Tayfun Özkaya
İzmir’de büyük bir otelde Tütün Üst Kurulu’nun 2004 yılında düzenlediği tütün konulu toplantıdayız. Kürsüde tütün ihracatçılarının bir temsilcisi var. Önerisi devletin tütün alımı için bir fon oluşturması. Ona göre bu fonun amacı çiftçilerin elinde kalan fazla tütünü almak olmalı. Malum, şirketler çiftçi ile sonradan fiyatlar düştüğünde uymadıkları anlaşmalar yapıyorlar. Bazen de şirketin almak istediği ve anlaşmaya koyduğu miktardan daha fazla tütün hava koşulları nedeniyle istemeden üretiliyor. İşte bu fazla tütünleri ona göre devlet asgari bir fiyattan satın almalı. Böylelikle üreticinin aşırı mağduriyeti önlenecek ve üretmeye devam etmesi sağlanacaktır. Sonra ne olacak bu ürünler? Muhtemelen sonra çok daha ucuza şirketlere satılacak. Bu kendilerine yontukları bakışı Ticaret Borsasının temsilcisi hızla kavrayamadığı için şaşırıyor ve “biz senelerdir devlet bu işten elini çeksin diye uğraşıyoruz, şimdi sen ne yapmaya çalışıyorsun “diye itiraz ediyor. Konuşmacı “merak etme, önerim senin anladığın gibi değil” diyor. İsimleri konuşmacılar mahcup olmasınlar ve cevap hakkı doğmasın diye yazmıyoruz. Ancak böyle bir konuşma olmadı diye itiraz edeceklere hiç bu yola gitmemelerini salık veriyoruz. Büyük şirket temsilcilerinin devlete bakışı işte budur. Kârlı bir şey varsa mutlaka özelleştirilmelidir. Zararlı işler ise devlet tarafından üstlenilebilir. Bu ise serbest piyasa mantığına uymuyormuş. Ne gam. Uysa da olur, uymasa da.
Sanırım 1940’lardan bu yana özel kesimin bir kısmının devlete bakışı bu olmuştur. İşine geldiği zaman kullanır. Fiyatlar düştüğünde Tekel ve Tarım Satış Kooperatifleri ürün almamalıdır. Fiyatlar yükselmemelidir. Tersine dış koşullar nedeni ile fiyatlar yükseldiğinde bu kurumlar devreye girmeli, aldıkları malı sonra daha düşük fiyatlarla kendilerine devretmelidir. Bu kurumların partilerin adamlarının doldurulması yoluyla iç politikada araç olarak kullanılmaları ise bildiğimiz bir şeydir.
Kamu kurumları özelleşmesin derken istediğimiz eskiden beri süren bu yağma düzeninin devamı değildir şüphesiz. Gerçekten çiftçinin, işçinin, uzman meslek örgütlerinin temsilcilerinin yönetime katıldığı özerk kurumlar yaratmaktır. Bu özelleştirme furyasında bu konuları yeterince tartışamadığımız da bir gerçektir. Bu nedenle halkın önemli bir kesimini özelleştirme yanlısı yapabilmişlerdir. Bu işler başladığında “sermaye tabana yayılacak, paylar halka satılacak, zarar eden kurumlar özelleştirilecek” denmiş idi. Bunlar özelleştirme oltasına aydınlar da dâhil olmak üzere, halkın takılması için propaganda oyunları idi. Şimdi bunlara ihtiyaçları bile kalmadı. Uysal bir halk yaratmayı başardılar. Özelleştirmecilerin bütün korkusu cumhuriyet mitinglerini dolduran milyonların bu oyunların ayrıntılarına vakıf olup, köye ve gecekonduya inmesi ve bunları halka anlatmasıdır. Bunu önlemeleri için bazı sendika ve odaları elde tutmaları gerekiyor ve bunu da çok iyi başarıyorlar. Ama artık bu oyunların giderek zorlaştığı görülmekte. TV’de geçenlerde “Siyaset Meydanı” programında başında örtüsü ile katılmış Tekel işçisi kadın “Tekel vatandır, özelleştirilemez” diye konuşmaya başladığında mahir yönetici hemen “bu örtü ile başı açık arkadaşlarınla problemlerin oluyor mu?” diye konuyu ekonomik haklardan, laik-antilaik eksenine çekmeye çalışmıştı. Bütün ülke çapında aynı oyun oynamakta. Ancak nereye kadar sürdürecekler?