu anda boş olduğunu ifade etmekte de yarar var.
Bölgenin ucuz iş gücü cenneti olarak (bölgesel asgari ücret tartışmalarını hatırlamayalım) sermayeye pazarlanması yerine kamu kaynakları kullanılarak kalkındırılması, yurttaşın da zenginlerin vicdanına bırakılmak yerine o ülkenin kaynakları kullanılarak yoksulluktan kurtarılması daha gerçekçi bir çözüm olarak tartışılamaz mı? Yoksullukla mücadele yardımlar eliyle olunca sürdürülebilen şey yoksulluk oluyor, yoksulların hayatında bir kalkınma değil.
Kaynak : Sendika.org. – 27 Ağustos 2011