Geçen hafta yoksulların yükselen gıda fiyatlarından nasıl etkilendiğini anlatmaya çalıştım. Şimdi de para verdiğimiz halde nasıl eksik/ yetersiz beslendiğimizi konuşalım.
Gizli açlık ile yoksulluk bütün insanları ve insanlığı vuruyor ama sadece alım gücü yerinde olan zenginler sağlıklı gıdaya erişebiliyor.
Yoksullar ise endüstriyel üretim modeliyle elde edilmiş ürünleri alarak beslenmek zorunda kalıyor. Böyle beslenen insanlar sürekli hastalıklarla boğuşmak zorunda kalıyor. Bu tarz ürünle beslenmeden dolayı kronik A vitamini yetersizliğinden yılda 807 bin çocuk kör oluyor. Yılda 450 bin çocuğumuzu çinko yetersizliğine bağlı hastalıklardan kaybediyoruz. Yılda 18 milyon çocuk çinko noksanlığından zihinsel geriliğe maruz kalıyor. Kadınların 50 binini anemi nedeniyle doğum esnasında yitiriyoruz. Bu insanlar gıdalardan yeterli vitamin ve mineral alamadığı için gizli açlık çekiyor.
Bütün bu ölümler olurken geliştiğimiz, kalkındığımız ve büyüdüğümüz masalları anlatılıyor, uyutuluyoruz.
Aslında sebze ve meyvelerin hemen hepsinde insan sağlığını koruyan ve bazı hastalıkların iyileşmesinde katkısı olan pek çok doğal madde var. Uzmanlara göre, “Maydanoz, meyan kökü ve turunçgiller gibi bitkilerde bulunan kalp ve damar hastalıklarında kanın pıhtılaşmasını engelleyici olarak kullanılan kumarinler var. Turpgillerde, brokoli, lahana, karnabahar gibi sebzelerde bulunan Indol-3-karbinol’ün, kanser karşıtı, antioksidan ve antiaterojenik etkileri var, kansere etkisi östrojen metabolizması üzerinden yapıyor. Böğürtlen, kızılcık, ceviz, nar, ahududu, kiraz, üzüm ve çilek gibi meyvelerde bulunan elajik asitler, kanser hücresinin çoğalmasını önleyici ve antioksidan etkilere sahip. Elma, ayva, erik, portakal ve greyfurtta bulunan pektinler, çözünebilir bir lif çeşididir ve diyabete karşı korunma sağlar.
Görüldüğü üzere gıdalar, koruyucu ve tedaviye destek olma özelliğine sahip. Fakat şimdiki ürün ve gıdalarda koruyucu ve iyileştirici gücü ara ki bulasın. Gırtlağımıza kadar kimyasalla üretilmiş ürünlere, katkı maddeli gıdalara gömülmüş durumdayız.
Kimyasallarla üretilmiş ürünler ile katkı maddeli gıdalar da insanlardan çok hastalıkları besliyor. 1950’lerdeki bir kilo domatesin besin değerine ulaşmak için şimdiki domateslerden 9 kilo tüketmemiz gerekiyor. Yani para verip aldığımız ürünlerle beslenemiyoruz. Aldatılıyoruz.
Gerçekler böyleyken endüstriyel üretimden, kimyasalsız köylü üretimine geçilmemesinde hükümetin ısrarı sürüyor. tarımsal destekleri endüstriyel üretim sisteminde kullanılan girdilere veriyor. Yanlış sistemin devamından yana oluyor.
Ayrıca Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) verilerine göre, üretilen besin tüketiciye ulaşana kadar, yüzde 25-50’si bozulmakta ve besin değerini kaybetmektedir. Bu oranın, Hindistan’da yüzde 50 dolayında olduğu belirtilmiştir. Taze meyve sebzelerde kayıp oranı yüzde 30-40 civarındadır. Ülkemizde besinlerin yüzde 15’inin tüketilmeden bozulduğu sanılmaktadır. Demek ki gıda ile insanları buluşturma mesafesini kısaltmak gerekiyor. Gel gör ki, yerel üretim ve yerel (tüketim) pazar sistemine geçmek için hükümet politika geliştirmiyor. Dolayısıyla ürün ile tüketici mesafesi uzuyor.
Hükümetlerin herkes için sağlıklı bir tarım ve gıda politikası uygulaması gerekiyor. Böylesi bir uygulama ölümlere ve gizli açlığa karşı çare, üç çocuk yapın ìdikteîsine göre daha somut bir çözüm olur.
Kaynak : ÖzgürGündem – 13 Mart 2015