2006-2008 yılları içerinde gıda kıtlığı, gıda maddesi fiyatlarını geniş halk kitlelerinin erişebileceği seviyeden giderek uzaklaştıran küresel bir gerçeklik halini aldı. Dünya Gıda Programı’nın, hızla azalan gıda stoklarının acil bir durum halinde yetmeyebileceğine dair uyarısı üzerine uluslararası kuruluşlar hazırlıksız yakalandılar.2008 sonuna gelmeden Birleşmiş Milletler, en az gelişmiş ülkelerde yıllık gıda ithalat bedellerinin 2000 yılındakinin 3 katından da fazla olduğunu ve bunun artan ithalat miktarından değil, gıda fiyatlarındaki artıştan kaynaklandığını belirtti. Bu karmaşık ve düzensiz gelişmeler, 75 milyon insanı daha açlar ordusuna ekledi ve gelişmekte olan ülkelerde yaklaşık 125 milyon insanı aşırı yoksulluğa sürükledi.
Küresel kriz, küresel direniş
Bazı ülkeler için gıda krizi bardağı taşıran son damla oldu. Aralarında Bangladeş, Burkina Faso, Kamerun, Fildişi Sahilleri, Mısır, Gine, Hindistan, Endonezya, Moritanya, Meksika, Fas, Mozambik, Senegal, Somali, Özbekistan ve Yemen gibi ülkelerin bulunduğu yaklaşık 30 ülkede, artan fiyatlar nedeniyle 2007 ve 2008 yıllarında şiddetli ve yoğun katılımlı eylemlere tanık olundu. Kıtalar boyunca, yetersiz üretim nedeniyle ülkelerinin ithal etmek zorunda kaldığı hammadde fiyatlarının kontrolsüz artışına karşı binlerce insan sokaklara döküldü. Öfkeli kalabalığın oluşturduğu bu gösterilerde çok sayıda insan hayatını kaybetti.
En üzücü gelişmeler ise Haiti’de gerçekleşti. Günlüğü 2 doların altında geçinen nüfusun yüzde 80’i için, 2008’in ilk 4 ayında pirinç fiyatlarının ikiye katlanmasının diğer anlamı, bir anektoda göre“ insanların midelerinin çamaşır suyu ya da batarya asidi ile kemirildiğini hissettiği acımasız bir açlık” oldu. Senatonun başbakanı kovması ile ancak son bulan geniş çaplı isyanlar patlak verdi. Haiti isyanları, şiddeti açısından, gözlemcilere yaklaşık 20 yıl önce Venezuela’da patlak veren ve bu ülkenin politik çerçevesini yeniden çizen Caracazo adıyla bilinen IMF karşıtı isyanları anımsattı.
Kusursuz Fırtına mı?
Uluslararası basın ve akademisyenler, ucuz gıda döneminin sonlandığını ilan ettiler ve bunu çeşitli nedenlere dayandırdılar: Yoksul ülkelerin, tarım sektörlerini geliştirmede başarısız olmaları, Çin’deki beslenme alışkanlığı değişikliklerinden kaynaklanan uluslararası gıda stoklarındaki gerilmeler, Hindistan’ın daha çok et tüketen orta sınıfının genişlemesi, vadeli alış ve satışlardaki spekülasyonlar, tarım arazilerinin kentsel gayrimenkule dönüştürülmesi, iklim değişikliği ve mısır ve şeker kamışının gıda amaçlı üretimden petrolün yerine geçmeye aday tarımsal yakıt üretimine kaydırılması.
Birleşmiş Milletler, Dünya Ekonomik Durumu ve Beklentiler raporunda, krizden ‘kusursuz bir fırtınanın’ ürünü ya da farklı gelişmelerin patlamaya hazır bir bileşimi olarak bahsetti. 2007 yazında patlak veren küresel mali krizi de beraberinde getiren spekülatif hareketler, gıda krizinde de etkili oldu. Birleşmiş Milletler’e göre, mal ve emtia alış-satış piyasalarındaki finansal yatırımcılardan kaynaklı spekülasyonun gıda fiyatları üzerindeki etkisi kayda değer oldu. Rapor, artan küresel likidite ve finansal yeniliklerin mal piyasalarında spekülasyon artışına yol açmış olmasının tartışmaya açık olduğundan söz ediyordu. Öte yandan, finansal yatırımcılar mal piyasalarından geri çekilir ve ABD Doları büyük ekonomilerdeki finansal kuruluşların borç ödeyerek küçülme sürecinin bir unsuru olarak değer görürken, mali kriz 2008’in ortalarından itibaren mal fiyatlarındaki düşüşe katkıda bulundu.
Muhalif Alman örgütü WEED’den Peter Wahl gibi diğerleri ise daha ısrarcı olup 2007 ve 2008 yıllarında gıda mallarındaki sıra dışı artışa yol açan ana faktörün aslında tarımsal mal piyasalarındaki spekülasyonlar olduğunu iddia ettiler. Gayrimenkul trendi balonunun 2007’de patlaması ve mortgage temelli hisse ve türevi alım-satımlarında çöküş yaşanmasıyla, tarımsal malların üretiminde çok az bir artışa ya da nerdeyse hiç artışa yol açmaksızın yatırım fonları ve diğer spekülatif etmenlerin, mal piyasalarında spekülasyona neden olup ticari faaliyetler ve anlaşmalarda hızlı bir artışa yol açtığını ileri sürdüler.
Biyoyakıt Faktörü
Spekülasyonun, 2006-2008 yılları arasındaki ‘kusursuz fırtınayı’ yaratan faktörlerden biri olduğuna şüphe yoktu. Daha göze çarpan bir açıklama ise hububat, özellikle de mısır üretiminin gıda amaçlı üretimden biyoyakıt ya da tarımsal yakıt hammaddesi üretimine kaydırılmasıydı.
3 Temmuz 2008’de The Guardian, 2002 ile Şubat 2008 arasında gıda fiyatlarındaki % 140’lık artışın 4’te 3’ünden ABD ve AB’nin tarımsal yakıt politikalarının sorumlu olduğunu savunan bir Dünya Bankası ekonomistinin gizli raporuna dayalı bir belge yayınladı. Bu tablo, daha önce ABD Tarım Bakanlığı (USDA) tarafından rapor edilen %3’ten, Oxfam’ın yaklaşık %30 civarındaki tahmininden, IMF’nin %20 ila 30 civarı olarak verdiği rakamdan ve Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) açıkladığı %60’dan önemli ölçüde yüksekti. Raporun vardığı sonuç açıktı:
Gıda fiyatlarının artışında en önemli faktör, ABD ve AB biyotakıt üretimindeki büyük artıştı. Bu artışlar olmasaydı, küresel buğday ve mısır stokları hissedilir şekilde azalmayacak, yağlık tohum fiyatları üçe katlanmayacak ve kuraklık gibi nedenlerden kaynaklı fiyat artışları daha makul seviyede olacaktı. Son ihracat yasakları ve spekülatif faaliyetler muhtemelen yaşanmamış olacaktı çünkü bunlar büyük ölçüde, artan fiyatlara birer tepkiydiler.
Nisan 2008 kadar erken bir tarihte bitirilmiş olan ve Dünya Bankası araştırma ekibinin baş ekonomisti Donald Mitchell’in adıyla anılan Mitchell raporu, iddialara göre eski ABD başkanı George Bush’u ve onun saldırgan biyoyakıt politikasını küçük düşüreceği korkusuyla örtbas edildi.
ExxonMobil, Archer Daniels Midland ve Cargill gibi, enerji ve tarımsal gıda endüstrisinin en büyük bazı isimlerini de içeren şirketler ittifakı tarafından sıkıştırılan Bush, 10 sene içerisinde, ulaşım sektöründeki enerji portföyünün en az %20’sinin yenilenebilir kaynakları tarafından oluşturulması yönünde açıkladığı hedefiyle birlikte, biyoyakıt geliştirme işini, kendi hükümetinin enerji politikasının ana dayanaklarından biri haline getirdi.
Tarımsal yakıt üretiminin halihazırdaki etkisi yeterince kötü olmakla birlikte, gelişmekte olan ülkeler üzerindeki geleceğe dönük etkisi daha endişe vericiydi. Filipinler, Kamboçya ve Madagaskar gibi toprak açısından zengin ülkelerle büyük ve kiralık anlaşmaların yapıldığı söyleniyor. Uluslararası medyada, ekilebilir toprak yoksunu ülke hükümetlerinin ve özel şirketlerinin kira anlaşmaları imzaladığı yönünde yaygın raporlar var. Bu anlaşmaların en tartışmalısı Kore firması Daewoo Logistics’in Madagaskar’da 3 milyon dönümden büyük bir araziyi biyoyakıt üretimi için 99 yıllığına kiralama planıydı. Bölgedeki ekilebilir toprağın nerdeyse yarısında mısır ve hurma yağı yetiştirilecekti. 2009’da askeri darbeyle başa gelen yeni hükümetin yoğun muhalefet karşısında Daewoo’nun sözleşmesini feshettiği yönünde söylentiler var. Bunla birlikte, yeniden anlaşma masasına oturulmayacağı konusunda da bir kesinlik yok.
Yapısal Düzenlemeler ve Ticari Liberalizasyon
Gıda fiyatlarında yaşanan krizin oluşmasında vadeli piyasalardaki spekülasyonların ve bitkisel yakıt üretimindeki genişlemelerin önemli etkisi olmasına karşın, bu konudaki merkezi rolün yapısal türdeki uzun erimli düzenlemelere ait olması daha yüksek ihtimaldir. Tüm bu faktörler, gıda fiyatlarının yıllar içinde artıp 2006–2008 yıllarında aşırı hızlı yükselmesine neden olurken – pirinç, buğday, arpa, mısır ve soya fasulyesi gibi- başlıca hububat madde stoklarının 1998–99 yıllardaki miktarlarının %40 altına inmesine ve toplam hububat, buğday ve sebze yağı miktarlarının da uzun yılların en düşük seviyesini bularak aşırı üretim talebinin oluşmasına yol açtı. BM “gıda talebindeki büyümeye rağmen üretimde felaket bir düşüş” olmasının temel sebebinin, gelişmekte olan ülkelerin tarım sektörünün piyasaya olan borçları, gelişmekte olan ülkelerdeki yatırım ve tarımsal destek ölçütlerinin zayıflaması, belli başlı gıda hasatının düşmesi ve ekilebilir alanda kayda değer bir artışın olmaması olduğunu ileri sürdü.
Yatırım eksikliği neticesinde oluşan arzdaki kısıtlamalarla ilgili olarak FAO, 1990-92 yılları arasında kronik açlık çeken 842 milyon insan sayısının, 2003-05 yılları arasında yaklaşık 6 milyonluk bir artışla 848 milyona çıktığını vurgulayarak, “gıda fiyatlarında yaşanan son dalgalanmadan önce, kaygı verici uzun vadeli eğilimlerin açlığı arttıracağının ortada olduğunu” söyledi.
Kısacası, 2006–08 yılları arasında gıda fiyatlarının ani yükselişine neden olan yapısal ve politik öğelerin karışımından oluşan birleşimde kesinlikle en önemli unsur, yapısal düzenleme olarak bilenen etkili ekonomik tutum değişimidir. 1980’li yıllarda Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu tarafından doksanı aşkın gelişmekte olan ve geçiş ekonomisine sahip ülkeye empoze edilen ve son yirmi yıllık süreçte yürürlüğe sokulan bu programlar, küresel gıda fiyatlarındaki krizin en olmazsa olmaz nedeni olarak karşımıza çıkmaktadır.
Meksika Kırsalının Aşınması
2007 yıllarının başında, Meksika’nın başlıca mahsullerinden biri olan düz ve mayasız ekmek ‘tortillalaların’ fiyatlarında yaşanan keskin yükselişi protesto etmek isteyen on binlerce insan mitinglerdeki yerini alırken; pek çok analist de sübvansiyonlarını buğday üretiminden bitkisel yakıt üretimine kaydıran Meksika’nın buğday ithalatında Birleşik Devletlere bağımlı hale gelmesinde bitkisel yakıtın sorumlu olduğunu belirttiler.
Buna karşın pek çok gözlemci tarafından atlanan, şaşırtıcı ve merak uyandıran soru şu oldu: nasıl oldu da buğday tohumunu ilk ıslah eden Meksikalılar, ithal buğdayda Birleşik Devletlere bağımlılıkta ilk sırada gelmeye başladılar?
Yıllar içindeki tortilla krizi gerçeğinin nedenleri göz ardı edilerek Meksika gıda krizinin nedenleri tam olarak anlaşılamadı; Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası ve Washington buğdayın anayurdu Meksika’yı serbest piyasa ekonomisi politikalarıyla buğday ithalatçısı bir ülke haline dönüştürdü. Meksika’daki gıda fiyat krizi birbirine bağlı krizlerin içinde bir unsuru olarak ülkeyi otuz yıl boyunca salladı ve devleti “ başarısız” olma sınırına taşıdı. Yapısal uyumu sağlayanlar ise, gıda krizleri arasındaki anahtar bağlantı, uyuşturucu savaşları ve Kuzeye etkili göçler oldu.
Kırsaldaki yapısal uyum ise, 1940lardan 1970lere kadar tarımsal sektöre hizmet eden ve Meksika Devriminin dayanağı gördüğü köylü sınıfına hitap eden Kurumsal Devrim Partisi (Partido Revolustinario İnstitucionalizado) tarafından inşa edilen çeşitli reformist hükümet programlarının ve kurumlarının içinin boşaltılması oldu. Kredi, vade uzatımları ve altyapı sistemi destekleri gibi devlet tarafından sunulan hizmetlerdeki keskin azaltımlar ve tasfiyelerin tarımsal üretime ve verimliliğe etkileri olumsuz oldu.
Köylü tarım kapasitesinde yaratılan erozyon, 1980lerde tarımsal ticarette yaşanan tek taraflı liberalizasyon ve 1990larda toprakları buğday ıslahçısı konumundan çıkarıp tahıl ithalatçısına dönüştürerek ülkenin durumunu net bir ithalatçı konumuna mahkum eden Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması tarafından daha da kötü biçimde derinleştirildi.
Meksika, yapısal düzenlemelerin başladığı 80’lerin ilk dönemlerinden itibaren, son 25 yıldır vahim gıda güvenliği sorunları, kalıcı ekonomik krizler, politik istikrarsızlıklar ve kontrol edilemeyen suç olaylarının yaşandığı bir devlet konumu aldı. Moda bir terim olarak ‘başarısız devlet’ demek için belki çok erken ama, böyle olmaya da çok yaklaştı.
Filipinlerde Bir Pirinç Krizi Yaratılması:
Tıpkı Meksika’daki mısır örneği gibi Filipinler de 2008’in başında büyük pirinç açığı ile manşetlere taşındı.
Ülke, 1990ların ortalarından itibaren gıda ihracatçısı olmaktan çıkıp gıda ithalatçısı oldu; temel neden Meksika ile aynıydı: gelişmekte olan dünyada bir ilk olan yapısal bir uyum programı yolu ile ülkeye boyun eğdirilmesi. Program, Markos diktatörlüğü döneminde köylülüğü rejimin bir destekçisi olmaya dönüştürmesi kapsamında gerçekleştirilen tarımsal üretim programlarına yapılan desteklemelerin önemli oranlarda azaltılmasını kapsıyordu.
Programın, ülkenin finansal kaynaklarının dış borç ödemelerine aktarılması şeklinde görünür hale gelen zararlı etkileri ülkenin 1990ların ortalarında dünya ticaret örgütüne katılması ile örtüştü; katılım şartları gereğince, pirinç dışındaki tüm tarımsal ithalat kotaları kaldırıldı. Bir üründen bir diğerine derken; Filipinli üreticiler ithalatlarla yer değiştirdi.
Afrika Tarımda Tahribat:
Kıta olarak tükettiği gıdanın yüzde 25’ini ithal eden Afrika uluslararası gıda krizinin merkezinde yer almakta. Tıpkı Meksika ve Filipinler’de olduğu gibi, yapısal uyum, devlet bütçesinde yapılan kesintilerle beraber – özellikle gübre sübvansiyonlarında yapılan büyük kesintiler- 1960ların gıda ihracatçısı olan Afrika’yı günümüzün gıda ithalatçısı olmaya sürükleyen en önemli nedendir. Meksika ve Filipinler’de olduğu gibi Afrika’daki uyum programının ana hedefi de kıta ekonomilerini artmakta olan dış borçları nedeniyle döviz elde edebilmeleri için ihracat temelli tarımsal üretime iterek “daha verimli” hale getirmekti.
DB ve IMF’in denetiminde yürütülen bu kuramsal çözüm, karşılık olarak daha çok yoksulluk ve daha çok eşitsizlik yarattı ve kıtanın tarımsal üretimi ve endüstriyel üretim kapasitesinde önemli bir aşınmaya neden oldu. Program Malawi’de geçtiğimiz on yıllık süreçte ülkenin sübvansiyonları yeniden hayata geçirerek programdan çıkması ile önü alınabilen kıtlığa neden oldu.
Meksika ve Filipinler’de olduğu gibi, yapısal uyum programının sağ kroşesini eşitsiz küresel ticaret kurallarını kapsayan ticari liberalizasyonun sol kroşesi takip etti. Güney ve Batı Afrika’daki büyükbaş hayvan yetiştiricileri AB’nin sübvanse edilen et üreticilerinin fiyat düşürmesi nedeniyle oyun dışına itildiler. Batı Afrika’daki pamuk üreticilerinin yerini dünya pazarında yüksek miktarda sübvanse edilen Amerikalı üreticiler aldı.
Kapitalizme Karşı Köylülük :
DB’nın Afrika’nın uyum programı sonrasında yüzyüze geldiği gıda üretim problemi için sunduğu ticari tarımsal üretim, önemli bir şeyin işaretiydi; yapısal uyumun yaratıcıları bilincinde olsun ya da olmasın, programın ana fonksiyonu uzun vadede kapitalist dönüşümü ülke çapına yaymaktı.
Oxford’lu ekonomist Paul Collier gıda krizinin kalbinde yatan kapitalist dönüşümün nedenleri ve dinamiklerini Foreign Affairs’deki çalışmasında ortaya koymuştur. Krizin ana nedeni olarak ticari tarımsal üretimde “Brezilya modeli” olarak tanımladığı modelin Afrika’da yaygınlaştırılmamasını görür.
Çevreye olumsuz etkilerine rağmen, Collier Brezilya modelinin altını çizer ve ABD’de başlatılan ve Brezilya’da tam anlamıyla uygulanmakta olan kapitalist endüstriyel tarımsal üretimin gelecekte küresel nüfus artışına karşılık yeterli tarımsal üretimi gerçekleştirebilmenin tek yolu olduğunu söyler. Köylülük de bu gerekli değişimin yolundadır. Collier’e göre, köylüler gıda güvenliği ile çok fazla alakadar olduklarından girişimci ya da yenilikçi değildirler. Yenilikçi girişimciliğin önünü açacak yol da bu nedenle ticari amaçlı tarımsal üretimdir Collier’e göre.
Collier’in savunduğu Brezilya modelinde küresel arz zincirine sahip Taylandlı uluslar arası CP ve özellikle kullandığı ileri genetik teknolojisi ile bilinen Monsanto gibi şirketlerce üretime hükmedilmektedir. Küresel üretim entegrasyonu gümrük ya da diğer bariyerlerin kaldırılarak Cargill, Archer Daniels Midland, İngiliz Tesco ve Fransız Carrefour gibi şirketlerce elit ve orta sınıf tüketicilere küresel bir tarımsal süpermarket sunularak sağlanır. Bu entegrasyon ve liberalizasyon süreci çokuluslu bir üstyapı olan Dünya Ticaret Örgütü tarafından yönetilir.
Esasında; kır ve kentteki yüzmilyonlarca yoksulun bu küresel pazarda sadece çok ufak bir yeri bulunur. Yoksullar ya gıda fiyatlarının genellikle süpermarket fiyatlarından daha yüksek olduğu gecekondu bölgelerine sıkıştırılmıştır ya da açlıkla başa çıkmak için sıra dışı tarımsal üretim yapmayı denedikleri kırsal alanlara hapsedilmiştir. Dünya Kalkınması 2008 adlı çalışmalarında Kjell Havnevik ve arkadaşları DB’nin geniş çaplı şirket tarımına dayalı gelecek öngörüsüne karşılık, marjinalleşen geniş nüfusun geçimini güçlükle sağlayabilmek için küçük ölçekli kolektif tarıma yöneldiğini tespit eder.
Bu gelişmeler yalnız basitçe ulusal gıda güvenliğini aşındırmakla kalmamakta. Bu durum, bir üretim tarzının aşamalı olarak bitirilerek ülke çapında sermaye birikimi için elverişli hale getirilmesi çabası. Bu dönüşüm, tarımsal üretim içerisindeki yüzlerce milyon insan için basitçe bir ekonomik aktivite olmanın çok ötesinde. Bu eski tip bir yaşam şekli ve bir kültür; dolayısıyla bu dönüşümden dolayı Hindistan’da üretim dışı kalan marjinalleştirilen yüzlerce köylünün intihar nedeni. Andhra Pradesh şehrinde çiftçi intiharları 1998’de 233 iken 2002’de 2600; Maharashtra’da ise artış üç katından fazla; 1995’de 1083 iken 2005’de 3926. Tahmine göre geçtiğimiz birkaç yıl içinde 150000 Hindistanlı çiftçi hayatlarına son verdi; bunun nedenini Vandana Shiva şöyle açıklıyor: “Küreselleşme altında üretici sosyal, kültürel ve ekonomik kimliğini kaybediyor. Eskinin çiftçisi şimdi güçlü mal sahipleri ve bölgesel tefeciler aracılığı ile çalışan küresel şirketlerden pahalı tohumlar ya da kimyasallar almak zorunda kalan ‘tüketici’ oldu”.
Direniş:
Bugün köylülük bu sonu reddediyor. 1993 yılında Via Campesina kuruldu; ve sonrasında da köylülerin ve küçük üreticilerin bu federasyonu küresel ticaret ve tarımsal üretim sahnesinde etkili bir aktör oldu. Vía Campesina kapitalist endüstriyel tarımın hegemonyasını reddederken küçük çiftçiliğin dünya nüfusunun üçte birini oluşturduğunu ve dünya gıda üretiminin üçte ikisini sağladığını ve bu yüzden küresel gıda üretiminin omurgasını oluşturduğunu savunur. Gıda fiyatlarında yaşanan kriz geleneksel tarımın hatası değil, ticari tarımsal üretimin sonucudur. Dünyayı besleyecek tek üretim olarak görülen ticari tarımsal üretim küresel üretim zincirleri ve küresel süpermarketle r kurarak tekel karlarının peşinde daha fazla açlık, daha kötü gıda ve tarım temelli çevresel kararsızlığa tarihte daha önce görülmediği oranda neden olmaktadır. Endüstriyel üretim, üretime hazırlık, üretim, dağıtım aşamalarında her bir kalorilik besin enerjisi elde etmek için 10 kalorilik enerji ihtiyacı ile absürd bir durum yaratır.
Köylülük ve küçük tarım üreticiliğinin teknolojik yeniliklere düşmanca yaklaştıkları savlarına karşın küçük ölçekli tarımsal üretimi destekleyenler teknolojinin “izlek bağımlı” olduğunu savunurlar; gelişme bağlı olduğu üretim tarzına göre oluşur; dolayısıyla küçük ölçekli üretimde teknolojik gelişme kapitalist endüstriyel tarımsal üretimdeki teknolojik gelişmeden daha farklı bir yönde ilerleyecektir. Küçük ölçekli tarım ve köylülük taraftarları yalnızca bu tarımsal üretimi desteklemekle kalmayıp gıda egemenliği adında endüstriyel kapitalist tarımsal üretime alternatif formüle etmişlerdir.
Konjonktür:
Son birkaç yıllık küresel gıda fiyatları krizini tam olarak anlayabilmek için bunun yüzyıllar süresince geleneksel tarımın yerini kapitalist tarımla yer değiştirmesi ile gelen bir üretim krizi olduğunu görmek gerekir. Baskınlığına karşın kapitalist tarım köylülüğü ve geleneksel aile üretimine dayalı tarımı halen safdışı bırakabilmiş değildir; özellikle Güney’de ulusal nüfusun gıdasının önemli oranı bu yolla sağlanmaktadır.
Aslına bakılacak olursa, gıda fiyatları krizinden ve parçası olduğu küresel ekonomik krizden çok daha önce kapitalist endüstriyel üretim tarzının meşruluğuna karşı bir direniş yalnızca küçük ölçekli tarımsal üretim yapan üreticilerden değil aynı zamanda tüketicilerden, çevrecilerden, sağlık uzmanlarından ve sosyal duyarsızlık ve şirketlerin çıkarının ön planda olduğunu gören bir çok kişi tarafından da gösteriliyordu.
1930lardan bu yana kapitalist üretim tarzının en kötü krizine girmesi ile köylüler ve küçük üreticiler otonomi, çeşitlilik ve kooperatifleşmeyi temsil eden görüşleri ile gerekli olan sosyal ve ekonomik yeni bir örgütlülükte temel taş olarak bulunuyorlar. Çevresel krizler katlanarak arttıkça kentsel endüstriyel yaşamdaki sosyal fonksiyon bozuklukları da yığınlaşmakta ve küreselleşme hapları dünyayı ancak küresel krize sürüklemekte; “köylülüğün yolu” ise gözle görünür oranda daha fazla insan tarafından uygun bulunmakta. Sadece Güney’de değil aynı zamanda Kuzey’de de geleneksel çiftçiliğe dönüş kapitalizmden bir kaçış olarak artan oranda kişi tarafından benimsenmekte.
Monthly Review Temmuz -Ağustos 2009 tarihli sayısından ekolojistler.org için kısaltarak Çevirenler: Elif Bozkurt, Ilgın Özkaya Özlüer, Merthan Özcan
not: bu yazının tam çevirisi için Monthly Review Türkiye haziran 2010 sayısına bakınız.
31 Temmuz 2010- ekolojistler.org