Üretilmiş endüstriyel et mi, yetiştirilmiş hayvan eti mi?
Samanyolu’nun 30 Ocak 2011 tarihli haberine göre, Tarım Bakanı Mehdi Eker, Diyarbakır’da 2.200 dönüm alan üzerinde ilk aşamada 15 bin büyükbaş hayvan kapasiteli Organize Hayvancılık Bölgesi’nin açılacağını açıkladı.
31 Ocak tarihli Merhaba Gazetesi ise Konya Şeker’in “kırmızı-beyaz” markasıyla 50 bin büyükbaş hayvan kapasitesine varmayı hedeflediğini yazıyordu. Kırmızı eti, beyaz sütü temsil ediyor.
Sadece iki gün içinde basında çıkan haber bunlar. Türkiye tarımında yaşanan liberal dönüşümün hayvancılığımızı büyük hayvan kapasiteli şirketlerin denetimine açtığının göstergesi.
Kısa bir süre önce de Yavuz Donat Sabah Gazetesindeki köşesinde hayvancılıkta yeni bir model olarak Konya- Çumra’daki Dana Bank’ı tanıttı.
Dana Bank, Panko Birlik- Konya Şeker tabanlı Anadolu Birlik Holding’in yan kuruluşu. Bir yan kuruluşu daha var. Besi hayvancılığı üzerine. Hani, şu Angusları 2010 yılında Avustralya’dan getiren kuruluş. Hepsinin başkanı Recep Konuk 5 yılda hayvan sayısını 50 bine çıkaracaklarını söylüyor.
Yavuz Donat diyor ki;
“Köylü ineğini “ Dana Bank’a” bırakıyor.
İneğin “ ahırı, yemi, bakımı” AB standartında.
Yediği yem, verdiği süt “bilgisayarda.”
• Köylü, ineğine kendisi baksa.. Günde 15-20 litre süt alacak… Sütü 63 kuruştan satacak.
• İnek, Dana Bank’ta 20- 30 litre süt veriyor… Dana Bank sütü 81 kuruştan satıyor.
• İnek ölürse… Sigortalı… Yerine yenisi alınıyor.”
Donat, özetle devam ediyor. İneğiniz yavruladığında “çocuk parkına” alınıyor ve ilk iki ay tek kişilik özel bir odada kalıyor. Sonra “Dana kreşine” geçiyor. Büyüdüğünde erkek olanlar satılıyor, parası hesabınıza yatıyor. Dişiyse Dana Banka yollanıyor.
İşin bir de hesabı var. Diyelim, 50 bin lirayı bir araya getirdiniz. Bu paraya 10 tane Amerika’dan “Holstein” inek alınıyor. Aylık net süt geliri 3 bin lira, bu ineklerin yılda 10 buzağısı oluyor, tanesi 1.500 liradan 15 bin lira daha kazanıyorsunuz.
Bu tip büyük hayvan işletmeleri biz de çok yeni diyor, Yavuz Donat. Büyük hayvan işletmelerinin dünyadaki tarihi de çok eski değil.
Tarımın normal döngüsü içinde bitkisel atıklarla hayvanlar, hayvanların atıklarıyla toprak, dolayısıyla bitkiler beslenir. Geviş getiren hayvanlar için yonca ekilmesi zorunluluğu olur. Gerek yonca, gerekse sebzeler havada bulunan azotu bitkilerin kullanabileceği duruma çevirir. Mısır, buğday, yulaf, domates vb. bitkilerin ihtiyacı olan azot sağlanır. Bu döngüyle tarımın atık diye bir sorunu olmaz.
Tarımsal döngü bozulur..
İkinci Dünya Savaşında patlayıcı üretmek için oluşturulmuş sanayi, savaş sonrası azot gübresi üretecek büyük bir kapasiteyi ortaya çıkarır. Artık, azot için sebzelere bağımlılık kalmamıştır. Kimyasal besleyicilerin toprakta kullanılmasıyla birlikte bitkisel üretim ile hayvancılıkta bilgiye, mahirliğe, bilgeliğe gerek kalmaz ve böylelikle bitkisel üretimle hayvancılık birbirinden koparılır.
Sonuç olarak, ortaya çıkan tablo; kırsalın hızla boşalmasıdır. İnsanlar çiftçilik yapılan toprakları bütünüyle terk edip, kentlere göç ederken, hayvanlar kendileri için oluşturulmuş büyük hayvan şehirlerine yerleştirilir ve hayvancılık belli bölgelerde yoğunlaşır. Endüstriyel tarımın merkezi sayılan Amerika’da “Güneydeki büyük yaylalarda sığır, Alkansas’ta ve Delmarva Yarımadasında kümes hayvanları, Orta ve Batı Kuzey Carolina’da domuz yetiştiriciliği” yaygınlaşır.
Tarımın döngüsü bozulur.İnsanların gıdalarını ürettikleri topraklarından, hayvanların meralarından, yemlerinin üretildiği topraklarından koparılışı, toprağın besleyici maddelerinin tükenişini ve topraktaki organik madde azalışını, meraların erozyona teslim edilmesini getirir. Bu azalışı telafi için sentetik gübre kullanılması daha da artar. Atık sorunu olmayan tarımsal üretimde, havayı, suyu, toprağı ve çevreyi kirleten büyük atıklar oluşur. Özelliğini kaybeden, fakirleştirilmiş toprak için daha fazla kimyasal kullanımı ortaya çıkar.
Kimyasal azot gübresinin devreye girmesi ve mısır bitkisinin devlet politikası olarak desteklenmesi sonucu Amerika bir mısır denizine dönüşür. Öyle ki, Amerika’nın 3230 bin kilometre karesinde, Türkiye yüzölçümünün yaklaşık dört katı civarında, mısır bitkisi ekilmektedir. Cargill ve ADM’nin Amerika’da yetişen mısırın üçte birini satın aldığı söylenir.
Ortaya çıkan bu mısır dağlarını eritebilmenin çözümü; küçük çiftliklerde beslenen milyonlarca hayvanı, büyük işletmelerde toplayarak, mısırla beslemekte bulunur. Artık, Amerikan mısırının beşte üçü hayvan çiftliklerinde tüketilmektedir.
Pollan’ın öküzü…
Hayvan işletmeleri “ mısır dağını öğütür; ete çevirirler. İneğin mısır yemesini sağlamak için gerçekleştirilen işlemler ilginçtir çünkü bu hayvan aslında doğası gereği mısır tüketmez.” Bu sözler Micheal Pollan’a ait. Bir yazar olarak Pollan ”Endüstriyel gıda zincirinin mısır çuvallarını nasıl et haline getirmek istediğini öğrenmek ister” bunun için bir buzağı alarak işe girişir.
13 Mart 2001’de doğan Pollan’ın buzağısı annesiyle beraber otlanmak üzere çayırlara gönderilir. Nisan ayında ise damgalanır ve hadım edilir.
Pollan’ın buzağısı, daha doğrusu artık öküzü ekim ayından sonra çayırların tadına bakamaz ve annesinin sütünü ememez. Nedeni ise endüstriyel tarımın tabiriyle “verim”dir. Benzerleriyle beraber toplanarak yetiştirilme ağılına gönderilir. Burayı endüstriyel hayvancılığın düzenine alıştırılan bir hazırlık okulu olarak düşünebilirsiniz. Artık diğer hayvanlarla beraber kapalıdır ve yeni beslenme düzenine alıştırılır. İşkembesi ilk defa mısırla burada tanışır.
Çayırların önemi..
Çimen geviş getiren hayvanların en iyi yiyeceğidir. Çimen hayvanlara bu olanağı sunarken, hayvanlarda ağaçların ve çalıların çimenleri kaplamasına ve çimenlerin güneş ışığından mahrum kalmasına engel olurlar. Hayvanlar çimen tohumu serper, toynaklarıyla bu tohumu eker ve dışkılarıyla çimene ihtiyacı olan gübreyi verirler. Karşılığı ise bol ve lezzetli gıdadır. Geviş hayvanlar meradaki çimeni/otu dönüştürme yeteneğine sahip işkembeleriyle yüksek kaliteli protein elde ederler. İşkembeleri fermantasyon kazanı gibidir.
Hayvanların çayırlarda aşırı otlanmaları ekolojik sorun yaratıyor olsa da, bu sorun döngüsel otlanma rotalarıyla aşılabilir. Otlanma güneş temelli, sürdürülebilir beslenmedir ve ekolojik olarak mükemmel bir döngüdür. Peki ya, büyük hayvan işletmelerinde..
Besi ünitesi..
Ocak ayının ilk haftası Pollan ve öküzü Kansas’ta bir hayvan metropolündeki tabelasında “ Pocky Feeders, nüfus: 37 bin” yazan besi ünitesine gelirler. Pollan açıkta akan kanalizasyonlarıyla burayı 14. yy. Londra’sına benzetir. 14. Yy. kentlerinde görülen salgınların buralarda olmamasının nedeni sadece modern antibiyotiklerdir.
Pollan’ın öküzünün son durağıdır, burası. Besi ünitesinde uygulanan beslenme düzenine hayvanların pek azı beş ay yani 150 günden fazla dayanabilmektedir.
Yeni gelmiş hayvanlar yüksek düzeyde beslenme düzenine alıştırılmaları için önce uzun saplı otlarla beslenir. Birkaç hafta boyunca yemlerindeki mısır oranı giderek artırılarak, günlük besinlerinin dörtte üçünü karşılayacak duruma getirilir.
37 bin hayvanı üç öğün besleyecek yem bilgisayarlarda tasarlanarak hazırlanır. Mısır, sıvılaştırılmış yağ ve protein desteği, vitamin, sentetik östrojen, antibiyotikler, yonca ve lifli gıdalar belirli oranlarla otomatik makinelerde karılır. Sıvılaştırılmış yağ (don yağı) kesimhanelerden temin edilir. Protein takviyeleri ise melas ve üreden oluşan karışımlardır. Üre doğalgazdan elde edilen sentetik bir nitrojen biçimidir.
Endüstriyel hayvancılıktaki mantıkla “kalori kaloridir” ve en ucuz ve kullanışlı kalori ise mısırdır. Yine aynı endüstriyel mantıkla “protein proteindir” ve rendelenmiş hayvan eti ve kemik tozu bir ineğin beslenmesi için en ucuz kaynaktır. Anlamı; ot obur hayvanların et obur yapılmasıdır. Sonuç bilindiği Deli Dana hastalığı olmuş ve bu yöntem 1997’de yasaklanmıştır. Ama bir istisnası vardır; kan ürünleri ve yağlar. Pollan yemlerde kullanılan yağların durumunu, besi işletmecisine sorduğunda aldığı cevap “yağ yağdır” olmuştur.
Besi ünitesinde hastalık yaygındır ve ortaya çıkan hastalıkların çoğu beslenme düzeninden kaynaklanmaktadır. Hayvanların hangi hastalıklarla karşı karşıya kaldığı ve insanlara taşıdığı hastalıklar başka bir yazının konusudur. Besi ünitesinin veteriner doktoru Mel Metzin’in sözleri bu konu için yeterlidir; “Onlar ot yemek için yaratılmışlar ama biz onlara hububat yediriyoruz.” Üstelik, hayvanlara yedirilen yem karışımı içinde en masum olarak mısır kalmaktadır.
Durumun vahametini hayvanların dışkılarından da anlamak mümkün. Pollan besi ünitesinin gübre göletini gördüğünde, işletme yöneticilerine neden komşu tarlalara vermedikleri soruyor. Cevap, çiftçiler bunları istemiyorlar, oluyor. Çünkü, atık nitrojen ve fosfor oranları çok yüksek ve ağır metal ve hormon tortuları içeriyor. Bu suyun aktığı bölgelerdeki balıklar ve kuşlarda anormal seksüel farklılıklar oluyor. Besi ünitesi mükemmel bir gübre kaynağı olan inek dışkısını toksik atığa çevirmeyi başarıyor.
Micheal Pollan beş ay sonra öküzünü görmeye geldiğinde onu birkaç yüz kilo almış ve ortaya doğru fıçılaşmış olarak bulur. Görünen,“Bilgisayarda programlanmış” halidir. Besi ünitesi “ucuz hammaddeleri büyükbaş hayvanların metabolizmaları aracılığıyla mümkün olduğunca hızlı bir biçimde ete dönüştüren bir fabrikadır.”
Pollan öküzünün yaşamakta olduğu süreci kafasında canlandırır. Yaşantısına güneş enerjisinin ortaya çıkardığı çimenlerle başlamış olan öküz, “Tanrının unuttuğu bu mekânda” mısırla beslenmeye geçtiği zaman fosil yakıtla sürdürülen bir gıda zincirinin parçası olmuştur. Burada güneş ışınları ve çimenleri alınan hayvanlar birer “fosil yakıt makinesine” dönüştürülmektedir.
Pollan öküzünün karşısında dikilirken bir daha bu “protein makinelerinin” etlerini yemek isteyip istemeyeceğini düşünmektedir. Pollan’ın deyişiyle “Endüstriyel et yiyebilmek için inanılmaz bilmeme ve unutma işlevi gerekmektedir.”
Sonuç; Tyson’a bağlı IBP, Cargill’e bağlı Excel, Swift& Company ve National oluşan dört büyük et paketleme şirketi Amerika’da doğan her beş sığırdan dördünü paketlemektedir.
İthal et mi, yerli et mi..
Türkiye, tarihinde ilk defa kurban bayramında hayvan ithal etmek durumunda kaldı. Kurban kesecekler yerli hayvanları tercih etmeye çalıştılar. Bugünde kasap dükkanlarında yerli hayvanların etleri daha tercih edilir, durumda. Nedeni ise açık, insanlarımız nasıl yetiştirildiğini bilmediği hayvanların etlerinden kuşku duyuyorlar.
Türkiye tarımı ise hızla değiştiriliyor. Hayvancılığımız şirketleştiriliyor. Bu yönde uygulanan politikalar karşısında köylüler hayvanlarını elden çıkarmamak için çırpınıyor, küçük hayvan işletmeleri kapanmamak için direnmeye çalışıyor. Uygulanan bu dönüşüm politikalarının sonucu büyük kapasiteli hayvan işletmeleridir. Çünkü destekler, ucuz krediler onlar içindir. İthal gdo’lu mısırları, soyaları ucuz olarak temin etme şansları onlarındır.
Sonrası, sonrası ise malum; etin ithal veya yerli olması arasında bir fark kalmayacak.
Endüstriyel (fabrikasyon) üretilmiş etleri değil, hayvan yetiştiricilerinin doğanın doğal döngüsü içinde yetiştirdiği hayvanlarının etlerini, iş işten geçmeden, ısrarla istemeye ne dersiniz?
Kaynak:
Etobur- Otobur ikilemi- Michael Pollan
Liebing, Marx ve Toprağın Verimliliğinin Tükenişi- John Bellamy Foster, Fred Magdoff
2 Yorumlar
tülay
Bu güzel yazı için çok teşekkür ederiz Ali Bülent hocam.
Ayrıca 30 Aralık 2010 Resmi Gazete’de “Yatırımlarda Devlet Yardımları Hakkındaki Karara” şu maddenin eklenmesi dikkat çekicidir:
-İstanbul ili hariç olmak üzere, asgari sabit yatırım tutarı 50 milyon TL’nin üzerinde olan “öğütülmüş tahıl ürünleri, nişasta ve nişastalı ürünler ve hazır hayvan yemleri imalatı” yatırımları, yatırımın yapılacağı bölgede uygulanan bölgesel desteklerden yararlanır.
50 mio tl üzeri yatırım, kimdir bu yatırımı yapabilecek? cevabı siz vermişsiniz…
Vedat ÖZEL
Endüstriyel tarımla ilgili bilgiye ihtiyacım vardı. Köşenize girerek bu yazıyı okudum çok yararlı oldu emeğinize sağlık.