“Bu da demektir ki, kurtların katliamını durdurmaya ve hayvan yaşamını korumaya çalışan insanlar, modern-zamanların çılgınları değil, bugünün, eski geleneği sürdüren ve empati kurabilen insanları.”
Jason Hribal, CounterPunch/AK yayınlarından yeni çıkan kitabı Fear of the Animal Planet: The Hidden History of Animal Resistance’ta (Hayvan Gezegeni Korkusu: Hayvan Direnişinin Saklı Tarihi), hayvan isyanları ve hayvanların tutsaklıklarından kaçış öyküleriyle dopdolu bir dünyayı ortaya çıkarıyor. Hribal’e göre, büyük kediler, filler ve katil balinalar, kendilerini eğiten kişileri ve bakıcılarını öldürüyor veya onlara zarar veriyorlarsa, bunun nedeni, maruz kaldıkları istismar ve sömürüden dolayı, karşılarındakine ceza vermek istemeleridir.
Hribal’in sergilediği en inandırıcı örneklerden biri, San Francisco hayvanat bahçesindeki Tatiana isimli Sibirya kaplanıdır. Tatiana, 25 Aralık 2007 günü, kendisine eziyet ederek eğlenen bir grup genci imha etmek üzere, kapatıldığı yeri çevreleyen 4 metre yüksekliğindeki duvar engeli aştı. Kendisiyle eğlenen gençlerden birini parça parça etti ve gençlerden diğer ikisini de 20 dakikalık özgürlüğü boyunca; hayvanat bahçesi ziyaretçilerini, bahçe çalışanlarını ve âcil durumlarda kurtarma işini yapan görevlileri görmezden gelerek, köşe bucak aradı. Hribal’in dediği gibi, “Tatiana, hedefini gerçekleştirirken eşsiz ve seçici bir tavır ortaya koydu.” İsterse çok sayıda kişiyi öldürebilirdi fakat o, öteki insanları görmezden gelip yalnızca kendisine eziyet edenlerin peşine düştü.
Kuşkusuz, Tatiana, kapatıldığı yerden ne zaman istese kaçabilirdi, ancak yapılan eziyet, tutsaklığına boyun eğmesine son noktayı koyana kadar, durumunu kabullendi.
Hribal’in kitabını okuyan pek çok kişi, onun hayvanlara atfettiği anlamı kabul etmekte zorlanabilir. Sirk, hayvanat bahçesi ve deniz hayvanlarının gösteri yaptığı Havuz yöneticileri gibi, pek çok insan da, tutsak hayvanların saldırılarını; hayvanların önceden tahmin edilemez vahşî içgüdülerine, rastlantılara veya hayvanların çevreden gelen bir ses veya hareket uyaranına verdikleri korku tepkisine bağlamaktadırlar. Hribal, bu görüşe karşı çıkmayı, tüm kitap boyunca sürdürmekte. Hribal’e göre, katil balinalar eğiticilerinin su içinde boğulması eylemini kasten gerçekleştirmekte ve filler bakıcılarını kasten öldürmektedir. Tutsak hayvanlar kaçış yolu aramaktadır.
Hribal, açıkça; tutsak hayvanların, sahiplerinin kâr etme amacına hizmet etmeye koşulmuş, sömürülmüş ve istismara uğramış köleler olduklarını göstermektedir. Tıpkı insan köleler gibi tutsak hayvanlar da kaçmaktadır. Hribal, kitabında, pek çok hayvanın bu kaçış, kurtuluş öykülerini anlatmakta.
Hribal, kitabında, aynı zamanda, hayvanların idam ediliş öykülerini de anlatmakta. Kölelik statülerini kabul etmeyen, isyan eden ve gösteri yapmayı reddeden hayvanlar, en barbar ve zalim bir şekilde idam edilmişlerdir. İnsanların günümüzde, hayvanlara “terör savaşı” saldırıları düzenleyip onlara bu kadar eziyet etmesine; insanların kendi hemcinslerine uyguladıkları eşit şiddette eziyet göz önüne alındığında, şaşırmamak gerekir. ABD askerleri tarafından hapsedilerek, kapatılmış hayvanlardan daha kötü koşullarda tutulan Bradley Manning’in dışarıya sızdırdığı söylenen bir video kaydındaki Amerikan askerlerinin sırf eğlenmek için haber muhabirleri ve sivilleri kasten öldürdüklerini gösteren görüntüler, yalnızca insanlarda bulunan şeytanlık ve bayağılığı ortaya sermektedir.
İnsanların aksine, hayvanlar, bayağı ve şeytanca suçlar işlemezler. Şeytan’ın kötülük dünyası yalnızca insanların içindedir. Yırtıcı hayvanlar yemek için öldürür, insandan avcılar gibi sırf eğlence olsun diye öldürmezler.
Aslanlar, yemek için sürüden yalnızca bir antilop yakalarlar; sürüyü tümden imha etmezler.
Bunun tam tersi, avcıların, bir gün sabah 1,000 güvercin avladıkları, öğleden sonra da 500 çayır köpeği vurduklarına dair övünerek anlattıkları hikâyeleri dinleriz. Bunların hepsi, yalnızca, insanların öldürme zevklerini tatmin etmeleri içindir. İnsanlar öldürmekten zevk alır fakat hayvanların öldürürken zevk aldıklarını gösterir hiçbir kanıta rastlanmamıştır.
Bu durumda bir paradoksla karşı karşıyayız: aşağılık bir yaşam biçimi, aşağılık olmayan bir yaşam biçimini tutsak almış. Acaba Tanrı neden aşağılık olanlara, aşağılık olmayanlar üzerinde hegemonya kurma olanağı tanıdı?
Hribal’in, hayvan istismarı üzerine verdiği örneklerden bazıları, uzak geçmişten alınma. Bugün, hayvanlarla uğraşan insan türlerinin bazıları, hayvanlara daha saygılı bir yaklaşım sergiliyorlar. Hribal, eğer hayvanlar, uğradıkları istismarlara akıllıca tepki veriyorlarsa, onlara karşı gösterilen saygı ve sevgiye de akıllıca yanıt vermezler mi, diye soruyor.
Bu soruya yanıt, hayvanların bu yönde de, akıllıca davrandıklarıdır. İki İngiliz, Londra’daki büyük Harrod’s mağazasından, Christian adını verdikleri bir yavru aslanı kurtararak bu yavru erkek Afrika aslanına Londra’daki apartman dairelerinde bakmış ve onunla çimenler üzerinde oynayarak disiplinli bir şekilde eğitip büyütmüşlerdir.
Christian, Londra’daki apartman dairesinde kalamayacak kadar büyüyünce, İngilizler, bir uzmana danışarak, Christian’ı Afrikaya götürmüşler ve orada doğaya bırakarak özgürlüğüne kavuşturmuşlardır. Birkaç yıl sonra, Christian’ı yetiştiren iki oda arkadaşı, onu özlemişler ve Afrika’ya, onu tekrar bulmaya gitmişlerdir. Oradaki geleneksel zihniyete sahip kişiler tarafından, iki İngiliz’e, Christian’ın şimdi vahşî bir hayvan olduğu ve onunla karşılaştıklarında kendileri için tehlikeli olabileceği yolunda uyarılar yapılmıştır.
Youtube’daki video filmlerinin gösterdiği gibi, İngilizler Christian’ı bulduklarında, aslan sevgiyle coşarak, arkadaşlarını sevgi gösterilerine gark etmiştir. Christian bir aile kuruyordu ve vahşî dişi aslanlar insanlarla beraber olmaktan ve onlar tarafından ilgi görmekten mutluydular. Video filmi, Christian’ı, dişi aslanları, aslan yavrularını ve insanları hep beraber iç içe sarılmış bir şekilde şekerleme yaparken gösteriyordu.
İnternet, çok sayıda insanın, panterler (dağ aslanı) ve vaşaklar büyütüp, evlerinde beslediklerini gösteren çok sayıda video filmi ile doludur. Bunlar içinde belki de en olağandışı olanı, bir yaban yaşam doğa bilimcisi olan Casey Anderson’ın, çok yırtıcı ve kuvvetli bir cins boz ayıya ait yeni doğmuş iki yavruyu, annelerinin ölmüş bedeninin yanında bulup, kurtarmak için evine getirmesi öyküsüdür.
Bu ayı yavrularından biri yaşamını sürdürmeyi başardı, diğeri başaramadı. Youtube’daki fotoğraflar, Kuzey Amerika’nın vahşî hayvanları arasında, en tehlikelisi ve vahşîliği önceden kestirilemez olanı addedilen boz ayının yaşamda kalan bu yavrusu ile insanlar arasındaki ilişkileri belgelemektedir. 400 kilo ağırlığındaki yavru, yüzme havuzunun tadını çıkarmakta, toplanmış aile üyeleriyle beraber Şükran Günü yemeğine katılmakta, insan arkadaşının düğününde “sağdıç”lık görevini üstlenmekte ve kendisini yetiştiren adama sahte olmayan, gerçek sevgi gösterilerinde bulunmaktadır. Burada ayı insan olduğunu mu düşünüyor, yoksa insanların da ayı olduğunu mu düşünüyor pek belli değil, ancak o ve insanlar, hepsi beraber, gayet rahat, teklifsiz bir beraberlik içinde.
Bu herkese inanılmaz geleceği için şu internet sitelerine bakmanızı öneririz:
http://www.channel.nationalgeographic.com/episode/expedition/-grizzly-3909
http://www.dailymail.co.uk/news/worldnews/article-1174259/Meet-Brutus-800lb-grizzly-bear-likes-eat-meals-dinner-table.html
Benim görüşüme göre, Hribal’in kitabı, insanların hayvanlarla kurduğu başarılı ilişkileri incelemesi nedeniyle yararlı. Hayvanların kişilikleri de, tıpkı insanlarda olduğu gibi farklı. Tıpkı kadınların kocalarını, kocaların karılarını, annelerin çocuklarını ve çocukların annelerini öldürdükleri gibi, hayvanlar da beraberlerinde bulunan insan arkadaşlarına saldırabilirler. Ancak hayvanların, onlara saygı ve sevgi ile davranan insanlara saldırması nadirdir.
Büyük yırtıcı hayvanlarla başarılı ilişkiler kuran insan örnekleri çoktur.
Christian aslanın öyküsü bunlardan biri, ama başka örnekler de var. “Aslan Adam” Kevin Richardson, iyi ilişkiler içinde olduğu aslanları, leoparları, sırtlanları kendisi yetiştirmedi ancak hepsi de onu kendilerinden biri olarak görüyor. Google’da Kevin’i araştırın ve aslanların onu nasıl ailelerinin bir üyesiymiş gibi kabul ettiklerini gösteren olağandışı videoları izleyin.
Açıkça görülüyor ki, insanlar, diğer yaşam şekillerini anlamıyorlar ve onlara karşı saygıları çok az. 12 milde bir galon benzin yakan aşırı büyük arabalar sürmekten zevk alıyor ve bu şekilde tatmin olarak Meksika Körfezini tahrip ediyoruz. O bölgede yaşayan kuşlara ve su yaşamına ne olduğu konusunda hiçbir kaygı duymuyoruz.
Bazı düşünceli kimselerin, insanın yerinin bu dünya gezegeni olup olmadığı konusunda kuşkuları var. İnsanlar; hayvan ve bitki yaşamının, su kaynaklarının ve toprağın kendisinin yegâne tahripçileri. Bazı kimseler, insanların dünya gezegenini işgal eden yabancı yaratıklar olduğunu düşünmekte. Bu şekilde bakarsak, insanların gezegenin varlığına ve yaşam biçimlerine hiçbir sağlıklı katkıda bulunmadığı açıkça sergileniyor.
İnsanların zekâ, beceri kabiliyeti ve ahlâkî yapısına bakmadan, onların bir filden, bir kaplandan, bir aslandan, bir leopardan, bir ayıdan, bir katil balinadan, bir kartaldan, bir fok balığından veya bir tilkiden daha üstün olduğunu iddia etmek, insan neslini kendi cehaleti içinde tutsak alan bir tür kibirden başka bir şey değildir.
Sivillerin yaşadığı şehirlere bombalar atmak, sivil topluluklar üzerine nükleer bombalarla saldırmak, bilim adamı ve gazeteci maskesi takmış sosyopatların insanlara öğrettikleri ideolojik nefretlerle güdülenip bunların yönlendirdiği şekilde faaliyet göstermek, ve tümden kendi cahilliğine özgü bir yapıyla kendi türünü imhaya girişmek doğrultusunda eylemlerdir ki, insana has yaşam yapısının, vahşî hayvanlarınkinden daha aşağı olduğunu kanıtlar.
İnsanların, dünyadaki her varlıktan daha üstün olduğu iddiası, sorgulanması gereken bir iddia gibi görünüyor. Gezegende insan nesli olmasaydı, gezegene zarar verecek kötülükler de yeryüzünde olmayacaktı.
Pek çok insan, hayvanların hakları olduğu fikrini kabul etmekte zorlanıyor. Ancak, Hribal’in kitabının giriş bölümünde, Jeffrey St. Clair, hayvanların, 13.yy ile 17.yy arasındaki Avrupa’da haklarının olduğunu ve mahkemelerde avukatlar ile temsil edildiklerini açıklıyor. Bu da demektir ki, kurtların katliamını durdurmaya ve hayvan yaşamını korumaya çalışan insanlar, modern-zamanların çılgınları değil, bugünün, eski geleneği sürdüren ve empati kurabilen insanları.
Hayvan istismarını yok etmeye çalışanların önünde zorlu bir yol var. İnsanlık; Afganların, Iraklıların, Pakistanlıların ve Filistinlilerin katledilmesini durdurmak için kendi türüyle yeterli empati kuramıyorsa hayvanların korunması sorununun ön plâna geçmesi pek de olası gibi görünmüyor.
Paul Craig Roberts, Wall Street Journal gazetesinde editörlük yaptı ve ABD Hazine Bakanı Yardımcılığı görevinde bulundu. En son kitabı, HOW THE ECONOMY WAS LOST, CounterPunch/AK Press tarafından yeni yayımlandı. Kendisine şu internet adresinden ulaşabilirsiniz: PaulCraigRoberts@yahoo.com
[Counterpunch’taki İngilizce orijinalinden Hatice Aksoy tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
Kaynak : Sendika.org – 18 Ocak 2011