“Halkın demokratik mücadelesi ve çevre mücadelesi birbiriyle yakından bağlanmalıdır.”
İklim krizi dünya çapında milyonlarca insanı tehdit ederken, iklim görüşmelerinin son turu Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP 17), 28 Kasım-9 Aralık tarihleri arasında Durban’da gerçekleştirildi. Aşağıdaki söyleşide de okuyacağınız gibi karar çok önceden alınmıştı ve zengin ülkelerce önceden alınan kararlara uygun olarak önlemler 2020 yılına kadar ertelendi. Faruk Çovduri, Fred Magdoff’la söyleşisinde, halkın iklim kriziyle baş edebilmek için COP 17’de ve sonrasında hangi strateji ve taktikleri izleyebileceğini konuştu.
Faruk Çovduri: COP 17 birkaç gün içinde Durban’da başlıyor. En çok etkilenen ve hassas durumda olan ülkelerin hangi konuları gündeme getirmesi gerektiğini düşünüyorsunuz?
Fred Magdoff: En çok etkilenen ve hassas durumdaki ülkeler açık bir biçimde, zengin ülkelerin harekete geçme noktasında ayak sürçmesinden kaygılı. Sorunun güç tarafını ABD, Avrupa ve Japonya’nın sera gazı salınımını düşürme yönünde taahhütte bulunması oluşturuyor. Her ne kadar yüksek büyüme hızı gaz salınımını düşürme çabasına baskın gelebilirse de, Çin’in bu doğrultuda adım atabileceği yönünde kimi emareler var. İklim değişiminin etkileri hâlihazırda ABD ve Avrupa’da hissediliyor olsa da, en kötü etkilenecek olanlar daha yoksul ülkeler ve halklar olacaktır. Deniz seviyesindeki yükselmeden dolayı Alaska’daki köylerin sahilden uzak bölgelere taşınması gerekiyor. Vietnam’da Mekong Deltası bölgesinde deniz suyunun tatlı suya ve oradan da pirinç tarlalarına karışması verimde düşüşlere yol açmaktadır. And buzullarındaki erime, halihazırda kurak mevsimde su kıtlıklarına yol açmıştır.
Avrupa’da borç krizi yayılıyor. Büyük Mali Kriz hiçbir zaman son bulmadı. Bunların COP 17 üzerinde ne gibi etkileri olabilir?
Hiçbir şey yapmamak isteyenler tarafından dile getirilen ortak konu, sera gazlarını kısıtlayan bir hareketin işten atmalara yol açacağıdır. Daha az kömür madeni işçisi, (kömürle çalışan termik santraller kapanacağı için) daha az elektrik üretimi vb. Dolayısıyla, iş olanaklarının azalmasına mal olacak bir şey yapmanın zamanı değil, diyorlar. Elbette ki bu yalnızca bir bahane. Eğer bir dönüşüm planlanır ve hayata geçirilirse, pek çok iş olanağı da yaratılabilir. Ayrıca, insanlar çalışabilsin diye kirletmeyi sürdürmeye ihtiyacımız varsa sahip olduğumuz ne tür bir toplum ve ekonomidir? Bu yalnızca akıldışı değil aynı zamanda tehlikeli bir ekonomik/sosyal/politik sistemdir.
Büyük kirleticilerin çelişen çıkarları, esas olarak da kendi birikim stratejilerini izleyen bağlantılı sermayelerin çıkar çelişkisi dikkate alındığında, en hassas durumdaki ülkelerin COP 17’deki müzakere stratejisi ne olmalıdır?
En hassas ülkelere tavsiye vermek haddim değil. Politik sorunların gayet farkında görünüyorlar. Daha önce bir dizi yeni strateji girişiminde bulunmuşlardı ve eminim ki böyle yapmaya da devam edecekler.
Cancun’daki COP 16 zirvesinden bu yana iklim krizi müzakeresinde herhangi bir değişiklik oldu mu?
İlle de bir fark aranacaksa, zengin ülkelerin tutumu daha da katılaştı ve güçleşti. Birleşik Krallık’tan Guardian gazetesinin 20 Kasım 2011 tarihli yazısının başlığı şöyle: “Zengin Ülkeler Yeni İklim Anlaşmasını 2020’ye Kadar Rafa Kaldırdılar.” Alt başlıkta ise şöyle yazıyor: “Eleştirel tartışmalardan önce ve 2012 itibariyle yeni anlaşmayı hayata geçirme taahhüdüne rağmen, en büyük ekonomiler uzun bir ertelemeden yana olduklarını özel olarak itiraf ettiler.” Bu elbette ki pek çok hassas durumdaki ülkede kaygı ve öfke yarattı.
Bolivya’da Dünya Ana konferansında bir açılış konuşması yaptınız. Bu konferansta Dünya Ananın Hakları adı altında bir deklarasyon yayımlandı. Bolivya’da bu hakları savunması için bir bakanlık oluşturuldu. Konferanstaki çağrı ve tartışmalar ve Bolivya tarafından atılan adımlar bugünün iklim krizi söylemi üzerinde herhangi bir etkide bulundu mu?
Ben, Aralık 2009’daki Kopenhag toplantılarının başarısızlığa uğramasını takiben Bolivya’nın önemli bir rol oynadığını düşünüyorum. Yalnızca, Bolivya’da Nisan 2010’da pek çok insanın Cochabamba’da bir araya getirilmesi bile gerçek bir başarıydı. Tartışma ve konferansın sonuç deklarasyonu çok iyiydi. ABD’nin, esas olarak zengin ülkeler tarafından tasarlanan Kopenhag açıklamasına imza koymaları için Bolivya ve Ekvador’a para teklifinde bulunmasının teşhir edilmesi konferanstaki gelişmelerden küçük bir ayrıntıydı. Ekvador hükümetinden bir bakan, konferansta bir araya gelen insanlara, Ekvador’un bu parayı reddettiğini ancak aynı miktarda parayı Kyoto protokolünü imzalaması için ABD’ye teklif etmeye hazırlandığını anlattı. Tahmin edebileceğiniz gibi, bu açıklamanın ardından ortalık kahkahaya boğuldu.
Peki, yükselen ekonomilerin iklim krizi müzakerelerindeki tutumunda baskın ekonomik çıkarlarla halkın çıkarları arasında ifade edilmeyen bir gerilim var mı?
Evet! Temel ihtilaf bir sistem olarak kapitalizmin çıkarlarından ve onun en güçlü görüngülerinden biri, çünkü meselenin özünde kapitalizmin normal işletişi yatıyor. Büyümeyi sürdürmek zorunda yoksa krize girer ve her zaman daha fazla sermaye biriktirmekten başka bir amacı yok. Kapitalist bir ülkenin çok aydınlanmış bir liderini bile olayların gidişatından oldukça hoşnut olan garanti altına alınmış çıkarları savunmak durumunda bırakabilir.
Peki bu çelişkinin üstesinden nasıl geleceğiz? Yükselen ekonomilerde halkın perspektifinden izlenecek program ne olmalıdır?
Bu, yanıtlanması kesinlikle çok zor bir soru. Belki de, tahribata en açık kesimlerin “doğrudan eylem” hareketlerinin bir eşdeğerine ihtiyaç var. Belki Birleşmiş Milletlerin ve diğer dünya örgütlerinin çalışmalarını sabote etmek bazı pozitif sonuçlara yol açabilir.
Sermayenin bir kesimi bugünlerde bir iklim anlaşması sağlamak için çabalıyor çünkü iklim krizi onun etkinlik alanını tehdit ediyor. Diğer yandan, iklim krizi sermayenin bir kesimine de potansiyel bir pazar açıyor. İnsanların dikkatin iklim krizini metalaştıran bu pazara çekmeyi nasıl başarabiliriz?
“Piyasa eksenli” bütün sözde “çözümler”e karşı çıkmamız gerektiğini düşünüyorum. Bunlar gerçek anlamda çözümler değil, daha çok para kazanmanın yeni bir yolu. Her ne kadar hileyle dolu da olsalar ve uygulandığında dahi sorunu çözmeseler de, bir şeyler yapıldığı izlenimini yaratıyorlar.
Halk örgütleri, iklim krizi müzakerelerini etkilemek için kendi ülkelerinde/toplumlarında ne gibi bir rol oynayabilir? Kendilerini yalnızca birtakım talepler dile getirmek ve gösteriler düzenlemek vs ile mi sınırlamalılar yoksa bunların yanı sıra insanları somut, yerel anlamda uygulanabilir yaklaşımlar doğrultusunda seferber ederek kamusal alanı genişletmeye de çalışmalı mı?
Bu, müzakerelere yönelik yeni yaklaşımlar geliştirme konusunda halkın yaratıcılığına ve enerjisine bağlı. Bir grup gerçek anlamıyla ilgili olmayınca, müzakerenin ne şekilde olacağı benim açımdan muğlak. Bu, sonuçları ne olursa olsun Cumhuriyetçi Partinin müzakerelerle hiç ilgilenmediği ABD Kongresi’nde neler yaşandığı gibi bir şey.
Yerel düzeyde katılımcı iklim değerlendirmesi, iklim krizi meselesinde insanları bilinçlendirmek ve etkin bir biçimde seferber etmek için, yalnızca kısa süreliğine insan zincirleri oluşturmak gibi yöntemlerden daha etkili bir araç olabilir mi?
İnsanları kendi iklimleri ve bundaki değişimlerin etkileri konusunda uyarmak açısından katılımcı bir değerlendirme gerçekten işe yarayabilir. Tartışmalar başlatmak ve hatta yerel düzeyde deniz seviyesi yükselişi, kuraklık, sel, sıcak hava vs (yerel ya da bölgesel durumla en çok hangisi ilgili ise) üzerine planlamalar yapmak da önemlidir. Zararlı etkileri hafifletmenin düşük teknolojili yollar var.
İklim krizi halkın demokratik mücadelesi üzerinde olumsuz etkilerde bulunmuyor mu?
Halkın demokratik mücadelesinin ve çevre mücadelesinin birbirine yakından bağlı olması gerektiğini düşünüyorum. İnsanlar, iklim krizinin açığa çıkan diğer çevresel krizlerle birlikte, aslında sistemin kendi krizleri olduğu konusunda netleşmeli. Ve hem toplumsal hem çevresel sorunlarla başa çıkmanın tek anlamı yolu; eşitlik, demokrasi ve çevreye saygı temelinde kurulacak yeni bir toplum örgütlemektir.
İklim değişimleri insanlar için koşulları daha da zorlaştırdığı gibi kapitalist sisteme karşı bir başka tartışma sunmakta ve sistemsel değişim arayışını daha da yakıcılaştırmaktadır. Çevresel meseleler halk mücadelelerinde öne çıkarılır ve odağa taşınırsa, bunun sonucu değişim için daha fazla destek bile olabilir.
Demokratik mücadele programının, insanların atmosferini çalan yerel ve küresel iklim-suçlusu sermayeleri hedef alan iklim taleplerini içermesine ihtiyaç yok mu?
Kesinlikle var. Bu mücadelenin merkez bir parçasına dönüşmeli. Ve ben olsam bu meseleyi diğer çevresel tahribat biçimlerine (havanın, suyun ve gıdaların kimyasallarla kirletilmesi; balık stoklarının tükenmesine yol açan, fabrika ölçekli gemilerle yürütülen aşırı avlanma; toprak erozyonu ve tahribatı; temiz su kaynaklarının tükenmesi vb) genişletirdim.
Yerel ve küresel düzeyde “iklim suçu mahkemeleri” örgütlemek, iklim yoksullarını protestolara seferber edilmesinin bir yolu olabilir mi?
Evet. Ben bunun bu meselelere ve zengin ülkelerin uzlaşmazlığına daha fazla dikkat çekmenin yollarından biri olduğunu düşünüyorum.
Bu söyleşi için teşekkür ederiz.
* Fred Magdoff Vermont Üniversitesi’nde bitki ve toprak bilimi fahri profesörü ve Cornell Üniversitesi’nde mahsul ve toprak bilimi yardımcı profesörüdür. John Bellamy Foster ile birlikte Her Çevrecinin Kapitalizm Hakkında Bilmesi Gerekenler: Yurttaşın Kapitalizm ve Çevre Rehberi (Monthly Review Press, 2011) kitabını ve yine Foster ile birlikte Büyük Finansal Kriz (Monthly Review Press, 2009) kitabını kaleme almıştır. Brian Tokar ile birlikte Tarım ve Gıda Krizde (Monthly Review Press, 2010) kitabının yardımcı editörüdür. ABD’li sosyalist yazar ve Monthly Review dergisi editörü Harry Magdoff’un oğlu olarak kendisi de Monthly Review dergisinde çalışmalarını sürdürmektedir.
[MrZine’deki İngilizce orijinalinden Sendika.Org tarafından çevrilmiştir]
Kaynak : Sendika.org – 12 Aralık 2011