İnsan yenilebilir onca gıda maddesinin yanı sıra başkalarının acı ve gözyaşından da beslenen bir canlıdır.
Mutfak sadece yiyeceklerimizin hazırlandığı bir yer değil. Yemek dediğimizde de aklımıza sadece lezzet olgusu gelmemeli. Yemek fizyolojik ihtiyaçlarımızı karşılamanın çok ötesinde; hayatımızın her alanına dokunan, hayatla ilişkimizi onun üzerinden de tanımlayabildiğimiz ve anlatabildiğimiz bir şey. Her şeyden önce anne şefkati; sonra, kültür, gelenek, politika, muhabbet… Neler yediğimiz veya neden yemediğimiz etik sorunlara kapı aralar.
Ortalama bir insan ömründe yaklaşık 50 ton yemek yer. Bitkiler, hayvanlar içimizden geçer gider yaşadığımız süre boyunca. Ve sonra biz de başka canlıların içinden.
50 ÇEŞİT YEMEK KALDI
Yüzyıl önce dünya genelinde 3000 çeşit yenilebilir yiyecek vardı; şimdi neredeyse her toplum 50 çeşit yiyecek ile besleniyor. Yiyecek çeşitliliğindeki azalma ile gıda üretimi ve beslenme faaliyetlerinin endüstriyel bir karakter kazanması birbirine paralel gidiyor. Tarladan çatala uzanan bütün bir süreç çok fazla miktarda (ve çok gereksiz) petrol kullanımına dayalı. Havayolu ile taşınan malların üçte birini gıda maddeleri oluşturuyor ve çoğu zengin sofralarını süsleyen egzotik ve pahalı yiyecekler. Aslına bakılırsa sera gazı üretiminin yüzde 31’i beslenme açısından facia denebilecek sonuçlar üreten endüstriyel gıda üretimi ve ticaretine yönelik faaliyetlerden kaynaklanmaktadır.
IŞİD’İN PETROLÜ
(IŞ)İD’in ele geçirdiği petrol kuyularından günde 80 bin varil petrol çıkardığı ve petrolün varilini normal fiyatın üçte biri olan 30-40 dolara kaçak yollardan sattığı belirtiliyor. Dolayısıyla bölgeden ihraç edilen ham petrolün bir kısmının kaçak yollardan temin edilen (IŞ)İD petrolü olması olası. Kan ve gözyaşı ile hamuru karılan bu coğrafyadan çıkarılan petrol başta ABD olmak üzere her yere gidiyor. Her gün 8 milyon varil ham petrol ithal eden ABD gibi ülkelerin her türlü üretim faaliyetinin olmazsa olmaz kimyasal girdisi petrol. Sadece fast food yiyecekler üzerinden giderek bile bazı bağlantıları göstermek mümkün.
600 KİLO DANA 1 TON PETROL DEMEK
Amerikan hükümeti hayvancılığa ve gübre-yem endüstrisini ayakta tutan mısır-soya üretimine ciddi destek verir. Verilen destek ucuz petrol teminine göbekten bağlıdır. Normalde doğada insanların yemediği otları yiyerek büyüyen hayvanlar ağıllara tıkılarak mısır ve soyayla beslenir. Altı yüz kiloluk bir dana yetiştirmek için en az bir ton petrol harcanır. Yetiştirilen hayvanlardan elde edilen et fast food endüstrisinde kullanılır. Sonra, fast food yiyeceklerle beslendikleri için toplumun üçte ikisi obez olur ve bu sağlık sorununu çözmek için korkunç paralar harcanır. Öyle ki, ABD’nin obezite sorunu için harcadığı para ile Afrika Kıtası’nın açlık sorunu çözülebilirdi. Ama bir şey değişmez; tam aksine ortalığı on binlerce zayıflama ürünü, tıbbi bakım ve diyet yöntemleri sarar. Nihayetinde o da bir endüstridir!
Bütün akıl dışılığına rağmen bu süreç her yeri etkisi altına alır. Bir modeldir ve yayılır.
TARIMSAL ÜRETİM SİSTEMİ KALMADI
Neoliberal politikaların son otuz yıl içinde tarımsal üretim sistemini mahvettiği ülkelerden biri olan Türkiye’de yeterli sermayesi olan bir kişi, bir Amerikan fast food şirketine 500 bin dolar para vererek isim hakkını alır ve tercihen bir AVM’de restoran açar. Küçük aile tipi tarımın can çekiştiği, devlet desteğinin ve ilgili kamu kurumlarının tasfiye edildiği, eskiden zeytincilikle uğraşan çiftçilerin şimdi madenlerde can verdiği ülkemiz, her yıl Amerika’dan milyonlarca ton mısır ve saman ithal eder. Ortadoğu’nun ucuz petrolü kullanılarak yetiştirilmiş bu mısırlar artık ağıllara tıkılı olan hayvanlara yedirilir. Doğasına uygun beslenmediği için hasta olan hayvanları tedavi etmek için tonla ilaç kullanılır. İlaçlar yurtdışından gelir. Sonra bu ilaçların et ürünlerinde kalıntı bırakıp bırakmadığını anlamak için laboratuvarlarda analizler yapılır. Analiz cihazları ABD’den gelir. Analiz için gerekli kimyasalların tamamı ithal edilir. Bu işlere çok büyük paralar harcanır ülkemizde.
SAĞLIK BAKANLIĞI GÖRMEZDEN GELİR
Sonra, elde edilen et hamburger köfteye işlenerek fast food restoranlara satılır. Köftelerin tamamen yerli kaynaklardan karşılanması bir övünç meselesi yapılır. Sağlık Bakanlığı hazırladığı raporlarda, fast food yiyeceklere hiç değinmeden genç kuşakta bir salgın gibi yıldan yıla artış gösteren obezite sorununun çok yemek ve az hareket etmekle ilgili olduğunu dile getirir. Raporlara imza atan akademisyen sayısının bolluğu ve çeşitliliği göz kamaştırıcıdır. Obezite, çocukluk çağı diyabeti gibi görülme sıklığı sürekli artan hastalıklar değil de, din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin zorunlu olmaması durumunda gençlerin uyuşturucu müptelası olacağını öne süren bir iktidar vardır işbaşında. En zararlı uyuşturucunun neredeyse işlenmiş her ürüne katılan şeker olduğunu ve bu şekerin bir Amerikan şirketi olan Cargill tarafından ihtiyacımızın on katı miktarda ve yerli şeker sanayisinin yok edilmesi pahasına üretildiğini bilmez gibidirler.
SİSTEM PETROLLE İŞLER
Fazla detaya girmeden söylemek gerekirse bütün bu sistem petrolle işler. Gıda endüstrisi petrolü yenebilir formlara sokar. Yüz yıl önce 3000 çeşit yiyecek maddesi ile beslenen insan yüz yıl içerisinde petrolü sindirebilme yeteneğini geliştirdi! Kuşkusuz doğrudan petrol yemiyoruz. Ölümcül olurdu bu. Dolaylı yollardan petrolü yiyoruz ama sonuçta o da ölümcül sonuçlar doğuruyor.
Yediğimiz yiyeceklerin içinde pek çok besleyici ögenin yanında sağlığa zarar veren ve neredeyse tamamı petrokimya endüstrisinin bir ürünü olan pestisitler, ağır metaller, PAH ve PCB’ler gibi çeşitli toksik kimyasallar da bulunur.
Besleyici ögeler veya toksik kimyasallar belirlenebilse bile bir şeyler belirlenemeden kalır: Başka insanların acıları ve gözyaşları. Yanıbaşımızdaki Kobane, Rojava ve Şengal’de ya da yıllardır Irak’da perişan edilen insanların acı ve gözyaşları da; besleyici veya zararlı onca şeyle birlikte içimizden geçer.
Bizden çok uzakta vuku bulan ve hiç bir rolümüzün olmadığını düşündüğümüz yıkımlar, çok daha geniş bir koalisyonun ürünü olan yıkımlar, yediğimiz pek çok şeyin asli içeriğini oluşturur.
Kaynak : Birgün – 3 Ekim 2014
IŞİD’in petrolünü nasıl yiyoruz?
