AKP İktidarı küçük çiftçileri destekleyerek temel gıda ürünlerinin üretiminin artırılmasını sağlamak yerine, neoliberal politikaların gereği olarak şirketlere ithalat kolaylıkları sağlamış, şirketlerin ve ithal ürünlerin piyasaya hakim olmasının önünü açmıştır. Bu politikalar nedeniyle çiftçilerin üretimlerine devam ettirebilmeleri olanaksızlaşmış, tarlalarını terk etmek zorunda kalmışlardır. Milyonlarca hektar tarım arazisi ekilememiş, boş kalmıştır. Gıda şirketleri ve market zincirleri “Pandemi Yasakları” nedeniyle çiftçilerin ürünlerini satmak için yerel pazarlara bile erişememesini fırsata çevirmiş, neredeyse bütün gıda ürünlerinde tarladan sofraya kadar olan süreci tamamen kontrol eder hale gelmişlerdir.
Son günlerde mazot fiyatlarının aşırı artması, ürettiği ürünü yerel pazarlarda satan çiftçilere de son darbeyi de vurmuş, ürünlerini pazara ulaştırma maliyetlerini arttırmış, ürünlerini nihai tüketici ile buluşturma olanaklarını da ellerinden almıştır. Nakliye masrafı ürün fiyatlarına yansıdığında tüketici açısından da gıdaya erişim zorlaşmış, gıda krizi derinleşmeye başlamıştır.
Ukrayna’daki işgal ve savaşın da gıda krizini derinleştireceğinin göstergeleri ortaya çıkmıştır. Medyada her gün şeker, çiçek yağı kuyruklarının haberleriyle karşılaşılmaktadır. Türkiye son yıllarda kendi üretiminin iki katı Ayçiçek yağını savaşan iki ülkeden ithal ediyordu. Şimdi bunun olanağı da ortadan kalkmış, küçük çiftçilerin üretim yapamaz hale gelmesiyle birlikte şirketlere bağımlılık artmış “yağ krizi” de ortaya çıkmıştır.
Şeker fabrikalarının özelleştirilmesinin ve çiftçilerin şeker pancarı üretiminden vazgeçmesinin sonucu olarak da şeker fiyatları aşırı artmıştır. Medyada “şeker yokluğu” haberleri dolaşmaya başlamıştır. Şekersiz kalmak istemeyen dar gelirliler marketlerde kuyruk oluşturmuşlardır. Mayıs ayı başında Tarım ve Orman Bakanı Yardımcısı Gizligider “Buğday ve Şeker noksanımız yok, fazlamız var” derken, Mayıs ayı sonunda Cumhurbaşkanlığı Kararı ile 400 bin ton gümrüksüz şeker ithalatı için düğmeye basılmıştır. Bu yaşananlar küçük çiftçiler desteklenerek halkın gıda ihtiyacının karşılanması yerine ithalata dayalı bir gıda politikası uygulanmasının sonucudur. AKP iktidarı yaşanan her türlü gıda krizini şirketler için fırsata çevirmeye çalışmakta, şirketleri koruyan tarım ve gıda politikalarını ve uygulamalarını devam ettirmektedir. Savaş, “Ayçiçek Yağı krizi” vb. bahanesi ile gümrük vergileri sıfırlanarak ithalat teşvik edilmekte, “Sözleşmeli Tarım” da çözüm olarak sunmaktadır. Son aylarda market zincirleri de reklamlarında övünerek; “sözleşmeli tarım” yaptırdıklarını, “tarladan sofraya bütün sürecin kendi kontrollerinde geliştiğini” ifade etmektedirler.
Gıda Rejimi’nin yani şirketlerin gıda sisteminin en önemli yöntemlerinden olan, çiftçilerin tarlalarını, üretim araçlarını, ailelerinin ve kendilerinin emek güçlerini kiraya verdikleri, kendilerinin çiftçilik bilgisini yok sayan ve şirketlere bağımlılığı arttıran “Sözleşmeli Tarım” da aramak yanlışı devam ettirmek, şirketlerin gıdayı kontrolünü güçlendirmek, gıda krizini derinleştirmek anlamı taşır. Gıdayı meta, çiftçiyi ve ailesini de bu metanın üretilmesini sağlayan sosyal güvencesiz bir şekilde kiralanabilir emek gücü olarak görmektir. Kısacası örgütsüz çiftçilere “Sözleşmeli Tarım” yaptırmak onları köleleştirmektir.
Ekim yapmaktan vazgeçen çiftçileri geri döndürmenin ve gıda krizini çözmenin yolu “sözleşmeli çiftçilik” değildir. Çözüm: öncelikle ,çiftçilerin gerekli girdileri ve hammaddeleri şirketlerden temin etmek zorunda kaldığı, yoğun makine kullanımı ve enerji tüketimi içeren endüstriyel gıda sisteminden kurtulmalarından geçer. Siyasi iktidarın endüstriyel gıda sisteminden kurtulmak diye bir anlayışının olmadığını biliyoruz. Ama ne yazık ki muhalefet partileri de çözüm arayışlarını endüstriyel gıda sistemi dışında aramak yerine, bir tarzda, onun devamlılığını sağlayacak palyatif çözümleri ve önerileri sıralamakta buluyorlar. İktidarın uyguladığı politikaların kapitalizmin bugünkü yol haritası olduğunu ve bu yol haritasına tümden karşı çıkılmayınca çözüm odaklı bir tutum alınmış olunmadığını unutuyorlar.
Endüstriyel tarım sisteminden ve gıda krizinden kurtulmanın kalıcı çözümü ise; şirketlere yarayan tohumculuk yasasının yeniden düzenlenmesinden, maliyet+ kâr+ insanca yaşamak için refah payı hesaplanarak taban fiyat uygulanması yapılmasından, biyoçeşitliliği koruyan, yerel atalık tohumlarla üretim yapılmasına dönük politikaların uygulanmasından, agroekolojik üretim yapılmasını sağlayan bütünlüklü, demokratik bir tarım reformundan, BM Genel Kurulu’nda kabul edilen kısaca “Köylü Hakları Deklarasyonu” diye bilinen “Köylülerin ve Kırsal Alanda Çalışan Diğer İnsanların Hakları Birleşmiş Milletler Deklarasyonu “nun uygulanmasından, halkın gıda sistemi olan Gıda Egemenliği’nin tesis edilmesinden geçer.
Köylü Hakları Hemen Şimdi!
Gıda Egemenliği Hemen Şimdi!