22 Nisan Akşamı NTV de yayınlanan Neden? Programına katılan Zıraat Mühendisleri Odası Başkanı Gökhan Günaydın, Can Dündar’ın sorularına şöyle cevap verdi:
Can Dündar: Dünyada baş gösteren gıda krizini ve bunun Türkiye’ye yansımalarını konuşuyoruz. İki konuğumuzu dinledik, sayın Güngör Uras sorunun üretimin artmaması olduğunu temelde söyledi. Daha sonra Toprak Mahsulleri Ofisi Genel Müdürü sayın İsmail Kemaloğlu 2007-2008’de dünyada yaşanan, baş gösteren krize değindi ve bunun Türkiye’ye yansıdığından söz etti. Peki meslek örgütü ne diyor ve akademisyenler ne diyor, şimdi onlara kulak vereceğiz. İsterseniz meslek örgütüyle başlayalım. Ziraat Mühendisleri Odası Genel başkanı’nı dinleyelim, sizce neden bu sorun? Bu iki görüşü dinlediniz, katılıyor musunuz? Bu aniden zuhur etmiş bir şey mi, yoksa geçmişe olan bir sorun mu?
Gökhan Günaydın: Evet. Özellikle sayın Toprak Mahsulleri Ofisi Genel Müdürü’nün sözleriyle galiba Setbir’in başkanıydı, onların sözleri neredeyse birebir örtüşüyor. Yani bu sözler adeta şunu ima ediyorlar; bütün dünyada bir küresel tarım ve gıda krizi var ve bu üstelik de birdenbire oldu. Yani nasıl oldu? Küresel ısınma var, küresel ısınma tarımsal üretimi ve verimliliği baskılıyor, ayrıca biyoyakıtlara alan arıyoruz bu da arzı kısıtlıyor. Bu de yetmiyor, Çin ve Hindistan, Uzak Asya ülkeleri refahları arttıkça gıda maddelerine olan talepleri artıyor ve bu da talebi kamçılayan bir şey. Bir de finansal aktörler bu piyasadalar. Bütün bu süreç dünyada bir tarım krizi yarattı. Şimdi bakınız acaba bunlardan hangisi 2008 yılının Mart ayında ya da Nisan ayında birdenbire olabilecek bir şey. Bu anlattıklarımızın, altını çizdiklerimizin hepsi sanayi devriminden bu yana bir kısmı devam eden şeyler. Dolayısıyla bunu bugünü açıklamak için yeter neden olarak saymanın kesinlikle mümkün olmadığını söylüyorum.
Can Dündar: Bunlar doğru diyorsunuz ama.
Gökhan Günaydın: Bunlar doğru, tabi bunların her birinin kısmen etkiliği var ama esas etken bence şu; Nobel ödüllü bir iktisatçı diyor ki; metropol ülkelerin 50 milyon üretici dünyada 3 milyar köylüyü tasfiye ediyor diyor. Şimdi bu acaba sizin de gösterdiğiniz o kısa filmden açıklanabilir bir şey midir? Yani Belçika’dan, Fransa’dan ya da Kansas’tan şikayet eden bir üretici ve tüketici fotoğrafı hiç görmedik. Hep fotoğraflar Uzak Asya’dan geldi. Dünyanın yoksul ülkelerinden geldi. Orada toprak mı yok, orada su mu yok, orada tarım bilgisine sahip insanlar mı yok? Ya değilse gerçekten söylenildiği gibi 50 milyon metropol ülke üreticisi acaba 3 milyar köylüyü tasfiye mi ediyor? Bütün bunların altına politik olarak bakmak gerektiği zaman en önce dünya ticaret örgütüne bir bakmak gerekiyor. Dünya ticaret örgütü ne dedi? Dünyada verilen destekler tarımda adil ticareti önleyen şeylerdir, bu nedenle iç destekleri indirgemek lazım, ihracat sübvansiyonlarını azaltmak lazım ve pazara girişi kolaylaştırmak lazım. Yani gümrük vergilerinizi aşağıya indirin lütfen. Şimdi gerçekten Uruguay turunda 1995 yılında bu anlaşma imzalandı ve gümrük vergileri ve diğer alanlardaki indirgemeler yapıldı, arkasından 2003’te Meksika’nın Kankun kentinde bu yeni bir süreci başlatmak istedi gelişmiş ülkeler. O zaman Afrika’nın pamuk üreten 15 ülkesinin üreticileri şunu söylediler; ey Amerika sen Kansas’ta 25-30 bin pamuk üreticisine yılda 4 milyar sübvansiyon veriyorsun ve bu sübvansiyon nedeniyle 15 tane Afrika ülkesi pamuk üretemiyor, bu yalnızca üretimden geriye gidiş değil bizim için aynı zamanda açlık demektir. Dolayısıyla adil ticaretten söz ediyorsam benim gümrük vergilerimi azaltmamı istiyorsan önce sen şu tarımına verdiğin devasa desteklerden bir vazgeç. Dünyada yaklaşık 250 milyar dolar düzeyinde her yıl tarıma destek veriliyor ve bunun neredeyse yüzde 90’ını OECD ülkeleri veriyor. Dolayısıyla bu öngörüyü bir kere iyi değerlendirmemiz lazım, bütün bunlar kendiliğinden olan şeyler değildir. Arkasından dünya bankası ve uluslararası para fonu politikaları acaba neler yapıyorlar? Bakın somutlaştıralım, gelelim Türkiye’ye. Türkiye 1999 yılının sonunda uluslararası para fonuyla bir anlaşma imzaladı stand by. Arkasından 2001 yılında dünya bankasıyla tarım reformu uygulama projesini imzaladı TRUP. Bunların odaklandığı noktalar ve sonuçlarına yaklaşık 10 yıl geçtikten sonra rahatlıkla bakabiliyoruz. Ne söyledi dünya bankası? Dedi ki; tütün ekim alanlarınızı daraltacaksınız, tütünde bir üst kurul kuracaksınız ve özelleştirme yapacaksınız. Dönüp baktığımız zaman rakam şudur; Türkiye 2000 yılında 200 bin ton tütün üretiyordu, bugün 80 bin ton tütün üretebiliyor. Tütün üretim alanları ve tütün üreticilerinin yarısından fazlası tasfiye olmuş durumda. Tütün işi bir üst kurula devredilmiş ve tekelin içki bölümü ve sigara bölümü bir kaç yıllık kar’larına özelleştirilmiş. Şimdi bu Türkiye’de tütün üretimi alanında ciddi bir kırılma yaratmış. Şeker pancarı alanına bakalım, 18.8 milyon tondan 12.8 milyon tona düşmüş 2000-2008 aralığında. 6 milyon ton pancar kaybetmiş. Bu ikisi tesadüf müdür? Yani ya da bunu biz olağan iktisat düzeyinin sonuçları olarak adlandırabilir miyiz? Şimdi hemen tabi şu söylenebilir; tütünde ve şeker pancarında bir liberalizasyon gerekiyordu, bunun için yapıldı. Başka ürünlerden ben size örnek vereyim. Türkiye’nin patates üretimi 5.3 tondan 4.1 milyon tona gerilemiştir. Dünyanın en önemli üreticisi olduğumuz baklagil ürünlerinde Türkiye ciddi bir üretim daralması süreciyle karşı karşıyadır ve bir de hububat ürünlerinden bahsedelim. Bakın Türkiye yılda 20 milyon ton aşağı yukarı buğday üretiyor ve biz kişi başına 200 kilogram buğday tüketen bir ülkeyiz batının ve doğunun ortalaması. Türkiye’nin nüfus projeksiyonu 100 milyona ulaşacağımızı gösteriyor. Bu ne demektir? 30 milyon ilave insan tahıl ve tahıl eşdeğeri besin isteyecek Türkiye’den. Bunun minimum karşılığı Türkiye’nin 6 milyon ton daha fazla buğday üretmesidir önümüzdeki 15-20 yıllık süreçte. Peki geriye dönüyorsunuz, 15-20 yıllık bir geriye doğru bakıyorsunuz. Türkiye’nin buğday üretimi 16 milyonla 20 milyon ton, 21 milyon ton arasında değişmiş ve bu tümüyle yağışa bağlı olarak değişmiş. Yani yağış iyi gelmişse ve zamanında gelmişse üretim artmış, gelmemişse üretim düşmüş. O halde bizim ne bir bilgi transferiyle, ne bir teknoloji transferiyle, ne bir arge çalışmasıyla, ne bir depolama işleme yardımı gibi tekniklerle bu alanda bir üretim artışı sağlayamıyoruz. Peki soru şudur; acaba Türkiye çok büyük bir ülkedir, endişe edecek bir şey yoktur diye zaman geçirmek mi lazım, yoksa kapımızı çalmakta olan bir dünya krizinin ortasında nüfusunu hızla artıran bir ülkede bırakın öbürlerini en güçlü olduğumuz hububatta bile ilave 6 milyon ton üretim artışını hangi koşullarda, hangi projelerle yapabiliriz diye kafa yormak ve bunun mühendislik işini alana yaymak mı lazım?
Bir Yorum
Özlem
Sayın Gökhan Günaydın ki başkanı bulunduğu odanın üyesiyim, a dan z ye kadar sorunu doğru bir çerçevede analiz ederek resmi çiziyor.
Kendisinin açıklamalarından, görüş alanımız genişliyor. Emeğine sağlık.