Nature dergisinin geçen haftaki sayısında yayımlanan bilimsel bir araştırma, 540 milyon yılda canlı türlerinin yüzde 75’inin yok olmasına yol açan beş “tükenme” dalgası yaşamış olan dünyanın bir altıncısının eşiğinde olduğunu düşündürüyormuş (USA Today). Pazartesi yazımda işaret ettiğim gibi bu haber bana Türkiye’de olanları çağrıştırmıştı .
Geride bıraktığımız yarım asırda, her seferinde, sosyalist-demokratik muhalefetin temsilcilerinin, kurumlarının yüzde 75’inden fazlasını imha eden iki askeri darbe dalgası yaşamış olan Türkiye’de bu kez de parlamenter rejim altında şekillenen bir üçüncü dalga yaşanıyor diye düşündüm.
“Yaşam alanı” uyumsuzluğu
Berkley, Sao Paulo üniversitelerinden ve Durham Ulusal Evrimsel Sentez Merkezi’nden bilim insanlarının birlikte hazırladığı çalışma geçmişteki soyu tükenme dalgalarının, yanardağların patlaması, örneğin 65 milyon yıl önceki dinozorları da yok eden son dalgada olduğu gibi Meksika’nın Yucatan bölgesine meteor çarpması benzeri doğal şoklardan kaynaklandığını saptıyorlar.
Bilim insanları, bu kez, canlı türlerinin yok olmasında en etkin rolü, insanların yaşam alanlarının genişleyerek diğer canlıların yaşam alanlarını işgal ederek dönüştürmesinin oynadığını düşünüyorlar. Biyologlar, geçtiğimiz 500 yıl içinde 5,770 memeli hayvan türünden 80’inin soyunun tükendiğini saptamışlar. Science dergisinde 1995’te yayımlanan bir başka araştırma, soyu tükenme hızının, geçmişteki dalgalarınkinden, türüne göre 100 ila 1000 kat daha yüksek olduğunu gösteriyormuş. O araştırmadan bugüne yapılan bilimsel çalışmalar bu bulguları defalarca doğrulamış, dahası, soyu tükenme sürecinin giderek hızlanmakta olduğunu da ortaya çıkarmış.
Geçtiğimiz 20 yılda, kapitalizmin doğal kaynakların kullanımı, tropik ormanların kesimini, doğal çevrenin, su kaynaklarının, atmosferin kirletilmesini ne kadar hızlandırdığını anımsayıp, Türkiye’ye geçelim.
Türkiye’de sosyalist-demokratik muhalefet, bundan önce iki kez askeri darbelerin şoku ile imha edildi. Son yıllarda biraz farklı bir süreç yaşanıyor. Yaklaşık 25 yıldır, Siyasal İslam, sivil toplum alanını, Aydınlanma geleneğinin, seküler, demokratik ve sosyalist düşüncelerinin yaşamasına olanak veren alanlarını yavaş yavaş işgal ederek dönüştürüyor, kendi “hakikat rejimini” ve “biyopolitiğini” (beden disiplinini) yerleştiriyordu. Bu süreç “28 Şubat”tan sonra AKP hükümetleri döneminde hızlandı. Ergenekon davasıyla birlikte tırmanan “pasif devrim sürecine”, yukarıdan, devletin şiddet araçlarının, yargı kurumlarının reflekslerinden kaynaklanan şoklar eklendi; süreç daha da hızlandı.
Ve Küresel Tsunami
Bence bu hızlanma, Türkiye’deki egemen rejimin istikrarını koruyabilmesi için, toplumsal muhalefetin susturulması gerekiyor olmasından kaynaklanıyor. Pazartesi yazımda tartıştığım “Küresel Tsunami” önümüzdeki dönemde, bu kıyılara ulaşacak. AKP ekonomi ve dış işleri kadroları, yaklaşımlarını, yetersiz varsayımlara ve kaynaklara dayandırdıklarından, bu dalgayı yönetmekte zorlanacaklar. O zaman rejimin istikrarını korumak için muhalefetin sesini kısmak daha da önem kazanacak.
Enerji ve gıda fiyatlarındaki artışlar hem enflasyonu hem de maliyetler üzerinden büyümeyi etkileyerek, işsizliği yoksullaşmayı arttıracak. Türkiye ekonomisi, hızlı ekonomik büyümeyi sıcak para girişini hızlandırarak, dış ticaret dengesinin bozulmasına aldırmadan kaygan bir zeminde korumaya çalışıyordu. Geçtiğimiz haftalarda uluslararası mali piyasalarda bu konu gündeme gelmeye, kuşkular dile getirilmeye başlanmıştı. Geçen haftanın başında, az gelişmiş ülkelerin bono (borç) piyasaları, Kuzey Afrika üzerinden gelen ani bir güven çürümesiyle, 2008’den bu yana en büyük satış dalgasını yaşadığında, Bloomberg yorumcuları, “En çok Türkiye kâğıtları kaybetti” diye yazarken, petrolünün yüzde 93’ünü ithal etmek durumunda kalmasına da değiniyorlardı. RBS London’dan yükselen piyasalar analisti Tim Ash’ a göre de “Türkiye bugünkü krizden önemli ölçüde etkilenecek”.
Bugünkü krizin etkileri piyasa dinamikleriyle de sınırlı kalmayabilir. Rejimlerden hoşnut olmayanlar, büyük kalabalıkları önemli, medyanın kolaylıkla görebileceği merkezlere toplayarak orada bir süre kalmayı başarabildikleri taktirde fiziki çaplarından çok daha büyük etkiler yaratarak rejimleri zorlayabileceklerini öğrendiler. Bu dersi Kürt hareketinin de almış olduğu anlaşılıyor. Kıbrıs halkının düş kırıklığının da öfkeye ve kitlesel eylemlere dönüşmeye başladığı görülüyor. Bu iki dinamiğe bir de Suriye veya Kuzey Irak üzerinden gelebilecek bir siyasi sarsıntının yada sığınmacı dalgasının olası etkilerini eklediğimizde rejimin istikrarını korumakta nasıl daha da zorlanacağını gözümüzde canlandırabiliriz sanırım.
Kaynak : Cumhuriyet – 9 Mart 2011