Tarım ve gıda da yaşanan kriz kooperatifçiliği önemli tartışma konularından biri haline getirmiştir. Kooperatifler 1980 öncesi döneminin de tartışma konularından biridir. Farklı bir gıda rejimi dönemindeki kooperatiflerle ilgili yazılmış yazılar elimize geçtikçe KARASABAN olarak yayınlamak amacındayız. Fikri takip ve kooperatifçiliğin tarihsel yazımı için katkısı olabilmesi umuduyla…
[Ziraat Dünyası Dergisi, Sayı: 348-349, Eylül-Ekim 1979]
GİRİŞ
Kooperatifler, en genel anlamıyla, çeşitli kişi veya grupların daha çok kazanç (üretim artışı elde etmek) veya tükettikleri şeyleri, daha ucuza elde etmek amacıyla, maddi, manevi güç olanaklarını birleştirdikleri örgüttür. Bu tanım biraz dikkatlice incelenirse kooperatif örgütlenmesine en büyük istekle gidecek kişilerin küçük üreticiler olacağı görülecektir. Örneğin işçiler ne kadar çok çalışırlarsa çalışsınlar, alacakları ücret değişmeyecektir. Bu nedenle verimlilik –veya üretim artışı– onları ilgilendirmez. Zaten onlar üretim araçlarından yoksundurlar. Bu yüzden onlar için üretim kooperatifçiliği söz konusu olamaz. Ama onlar için, ancak ve ancak daha ucuza tüketim malı sağlayabilecek olan tüketim kooperatifçiliğinden bahsedebiliriz. Öte yandan büyük sanayiciler (fabrikatörler) için de kooperatif örgütlenmesinden bahsedemeyiz. Çünkü onlar zaten birbirinin rakibidir. Nihai olarak birbirlerinin pazarını kapmayı, her biri diğerini yutmayı ve alanında tek olmayı amaçlamaktadır. Ve bu amaçlarına ancak rakiplerini ezerek ulaşabilir.
Geriye, yalnızca küçük üreticiler kalmaktadır. İster tarımda olsun, ister sanayide olsun, küçük üreticiler yani küçük ve orta köylüler, zanaatkârlar; mobilyacılar, kunduracılar, nakliyatçılar, vs. ikinci bölümde açıklayacağımız nedenlerle, kooperatifle örgütlenmenin belli bir noktadan sonra zorunlu olduğunu göreceklerdir.
Küçük üreticilik, tarih boyunca her zaman var olagelmiştir. Ama kapitalist topluma gelinceye kadar küçük üreticilik, yok olmak tehlikesiyle karşılaşmamıştır. Çünkü bu ana kadar küçük üreticiliğin rakibi, yani büyük ölçekli üretim yoktu. Oysa kapitalizm demek büyük üretim demektir. Yüzlerce, binlerce işçinin çalıştığı fabrikaların modern tarımsal araç ve gereç tekniklerin kullanıldığı geniş kapitalist çiftlikler bu toplumda ortaya çıktı. Böylece gerek tarımda, gerekse sanayide tarih boyunca ilk defa küçük ölçekli üretim ile büyük ölçekli üretim karşı karşıya geldi. Böylece iki zıt kutup arasında kıyasıya bir ölüm kalım mücadelesi başladı ve elbette her seferinde zorunlu olarak küçükler ellerinde ne varsa kaybetmeye ve sonunda büyüklerin yanında işçi olarak çalışmaya başladırlar.
İşte bu mücadelenin başlamasıyla birlikte, küçüklerin büyüklere karşı birleşme gereksinimini duyduklarını bunun için maddi, manevi her türlü güçlerini birleştirmeye çabaladıklarını görürüz. Kronolojik olarak bu dönem 1850’lerden sonrasına tekabül eder. İlk kooperatifçilik hareketleri bu dönemlerde görülmüş ve bu hareketin öncülüğünü de İngiliz Robert Oven gibi ütopik (hayalci) sosyalistler yapmışlardır. Kısa zamanda bütün Avrupa’ya hızla yayılan bu hareket 1863 yılında Mithat Paşa’nın öncülüğünde Makedonya’da ilk “Memleket Sandığı’nın” (Kredi Kooperatifi) kurulmasıyla Osmanlı İmparatorluğu’nda da kendini göstermiştir.
O günden bu yana ülkemizde ve dünyada on binlerce kooperatifler kuruldu. Üstelik kooperatiflerin çeşitleri de arttı. Bugün ülkemizde köy kalkınma kooperatiflerinden sigorta, yayın, toprak-su gibi otuza yakın türde ve 35.000 civarında kooperatif bulunmaktadır.
Ne var ki, bu anlattıklarımızdan kooperatiflerin yalnız kapitalist toplumda var oldukları çıkartılmamalıdır. Kooperatifler SOSYALİST toplumda da vardır. Çünkü, küçük üreticilik sosyalist toplumda birden bire ortadan kalkmaz. Ama bunlar farklı işleyişe ve amaçlara sahiptir. Kapitalist toplumda kooperatifler küçük üreticilerin büyüklere karşı, yani mülksüzleşme sürecine karşı bir koruma aracıdır. Oysa sosyalist toplumlarda kooperatifler, planlı ekonominin bir uygulama aracı olduğu gibi aynı zamanda küçük ölçekli üretimden büyük ölçekli üretime geçişi teşvik edici örgütlerdir. Kooperatifler sayesinde ortaklaşa çalışmanın -büyük ölçekli üretimin- yararını gören küçük üreticiler mülksüzleşme tehlikesi de ortadan kalktığı için bir müddet sonra mülkiyet tutkunluklarını kaybeder kendiliklerinden SOSYALİST ÜRETİM’in bir öğesi olurlar.
İşte o kooperatiflerin bu özelliği, yani sosyalist toplumlarda da bulunması pek çok kişinin yanılmasına; kooperatiflerin “Kapitalizmden Sosyalizme geçişi, yani DEVRİM’i gerçekleştirmekte iyi bir araç” olduğu inancına kapılmasına yol açmaktadır. Oysa yukarıda açıkladığımız gibi kooperatiflerin işlevi ve amaçları her iki toplumda farklı farklıdır. Bu nedenle kooperatifler, her iki düzeninde işleyişine ve çıkarına uygun olarak çalışabilen örgütlerdir. Nitekim İsrail’deki kapitalist düzenin Kibutz ve Moşav denilen kooperatiflerine karşılık Sovyetler’de de yani biçimsel görüntüye sahip olan “Kolhaz” ve “Sovhaz”ları görebilmekteyiz.
İşte bu yazının amacı, kooperatiflerin kapitalist toplumlarda düzenle nasıl uyum içinde olabildiğini göstermektir.
Bunu gösterebilmek için, önce kooperatiflerin konusu olan küçük üreticilerin -ve özellikle tarımdaki küçük üreticilerin- kapitalist üretim sürecindeki yerlerini ve neden kooperatif örgütlenmeye ihtiyaç duyduklarını inceleyeceğiz.
2. KÜÇÜK ÜRETİCİLER VE KOOPERATİFLER
Kapitalizm üretimin sosyalleşmesi demektir. Yani kapitalist üretim, pek çok kişinin bir arada ve işbölümü çerçevesi içinde çalışması demektir. Kapitalist üretim, giderek daha büyük işyerlerini doğurur. Üretim daha çok sosyalleşir. Ama bu arada üretim araçları giderek daha az kişinin mülkiyetinde toplanır. İşte bu, yani üretimin bir yandan daha çok sosyalleşirken öte yandan üretim araçlarının daha az kişinin mülkiyetinde toplanması, kapitalizmin çöküşünü hazırlayan temel çelişkisidir.
Kapitalizmin doğuşunda gerek sanayide gerekse tarımda küçük üreticilik çok yaygındır. Ama zaman ilerleyip kapitalizm geliştikçe, küçük üreticiler büyük kapitalist üreticiler tarafından yutuldu, mülksüzleştirildi. Çünkü kapitalist ekonominin işleyişi doğal olarak bu sonucu doğuracaktı. Şimdi bunu biraz açalım.
Az önce vurguladığımız gibi, kapitalist üretim büyük ölçekli üretim demektir. Büyük ölçekli üretim daha çok makine, daha çok emek, daha çok hammadde kullanmak ve aynı süre içinde -küçük ölçekli üretime göre- çok daha fazla üretmek demektir. Hepsinden önemlisi büyük ölçekli üretim, düşük maliyetli üretim demektir. Çünkü büyük ölçekli üretimde hem masraflar daha düşüktür, hem de daha gelişmiş teknoloji kullanma, yani daha verimli üretim yapmak imkânı vardır. Büyük fabrikaların ürettiği ayakkabıların, elbiselerin daha ucuz olması ve kunduracıların, terzilerin giderek yok olması bu nedenledir. Küçük üreticiler her zaman daha yüksek maliyetle üretmeye mahkûmdurlar. Oysa mallarını satarken piyasa fiyatına, yani büyük fabrikaların sattığı fiyata satmak zorundadırlar. Zamanla küçük üreticilerin mallarının maliyet fiyatı piyasa fiyatına ulaşır, hatta bazen de geçer. Bu durumda mallarına alıcı bulamazlar ve zamanla iflas eder, ellerindekileri kaybederler ve sonunda işçi olarak bu büyük fabrikalarda çalışmak zorunda kalırlar.
Demek ki mülksüzleşmenin birinci nedeni, küçük üreticilerin büyüklere göre daha yüksek maliyetle mal üretmek durumunda olmalarıdır. Bu olgu özellikle dokumacı, marangoz, kunduracı ve benzerleri zanaatkârlar için geçerlidir. Onlar, yüksek maliyetin nedeninin küçük üretici olmalarından doğduğunun farkındadırlar. Ama yeterli sermaye birikimine gidemedikleri için de bir türlü tek başlarına büyük ölçekli üretime geçemezler. İşte bu durumda yapabilecekleri tek şey vardır; kendi aralarında birleşmek. Örneğin kentteki birçok dokumacı ellerinde sermaye olarak ne varsa ne yoksa ortaya koyarak kooperatif kurarlar. Ve büyüdükçe bir dokuma fabrikası kurmaya çalışırlar. Eğer bunu gerçekleştirebilirlerse, artık büyük ölçekli düşük maliyetle üretebilme avantajına ulaşmış olurlar.
Küçük üreticiliğin yüksek maliyetle çalışmaktan başka dezavantajları da vardır; örneğin küçük üreticilerin pazarlama imkânı çok kısıtlıdır. Onların mallarını ancak yakın çevrede oturan ve onları tanıyan kişiler veya çoğu zaman aracılar, komisyoncular, tüccarlar alır. Hiç bir zaman Edirneli biri, Sivaslı bir kunduracıya ayakkabı yaptırmayı düşünmez bile. Sivaslı kunduracı da ayakkabısını Edirneliye götürüp satmayı ne düşünür ne de imkânı vardır. İşte küçük üreticinin pazarlama imkânlarının kısıtlı oluşu malına talep olsa ve piyasa fiyatına razı olsa bile, malını satamamasına yol açar. Nitekim bunun örnekleri özellikle tarımda çok sık görülür. Örneğin; Ankara, İstanbul gibi metropollerde sütün kilosu 25-30 TL iken binlerce küçük süt üreticisi sütünü 12-13 TL’ye satma imkânı bile bulunmamaktadır.
Elbette bu durumda pek çok üretici, zarara girmekte ve zamanla elindeki malını mülkünü satmak zorunda kalmaktadır. Böyle bir durumda da kooperatifleşme, pazarlama olanaklarını artırıcı ve dolayısıyla mülksüzleşmeyi geciktirici bir rol oynayabilir. Bunun tipik bir örneği geçen yıl Fethiye’de yaşanmıştır. Binlerce küçük domates üreticisi, yıllardır ürününü satacak yer bulamıyordu. Nihayet sonunda kooperatif kuruldu ve bu kooperatif aracılığıyla domatesler bir merkezde toplanıp, kamyonlarla büyük şehirlere gönderilmeye başladı. Gerçekte sonucu birçok kooperatifte olduğu gibi pek de başarılı olmadı. Kabzımalların engellemelerinden, bürokratik engellere değin birçok faktör bu başarısızlıkla rol oynadı. Ama öte yandan Çukobirlik, Antbirlik gibi devlet koruması ve desteği altındaki pek çok kooperatifin pazarlama konusunda zaman zaman oldukça başarılı olabildiği, pamuğu yalnızca iç piyasada değil yurt dışında bile pazarlayabildiği görülüyor. Demek ki kooperatifler, küçük üreticilerin piyasa bilgilerini ve pazarlama olanaklarını artırıcı yönleriyle mülksüzleşmeyi yavaşlatıcı bir rol oynayabilmektedir.
Şimdi üçüncü ve asıl noktaya geliyoruz; ticaret ve tüccar kârı. Biraz önce belirttiğimiz gibi küçük üreticiler piyasa konusunda yeteri kadar bilgili olmadıkları gibi, pazarlama olanakları da çok kısıtlıdır. İşte onların eksikliğini tamamlayanlar, tüccarlardır. Tüccarlar hem piyasa konusunda daha bilgilidirler, hem de geniş pazarlama olanaklarına sahiptirler. Onlar, üreticinin malına nerede talep olduğunu, bu malın nerede kaça satıldığını iyi bilirler üstelik, ellerinde küçük üreticilerin mallarını toplayıp talep duyulan yerlere nakledecek ve tüketiciye ulaştıracak kadar sermayeleri de vardır. Açıktır ki tüccarlar piyasayı ne kadar iyi biliyor ve ne kadar çok sermayeye sahipse küçük üreticiler karşısında da o derece güçlü durumdadırlar. Aynı şekilde küçük üreticiler de ne kadar piyasadan habersiz ve ne kadar küçük üretim yapıyorlarsa, o derecede mallarını ucuza kaptırırlar, tüccar karşısında güçsüzdürler ve bu durum elbette, tüccarın kârını büyük ölçüde etkiler. Ayrıca, tüccarlar büyük miktarlarda malı stok edip suni yokluk yaratarak, malın fiyatının yükselmesini ve böylece daha çok kâr elde etmeyi sağlayabilirler.
Buraya kadar, yalnızca küçük üreticilerin mallarını alıp satan tüccarlardan bahsettik, oysa küçük üreticiler için ikinci bir tüccar türü daha vardır; üretim yapılabilmesi için gerekli hammadde ve aracı-gereği sağlayan tüccarlar, yani terziye kumaşı, ipliği, kunduracıya köseleyi ve deriyi, marangoza keresteyi, küçük çiftçiye tarım ilacını, gübreyi ve tarım aletlerini sağlayan tüccarlar. Küçük üreticiler piyasa bilgisizlikleri ve küçüklükleri oranında, bu tüccarlar karşısında da güçsüzdürler ve bu güçsüzlükleri oranında girdileri pahalıya alırlar.
Görüldüğü gibi küçük üreticilerin zarar etmesi ve mülksüzleşmelerine bir neden de tüccarlardır. Öyleyse, tüccarın yaptığı işleri üstlenecek olan pazarlama ve temin-tevzi kooperatifleri, bu tüccar kârını bir ölçüde ortadan kaldırabilir ve küçük üreticilerin mülksüzleşmesini yavaşlatıcı bir yol oynayabilir. Küçük ölçekli üretimin yüksek maliyetle üretim yapma dezavantajını ortadan kaldırmak, yani büyük ölçekli üretime geçişi sağlayacak kooperatifleri kurmak, az da olsa küçük üreticiler için önemli bir sermaye gerektirdiği için zordur. Oysa temin-tevzi ve satış kooperatifleri kurmak az sermaye ve fakat daha çok bilgi ve beceri gerektiren kooperatiflerdir. Bu nedenle bu tür kooperatifler kolayca kurulabilmektedir. Şimdiden söyleyebiliriz ki, kooperatifler açık olarak tüccar kârını ve dolayısıyla tüccarları ortadan kaldırmaya yönelik örgütlerdir. İşte bu yüzdendir ki bakkallar tüketim kooperatiflerine, kabzımallar tarım satış kooperatiflerine, tefeciler “para tüccarları” kredi kooperatiflerine, toptancı tüccarlar temin-tevzi kooperatiflerine karşıdırlar. Bunun belki de tek istisnası, müteahhitlerin karşı çıkmadığı ve hatta genellikle kurulmasını istedikleri yapı (konut) kooperatifleridir. Bunun da nedeni, toprak üzerindeki özel mülkiyet ve toprağın sınırlılığıdır. Toprağın bu özellikleri, arsa fiyatlarının yüksekliğine ve dolayısı ile küçük tasarrufların konut inşaatına harcanmamasına yol açmaktadır. Oysa yapı kooperatifleri, düşük fiyatlı topraklar üzerinde yeni bir yerleşim alanı kurulmasını ve böylece müteahhitlere iş yapma olanağını sağlamaktadır.
3. KOOPERATİFLER KİMİN ZARARINADIR?
Önceki bölümlerden çıkaracağımız sonuç şudur; kooperatifler -genel olarak- küçük üreticiliği koruyucu örgütlenmelerdir. Kooperatifler gerek üretim girdisini gerekse tüketim mallarını üreten sanayicilerin kârlarına dokunmazlar; doğrudan bu malların alım satımı ile uğraşan tüccarların -yani genel olarak- ticaret sermayesinin kârına yöneliktir. Kooperatif ya bu kâra el koyar ve sonunda üyelerine dağıtır veya kooperatif masraflarını karşılayacak belli bir kârın ötesinde ticaret kârını ortadan kaldırır, kârsız satış yapar.
O halde buradan kalkarak, kooperatiflerin ticaret burjuvazisine karşı olduğunu ifade edebiliriz. Öte yandan açıktır ki, kooperatifler küçük üreticilerin (küçük burjuvazinin) çıkarınadır. Öyleyse, kooperatif sorunu asıl olarak küçük üreticilerle ticaret burjuvazisi arasındaki çıkar çelişmesi sorunudur.
Ama bu sırada kooperatiflerin dolaylı olarak etkilediği sınıflar da vardır. Örneğin tüketim kooperatifleri, üreticilerle tüketiciler arasındaki -genellikle- perakendeci tüccarı ortadan kaldıran örgütlerdir. Bu nedenle esnaf denilen küçük burjuva kesimin zararına örgütlenmelerdir. Tüketici kesimleri -ki bunlar genellikle işçi-memur gibi emekçi kesimlerdir- ise koruyucu örgütlerdir. Dolayısı ile tüketim kooperatifleri iki emekçi kesim -esnaf ve işçi-memurlar- arasındaki çelişkinin ürünleridir. Bu nedenle tüketim kooperatifi çalışmalarında çok dikkatli olmak ve koşulları iyi değerlendirerek, bunların yararını ve zararını iyi hesaplamak gerekir. Bu açık duruma rağmen, tüketim kooperatifleri genellikle sanki tekelci burjuvazinin zararına örgütlenmeler gibi düşünülmektedir. Oysa gerçekte bunların tekelcilere hiçbir zararı yoktur; onlar kârlarını yine aynen muhafaza ederler. (Çünkü tekeller malların fiyatlarını kendileri belirlerler). Hatta onların mallarını, tüccara göre daha düşük fiyatla ve geniş biçimde üstelik kredili satış gibi çeşitli kolaylıklarla pazarlayan tüketim kooperatifleri, esnafa kıyasla tekellerin daha çok çıkarına olan örgütlenmelerdir.
Tarımsal girdilerin (gübre, ilaç, traktör, pulluk, römork, vb) pazarlayan kooperatifler (tarım kredi, tarım satış, köy kalkınma kooperatifleri, vb) ise tümüyle bunları pazarlayan büyük tüccarların zararına, ama bu malları üreten firmaların (sanayi burjuvazisinin ) yararınadır. Çünkü bu kooperatifler aracılığı ile bu mallar en ücra yerlere kadar götürülüp satışa sunulmaktadır. Üstelik bu kooperatifler sıfır ya da çok az bir kârla çalıştıkları için tüccardan daha ucuza ve daha uygun koşullarla satarak talep artışı sağlayabilmektedir. Böyle bir durum, elbette bu malları üreten firmaların, mallarının fiyatını biraz daha artırabilmelerine ve kârlarını artırmaya yarayabilmektedir. Pancar kooperatiflerinin Massey-Ferguson traktörlerini, yedek parçalarını, çeşitli su motorlarını, tekelci firmalar adına en iyi pazarlayan kooperatifler olduğunu herkes bilir. Aynı şeyi diğer kooperatifler de yapar; hatta bu iş öyle ilerlemiştir ki kooperatifler artık emaye soba, halı, battaniye, mobilya gibi şeyler bile pazarlamaya başlamışlar. Böylelikle tekelci sermayenin büyük takdirlerine mazhar olmuşlardır.
Öte yandan tarım-kredi kooperatifleri ise köylüleri pre-kapitalist ilişkilerin temsilcisi tefecilerin kontrolünden alıp, modern tefecilerin (bankaların) kontrolüne sokmaya yaramaktadır.
4. EGEMEN SINIFLAR VE KOOPERATİFLER
Buraya kadar gördüğümüz gibi egemen sınıflar ittifakı (yani tekelci burjuvazi, büyük toprak sahipleri, bankalar, ithalatçı-ihracatçı tüccarlar) kooperatiflerden hiç de şikâyetçi değildirler. Aksine bazı bakımlardan kooperatiflerin gelişmesinden çıkarları vardır. Bunun nedeni önceki bölümlerde açıkladığımız gibi, kooperatiflerin egemen sınıfların ekonomik çıkarlarına dokunmayışı, bilakis çoğu zaman yararına oluşudur.
Ama kooperatiflerin geliştirilmesi, egemen sınıflar açısından bundan daha büyük bir yarar sağlamaktadır; siyasi istikrar ve kontrol!
Kapitalizm, doğası gereği geliştikçe geniş yığınları mülksüzleştirir. Kapitalistlerin gereksindiği işgücü ve yedek işçiler ordusu yaratıncaya kadar bu mülksüzleşme egemen sınıfların işine gelir ve kısa vadede tehlikeli değildir. Ama mülksüzleşmenin hızlı ve sürekli olması sonunda toplum düzenini sarsıcı bir tehlike oluşturur. Burjuvazi ile proletarya arasında bir tampon görevi gören ve genellikle burjuvazinin yanında tavır alan bir “orta sınıfın” (yani küçük ve orta burjuvaların) hızla erimesi ve gücünü büyük ölçüde yitirmesi, egemen sınıflarca istenir bir şey değildir.
Mülksüzleşen küçük ve orta burjuvalar, zamanla işçi sınıfı saflarında yerlerini alırlar. Ama henüz mülksüzleşmemiş ve fakat hızlı mülksüzleşme sürecine maruz kalanlar ise, düzene karşı bir öfke ve umutsuzluk içindedirler. Bu öfke ve umutsuzluk somut şartlara ve yapılacak çalışmaya göre, devrimci mücadeleye kanalize edilebilir. Ama tam tersine, egemen sınıflar, bu öfkeli ve umutsuz kitleyi -düzenden şikâyetçi olsalar da- kolayca faşist partiler içinde örgütleyebilirler. (Nitekim MHP en büyük kitle tabanını bu kesimlerden bulabilmektedir).
Öte yandan, kırsal kesimde mülksüzleşen kesimler, kentlere göçerek, buralarda da büyük toplumsal kaynaşmalarına yol açabilmektedir. Gecekondu, işsizlik, asayiş, vb. sorunlar, burjuva devletin başına günden güne daha büyük bir “belâ” olmaktadır.
İşte bu gelişimin çerçevesinde, egemen sınıflar, özellikle kırsal kesimdeki hızlı mülksüzleşmenin yarattığı şu üç sorunu -aşağıda belirtildiği biçimde- çözmekle uğraşmaktadır;
1. Kırdan kente göçün engellenmesi; mülksüzleşmekte olan kesimlerin, kooperatifler aracılığıyla, arıcılık, sütçülük, halıcılık, vb. türden “ne öldüren ne onduran” işlerle yerlerine bağlanması,
2. Tehlikeli boyutlara ulaşan hızlı mülksüzleşmenin, kendi çıkarlarını (kârlarını) etkilemeyecek biçimde yavaşlatılması; bunun için aracı, tefeci, komisyoncu, tüccar gibi mülksüzleşmede payı olan kesimlerin devreden çıkarılarak, bunların yerine kooperatiflerin geçirilmesi. (Böylelikle bu pre-kapitalist unsurların gücü de kırılmış olacaktır).
3. Giderek yoksullaşan köylülerin düzene karşı muhalefetini pasifize etmek düzene ilişkin ve sönmekte olan umutlarını canlandırmak açıktır ki bunu yapmak için en iyi araç yine kooperatiflerdir.
Bu saydığımız üç nokta, egemen sınıfların, doğrudan siyasi çıkarlarına ilişkindir ve anlaşılacağı gibi bunları sağlayacak en iyi örgütlenmeler, kooperatiflerdir. Ama egemen sınıfların kooperatiflerden beklediği bu kadarla da kalmamakta, ekonomik çıkarlar da elde etmeyi beklemekte ve gerçekten de elde etmektedir.
Saymaya devam edersek;
4. Kooperatifler aracılığıyla tarımın gerektirdiği ve sanayinin ürettiği girdiler (gübre, ilaç, traktör, aletler, vb.) en geniş ve masrafsızca pazarlanmaktadır. (Böylece aynı zamanda kapitalist ekonominin bir gereği olan makineli -yani pazara açık- bir tarımsal yapı, yavaş yavaş oluşturulmaktadır).
5. Sanayinin gereksindiği tarımsal girdiler (pamuk, ayçiçeği, zeytin, şeker pancarı, vb.) özellikle Tarım Satış Kooperatifleri aracılığıyla kolay ve ucuz biçimde toplanıp sanayiye sunulmaktadır.
6. Sanayinin ve genel olarak hem milli hem de dünya ekonomisinin işleyişine ve gereksinmelerine uygun olarak bazı ürünlerin ne kadar yetiştirileceği planlanarak kooperatifler aracılığıyla bu plan gerçekleştirilmektedir. (Örneğin Pancar Kooperatifleri aracılığıyla tüm ülkenin gereksindiği şeker pancarı üretimi, yıllardır aksaksız ve eksiksiz bir biçimde gerçekleştirilmektedir).
Sanırız, egemen sınıfların kooperatiflere neden karşı çıkmadığı ama aksine hareketle desteklediği şimdi daha iyi anlaşılmaktadır. Neden Ticaret ve Tarım Bakanlıklarında özel olarak “Kooperatifler Teşkilatlanma Genel Müdürlüğü” gibi organlar kurulduğu, neden pek çoklarının demokratik halk kooperatifleri(!) olarak gördüğü Köy-Koop’a ve Köy Kalkındırma Kooperatiflerine (KKK) MC döneminde bile traktör ithal izni verilebildiği, neden IV. Plan ve yıllık programlarda “her konuda kooperatiflere öncelik verileceği”nin sık sık vurgulandığı, şimdi daha açıkça görülebilecektir.
5. DEVRİMCİLERİN KIRSAL KESİM ÇALIŞMASINA VE KOOPERATİFLERE BAKIŞ NE OLMALIDIR?
Daha önceki sayılarımızda yukarıdaki soruya cevap veren çeşitli yazılarımız yer almıştır. Şimdi burada kısaca yeniden şöyle toparlayabiliriz.
1. Devrimciler, bölgelerindeki sınıfsal yapıyı iyi tahlil etmeli, kimin hangi sınıftan olduğunu ve sınıflar arasındaki çelişkileri iyi kavramalıdırlar.
2. Kırsal kesimdeki çalışmaların iki temel amacı olmalıdır; birincisi, kır (tarım, orman ve hayvancılık) işçilerinin sendikal ve siyasi örgütlenmesi, ikincisi ise küçük (burjuva) köylülerin devrimci saflara çekilmesine ve bu arada orta (burjuva) köylülerinin tarafsızlaştırılmasına yönelik propaganda-ajitasyon yapılması,
3. Yukarıdaki paragraftan anlaşılabileceği gibi, küçük burjuva köylülerin mülksüzleşmemek için gösterdikleri çabaya -ki bu genellikle kooperatiflerde örgütlenme çabasıdır- destek olmak ve öncülük etmek devrimcilerin görevi değildir. Ama bu onların kendiliğinden kooperatif örgütlenmelerine engel olmak anlamına gelmez. Kısacası onların kapitalizme karşı ekonomik çıkarlarını savunma mücadelesinde devrimciler tarafsızdır. Onlar için yapılacak tek şey, bu düzenin kurtuluş olmadığını ve tek çarenin Sosyalizm olduğunu bıkıp usanmadan anlatmak ve işçi sınıfının mücadelesine onların destek olmalarını istemektir.
Küçük üreticilerin talepleri pek çoktur; toprak, ucuz girdi, yüksek taban fiyat, bol kredi, vs. bunların hiç biri desteklenebilecek talepler değildir. Ancak elbette bazı istisnai durumlar vardır; örneğin toprak talebi, eğer feodal toprak ağalığına yönelikse bu talep desteklenmelidir. Ama büyük kapitalist çiftçiler topraklarının eğer bunlar bir müddet önce köylülerden zorla alınmamışsa dağıtılmasını istemek, tıpkı büyük konfeksiyon fabrikalarının terzilere devredilmesini istemeye benzer. Şurası açıktır ki, küçük köylüleri yoksulluktan kurtaracak olan büyük işletmeler biçimde örgütlenmiş sosyalist düzenin tarım işletmeleridir.
Kooperatifler konusundaki istisnalara gelince: iki tür istisna olabilir; birincisi kooperatif olmadığı durumda küçük köylülerin ürününü alıp pazarlayan veya ona girdi, kredi vs. sağlayan kişiler -tüccarlar, komisyoncular, aracılar, tefeciler- bu ekonomik ilişkilerdeki egemenlikleri yoluyla köylüyü kendilerine her bakımdan bağlayıp, faşist bir örgütlenmeye köylüleri sokuyorlarsa, devrimciler buna müdahale etmelidirler. İlk olarak köylülere kooperatif kurmaları tavsiye edilmeli ve kendilerinin bu çalışmayı yapmaları sağlanmalıdır. Bu olmuyorsa, bizzat devrimciler kooperatif kurulmasında önderlik etmelidirler.
İkinci istisna ise çok daha az görülebilir; eğer bir bölgede küçük köylüler tümüyle her bakımdan devrim saflarına çekilebilmiş, düzene karşı muhalefetlerinde kesinlikle, geriye dönmemecesine sosyalizm yolunda yerlerini almışlarsa, kooperatif kurmanın bir sakıncası artık kalmamış demektir. Bu iki istisnanın dışında, tarım işçileri henüz hiç örgütlenmemiş dururken, küçük köylülerin kooperatiflerde örgütlenmesine çalışmak, işin kolayına kaçmak ve çoğunlukla yararsız bir çabaya girmek demektir. …
Şurası unutulmamalıdır ki, kapitalist bir ekonomi içinde sosyalist işleyişe sahip üretim birimleri kurulamaz… Sözde demokratik halk kooperatifleri kurarak bu yolda ilerlediğini sananlar büyük bir yanılgı içindedirler.
…