Vize meselesi bir şeyi ortaya koyuyor: Erdoğan’ın aklına koyduğu bir meseleyi asla unutmadığını ve seneler sonra bile gündeme getirdiğini.
Başbakan Erdoğan oldum olası, ta belediye başkanlığı döneminden bu yana İstanbul’a vizeyle Free cialis sample girilmesini ister. Ara ara vize aşkı depreşir. Önceki gün de öyle bir gündü. Şöyle dedi Erdoğan:
“Ben vize uygulaması, nakil ilmühaberi dediğimde belediye başkanlığımda ‘Siz bu ülkede seyahat özgürlüğünü mü engelliyorsunuz’ dediler dönem hükümetleri. O gün ‘Neden İstanbul’a geliyorsun, İstanbul’da işin var mı, evin var mı’ denseydi biz şimdi bu sıkıntıları yaşamayacaktık.”
İstanbul’un hali vakti yerinde muhitlerinde senelerdir kulaklara çalınan bir sohbet konusudur bu: “İstanbul çok kalabalık, ipini koparan şehre geliyor, İstanbul bir megaköy oldu.”
Bir yanıyla doğrudur da. İstanbul’a çok yoğun bir göç olduğu tekrar edilmesi bile gereksiz bir hakikat. Ancak göç ve çarpık yapılaşma sorununa çözüm olarak İstanbul’a vize getirilmesini savunmak bize ne anlatıyor?
İlk olarak Erdoğan’ın vizeyi savunduğu konuşmasında da yer verdiği ‘ezilenlerden yana olmak’ söyleminin içinin boş olduğunu gösteriyor. ‘Beyaz Türkler’e hâkim vizede somutlaşan ayrımcı tavrı benimsemesi Erdoğan’ın hangi sınıfın yanında olduğunu açıkça gösteriyor.
Beyaz Türk sermayesiyle mücadelesinin düzenin iktisadi yapısıyla ilgisiz ancak bir ‘kültür savaşı’ ve tam etki altına alma mücadelesi olduğunu da gözler önüne seriyor.
Başka neyi anlatıyor vize hikâyesi? Başbakan’ın en olmadık konularda dahi Osmanlı referansıyla hareket ettiğini. İstanbul Müftülüğü’nün yayımladığı Din ve Hayat dergisinde yayımlanan Dr. Musta Küçük’ün “Osmanlı dönemi belgelerine göre İstanbul’a vize konulması” makalesine bir göz atalım. Makalede 19. yüzyılın başından itibaren taşradan gelen öğrencilerin İstanbul Mekteb-i Sultanisi’ne kayıt edilmemesi, İstanbul’a tedavi için gelip de tedavisi uzun süren hastaların şehir dışına sürülmesi, serseri ve meçhul eşhasın İstanbul’dan kovulması Osmanlı belgeleriyle aktarılıyor. Makalede Osmanlı zamanı İstanbul’a vize sistemi şöyle özetleniyor: “Bundan sonra kaza ve köy halkından ‘her kim olursa olsun bir kimesne’ iş için Dersaadet’e vesâir mahalle gidecek olduğunda, evvelâ nizâmı vechile o kaza nüfus defterine müracaatla ismini kaydettirerek kendisinin ve göstereceği kefilinin isim ve şöhretleriyle iş sebebinin yazıldığı mürûr tezkiresi alması şart koşulmuştur.”
Erdoğan daha açık konuşuyor. Şu sözleri 2007’de sarf etmişti: “Kalkıp İstanbul’a geliyor.İşin var mı, paran var mı? Bunlar yoksa niye geldin?”
Vize meselesi bir şeyi daha ortaya koyuyor: Erdoğan’ın aklına koyduğu bir meseleyi asla unutmadığını ve seneler sonra bile aklındakini gündeme getirmekten çekinmediğini.
Bütün bunlar ciddi bir tezatı da sergilemekte. Bir yandan Kanal İstanbul projesiyle İstanbul’a milyonları çekmeye çalışıp öte yandan İstanbul’a vize koymayı istemek birincisi. İkincisi ise AB devletlerini Türkiye’ye vize uyguladığı için kınayıp, kendi vatandaşının İstanbul’a seyahatini vizeye tabi tutmayı düşümek.
Ne diyordu AB Bakanı Egemen Bağış The Guardina gazetesinde yayımlanan makalesinde: “Sağduyunun kazanmasını çağdışı ayrımcı vize uygulamalarının yakında sona ermesini
umut ediyorum.”
Adı AKP’nin İstanbul belediye başkan adayları arasında geçen Bağış’ın bu konuda ne söyleyeceği merak edilir.
AB ile vize muafiyeti müzakerelerinde önlerine Erdoğan’ın sözleri sürülecek diplomatlara ise sadece sabır dilemek gerek.
Bir de İstanbul’a vize gerektiğini savunduğu konuşmasında Erdoğan’ın eski dönemleri eleştiren şu sözlerini de not edelim: “Büyükşehirlerdeki yoksulları şehirlerden uzak tutmak istediler.”
Kendisi vizeyle ne yapmak istiyor, anlayan var mı?
Kaynak : Radikal – 25 Şubat 2013