Burada okurları bir konudan haberdar etmek ya da düşüncelerimizi aktarmak için yazıyoruz. Ve tıpkı bir aşçının kendisi yemek için değil ama müşterilerine satmak için yemek pişirmesi gibi, çoğu zaman yazdığımız konunun dışında oluyoruz. Ancak bu kez öyle değil. Fethiye’de HES, açık ifadesiyle “hidroelektrik santral” konusunun her zaman içinde olduk ve halen içindeyiz. Dolayısıyla yazının başındaki cümlenin anlamını da yakından biliyoruz. Bu üç yılı aşkındır sürdürülen bir mücadele demektir. Herhalde yöreye çivi dahi çakamayacağını anlamış olmalı ki, şirket sonunda projesinden vazgeçmiştir. Şimdilik doğa ve köylülerimiz kazanmıştır. Ama başka şirketlerin aynı HES projelerine talip olma hakkı açıktır. Eğer bundan sonra da suyumuza, toprağımıza, emeğimize sahip çıkmak ve olası yeni talan girişimlerine dur demek istiyorsak, yürütülen mücadeleyi hatırlamakta yarar var.
Bundan beş yıl önce, ülkenin önde gelen şirketlerinden Kiler Holding’e bağlı Ekol Enerji AŞ Saklıkent kanyonundan yaklaşık 2 km uzağa Karaçay üstüne ve yine aynı yöredeki Palamut köyü yakınına iki tane HES yapma girişimi başlattı. Başvuru süreci tamamlanıp konu halka duyurulacak aşamaya geldiğinde, 2010 Nisan ayı ortalarında biri Eşen’de, diğeri Palamut köyünde iki tane halkı bilgilendirme toplantısı yaptı. Bilindiği üzere Eşen Çayı Muğla ve Antalya arasında sınır oluşturuyordu, bu yüzden tüm mücadele süreci boyunca resmi başvurularda iki ayrı il arasında gidilip gelindi.
Ülkenin dört bir yanında ve özellikle Doğu Karadeniz’de halkın HES’lere büyük tepki gösterdiğini duyuyorduk. Bu yüzden Fethiye’den bir avuç insan toplantıları izlemek istedik ve orada dönen dolabı görerek, önceden pek tahmin etmediğimiz biçimde konuya dâhil olmak durumunda kaldık. Sözkonusu toplantıları yöredeki Orman İşletmeleri düzenliyor ve şirket temsilcileri proje hakkında bilgi vererek soruları yanıtlıyordu. Bu sırada resmi tutanak tutuluyor, itiraz dilekçeleri alınarak Orman ve Su İşleri Bakanlığına ulaştırılıyordu. (Not: O zaman bakanlığın adında yalnızca “orman” kelimesi geçiyordu, HES projelerinin hız kazanması üzerine DSİ bakanlığa bağlandı ve ada diğer sözcük de eklendi.)
Eşen’deki toplantıya yakın köylerin muhtarları, ilgili köylüler, gazeteciler ve bizim gibi gelenlerle birlikte yaklaşık 50 kişi katılmıştı. Her zamanki gibi bazı haritalar ve resimler gösterilerek, teknik terimlerle dolu yavan bilgiler aktarıldı, birkaç sayfalık basit bir tanıtım broşürü dağıtıldı. Tabi tüm bunlardan kimse bir şey anlamadı. Ama bu ülkede yaşayan her yetişkin gibi, oradakiler de şunu anladılar: Eğer milyonlarca dolar değerinde bir proje hakkında fazla bir şey anlatılmıyorsa nedeni konunun basitliği değil, gizlenmesi gerektiği içindir. Nitekim böyle olduğu, sıra soru sormaya gelince ortaya çıktı.
Yöredeki insanlar HES’lerin nereye kurulacağını ve ne kadar toprağın su altında kalacağını sordular ama doyurucu yanıt alamadılar. Ortada ne harita, ne kamulaştırılacak arazilerle ilgili bilgi yoktu. Ardı ardına sorular sorulmaya başlandı. Ne kadar ağaç kesilecek, hafriyat nereye dökülecek, su kullanım hakkı nasıl değerlendirilecek, yöre turizmi ve tarımının göreceği zarar nasıl karşılanacak… Ortalık karıştı ve başka gerçekler de ortaya çıktı.
Şirket elemanları 2008 yılından beri yöreye çeşitli ölçümler için geliyor, sağı solu işaretliyor ama kimseyle muhatap olmuyorlardı. Bir köylümüz, oradaki şirket çalışanlarından birine bu durumu hatırlattı ve iki yıl önce kendisiyle keçi güderken dağda karşılaştıklarını, “ne yapıyorsunuz” demesine karşılık “sen anlamazsın” diye yanıt verdiğini söyledi. Aslında çok basit gibi görünen bu durum, temel bir gerçeği anlatıyordu. Bu projeleri yapanlar ormanı ağaçtan, tarlayı topraktan, köylüyü eline üç beş kuruş tutuşturarak kolayca başka yere gönderebilecekleri insanlardan ibaret görüyorlardı. Nitekim böyle olduğu için Orman Bakanımız iki de bir çıkıp “kesilen ağaçların yerine kat kat fazlasını dikiyoruz” demiyor mu? Daha ormanın ağaç değil bir eko sistem olduğunu bile bilmiyor. Tıpkı çiftçiliğin herhangi bir iş değil, yaşam tarzı olduğunun bilinmeyişi gibi.
Bizlerin konuya dâhil olmasında en büyük etken, insanlarımızın karınca gibi görülmesi ve bu projelerin yalnız Türkiye’nin değil, Dünya Bankası gibi küresel sermayenin tepelerinden bakılarak hazırlanmasını anlamamız oldu. Bütün bu üç yıllık mücadele sürecinde başka birçok toplantıya katıldık. Hepsinde de köylülerimizin sürekli küçümsendiğine, yalnızca projeye onay vermeleri için kendilerine yaltaklanıldığına, verilen sözlerin hiçbir zaman tutulmadığına tanık olduk. Resmi görevlilerin birkaçı dışında genellikle “memlekete enerji lazım” diye şirket temsilcileri gibi çalıştıklarını gördük. Muhtar, belediye başkanı, milletvekili, kamu görevlisi gibi “yönetici” sıfatı taşıyanların içinde, halkın çıkarlarına en çok muhtarların sahip çıktığını anladık. Hangisi olursa olsun tüm yönetim katlarındakiler halka yakın oldukça sorunları daha iyi anlıyor ve mağdurların yanında yer alıyorlardı. Çokbilmiş tavırlarla insanlara yukardan bakanlar aynı ezberlenmiş cümlelerle konuşuyor ve zaten halktan kaçıyorlardı. Öyle ki, bazı milletvekilleri sıradan bir yurttaş olarak her türlü çalışmaya katılırken, bazıları da kendisini bilgilendirmek için hazırladığımız dosyaları bile almadı.
Bu süreçte başta bir avuç bilim insanı, hukukçu, değişik yörelerde benzer sorunlarla mücadele edenler olmak üzere birçok gönüllü bize HES’lerin zararlarını anlattılar. Köylerimizde onlarca sohbet toplantısı yapıldı, köylülerimiz adeta HES uzmanı haline geldiler. Öyle ki, Kaş’ta biri Antalya DSİ Bölge Müdürlüğü, diğeri DSİ Genel Müdürlüğü tarafından çevredeki yerel yöneticileri HES projeleri için ikna etmek amacıyla düzenlenen toplantılar geri tepti. Saklıkent yöresinden giden yerel yöneticiler bilinçli karşı çıkışlarıyla, müdürlüklerden gelen uzmanların cehaletini ortaya döktüler.
Ancak şirket hemen pes etmedi ve HES projelerinin iptali için açılan davalar sürerken birkaç kez yöreye gelerek zemin yoklamaya çalıştı. Bazen şantiye yeri belirlemek için, bazen de köylüleri bölmek amacıyla girişimlerde bulundu. Örneğin kendi raporlarında da görüldüğü gibi iki köyün sulama suyu ihtiyacını karşılayacaklarını belirterek, köyler arasına rekabet sokmaya çalıştı. Ancak çevredeki on kadar köy ve dört belde arasında çatlak oluşturamadı. Bunda en önemli etken, verilen mücadelede siyasi görüş, inanç, yöre, yaş, kadın-erkek ayrımı gözetilmemesi oldu.
Bu mücadele Saklıkent’te kalmadı ve yöremizdeki başka HES projelerine karşı çıkılmasına da yol açtı. Bunun sonucu bugün Yanıklar yakınındaki HES projeleri durduruldu, Çökek yöresindeki HES projesine karşı köylülerimizin mücadelesi sürüyor. Ayrıca yöremiz insanının maden arama, balık çiftliği kurma, orman içine bina yaparak çevreyi tahrip etme gibi başka konulara karşı duyarlılığı da arttı. Yapılmak istenenlerin ekonomiye değil, yalnızca birkaç şirkete katkı sağladığını insanlarımız anlamaya başladılar.
Bugün ülke genelinde 2 binin üzerinde HES projesi var. Yöremizde kâğıt üstünde 30’dan fazla HES projesi görünüyor. Bunların üç tanesi önceden yapılmış, işletiliyor ve çeşitli zararlara yol açıyor. Biri yapılıyor. Diğerlerine karşı mücadele sürüyor. Toprak, üzerinde yaşayanlarındır. Eğer köylü “hayır” derse, kimse oraya adımını atamaz. Bunu yapmaya hakkımız var. Çünkü biz, aslında yaşadığımız yerin sahibi değil yalnızca emanetçisiyiz. Gelecek kuşaklar, börtü böcek, kurt kuş, su, orman ve nihayet insanca bir yaşam adına…
Kaynak : http://mehmetpolat148.blogspot.com – 16 Aralık 2013